Avrupa’da gelişen ırkçı ve faşist saldırılara karşı tüm antifaşist güçlerin özsavunma tedbirlerini alması kaçınılmazdır. Faşist ve ırkçı örgütlenmelerin önünün açıldığı ve parlamentolara, hatta birçok ülkede iktidara taşındığı Avrupa ülkelerinde buna paralel olarak göçmenlere, antifaşistlere yönelik saldırılar da artıyor.
17 Ekim’de Hamburg yakınlarında bir antifaşist gösteriye iki AfD’li faşistin kamyoneti üzerlerine sürerek, antifaşist gençleri yaralaması, özsavunmanın önemini bir kez daha göstermektedir. Saldırıya Alman polisinin yaklaşımı ise şaşırtıcı değil.
Öldürme amacıyla kamyoneti antifaşist gençlerin üzerine süren saldırganları koruyan polis, saldırganlardan sadece birini “trafik düzenini bozmaktan” gözaltına alıp karakola götürür ve orada serbest bırakır. Alman polisinin bu yaklaşımı için şaşırmadığımızı söyledik, çünkü Alman polisi içinde ırkçılık ve faşist düşünceler oldukça yaygın. Böyle olduğu için faşist grupların yürüyüşleri, mitingleri korunur, ancak antifaşist gösteriler çoğu zaman yasaklanır veya bir bahane ile saldırıya uğrar.
Bunun son örneğini de 24 Ekim’de Berlin’de gördük. Berlin’de Korona yasaklarına ve maskeye karşı olan ve birçok faşist örgütün çağrısıyla bir araya gelen 2 bini aşkın kişi maskesiz ve fiziki mesafe kuralına uymadan gösteri yaptılar. Polisin seyretmekle yetindiği bu gösteriye karşı antifaşistlerin karşı gösterisi ise polis ablukası altında geçti.
Alman polis ve ordu teşkilatları içinde yaygın faşist örgütlenmelerin olduğu son bir yılda örnekleriyle açığa çıktı. Almanya’nın birçok eyaletinde ortaya çıkan bu gerçekler karşısında ordu ve polis teşkilatı içinde bu konuda bir araştırma yapılması talebi, İçişleri Bakanı Seehofer tarafından ret edildi. Seehofer, ortaya çıkan sayıya bakarak, bir araştırmaya gerek olmadığını, polis teşkilatının %99’nun kurallara uyduğunu iddia etti.
Seehofer, ciddi bir araştırmanın Alman polis ve ordu teşkilatı içinde ırkçı, faşist potansiyelin veya örgütlenmelerin oldukça yüksek olduğunu ortaya çıkaracağını biliyor. Seehofer, araştırmayı ret ederek, sadece bu gerçeğin ortaya çıkmasını engellemiyor, göçmenlere, antifaşistlere yönelik polis şiddetini de teşvik ediyor.
Seehofer’in verdiği sayıların buzdağının görünen yüzünü bile yansıtmadığını görmek için, Bochum Ruhr Üniversite’sinin yaptığı bir araştırmaya bakmak yeterlidir. Araştırmaya göre, Almanya’daki polis şiddetinin resmi rakamın beş katına tekabül ettiği ve bunun da Almanya’da yaklaşık senede 10 bin vaka anlamına geldiği belirtiliyor.
Almanya’da resmi rakamlara göre yılda 2000-2500 olayla bağlantılı polise ön soruşturma başlatılıyor. Bunlardan sadece 40’ı yargıya taşınıyor. Onlardan da sadece 20‘sinde polise ceza veriliyor. Polis şiddeti yaşayanların büyük bir kısmı suç duyurusunda bile bulunmuyor.
https://de.wikipedia.org sitesinde Almanya’da 14’ü yasaklanmış 122 aşırı sağcı olarak nitelenen ırkçı-faşist örgüt ve partiye yer verilmekte. Bunlara ek olarak bir dizi Türk veya diğer ülkelerden faşist örgütlere de yer verilmekte. Tabii ordu, polis ve özel kuvvetler içindeki örgütlenmelere yer verilmemekte.
Irkçı ve faşist örgütlenmelerin, saldırıların ve polis şiddetinin arka planını anlayabilmek için bu verileri verirken, çıkarılan sonucun, antifaşist kesimlerin daha güçlü örgütlenmeyi ve aynı zamanda eylem ve etkinliklerde kendi özsavunma tedbirlerini almaları gerektiğidir.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 30 Ekim 2020 tarihli Avrupa Gündemi köşesi