İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Birleşmiş Milletler tarafından kabul edildiği 10 Aralık İnsan Hakları Günü, İnsan Hakları Haftası’nın da başlangıcıdır. 10 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen ve tüm Avrupa devletlerinin de imzalamış olduğu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, herkesin ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka inançlarına bakılmaksızın eşit haklara sahip olduğunu ve yaşama hakkı da dahil, kişi özgürlüğünü ve güvenliğini güvence altına almakta.
Yine İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 14. maddesinde iltica hakkı temel bir insan hakkı olarak ilan edilmiştir: “Herkes zulüm karşısında başka ülkelerde sığınma talebinde bulunma ve sığınma olanağından yararlanma hakkına sahiptir.”
Avrupa devletleri bu bildirgenin yanı sıra kişilerin hak ve özgürlüklerini düzenleyen daha bir dizi uluslararası sözleşmeye imza atmış bulunuyor. Bunların hepsini bu köşede değinme ve örnekler verme şansımız yok. Ancak yukarıda değindiğimiz ve temel insan haklarını düzenleyen bildirgedeki bu maddeleri Avrupa devletlerinin ne kadar uyguladığına veya İnsan Hakları Haftası nedeniyle pandemi sürecinde Avrupa’da insan haklarının nasıl ayaklar altına alındığına bakalım.
Pandemi süreci, kapitalist sağlık sisteminin halkın sağlığını koruyamadığını ortaya koydu. Toplumun başta yaşlı veya kronik hastalığı olanlar ile işçi ve emekçiler virüs ile baş başa bırakıldı ve adeta ölüme terk edildi. Zenginler hem korunma ve her türlü tedaviye erişirken, yoksullar hijyen maddeleri almakta bile zorlanmakta, yaşlılar huzurevlerinde ölüme terk edilmekte. Devletler, sokakta 3 kişinin bir araya gelmesini yasaklarken, işçiler tıklım tıklım ulaşım araçlarıyla işe gitmeye ve topluca çalışmaya zorlanarak virüs ile baş başa bırakılmakta.
Pandemiyi kontrol altına alma bahanesiyle demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlayan, OHAL ilanlarıyla yasaklayan Avrupa devletlerinde ırkçı ve faşist partiler ise on binlerce kişinin katılımı ile yürüyüşler yapmakta, ırkçılığı ve faşist saldırıları protesto edenler ise polis saldırısına uğramakta. Irkçı ve faşistlere hak olarak görülen, ırkçılığa ve faşizme karşı olanlara suç olarak görülmekte. İşte burjuva devletlerin insan hakları anlayışı ve uygulamaları.
Bir diğer konu, pandemi sürecinde mültecilerin daha da yoğun uğradıkları hak ihlalleri. Tüm çabalarını mültecilerin Avrupa’ya gelişini engelleme üzerine kuran AB devletleri, insanları denizlerde ve sınırlarda ölüme göndermeye devam ederek yaşam hakkını ihlal ederken, Avrupa’ya ayak basmayı başaranları ise kamplarda insani olmayan yaşam koşullarında tutarak, virüs ile baş başa bırakarak, politik mültecilerin iltica haklarını tanımayıp sınır dışı ederek İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 14. maddesini ihlal etmekteler.
Yunanistan’ın gerek yanan ve gerekse de onun yerine çadır kent olarak kurulan yeni Moria kampındaki koşullar gerek yaşam hakkını ve gerekse de demokratik hak ve özgürlükleri yok etme açısından AB’nin mülteci politikasının aynası durumunda.
Sadece bu kısa örnekler bile, burjuvazinin ve onun devletlerinin altına imza attıkları insan hakları bildirgelerindeki hakları, kendi çıkarlarına geldiği gibi uygulamaktalar. Çıkardıkları çeşitli yasalarla, işçi sınıfına, ezilen yoksul kesimlere, sömürüye ve zulme karşı insanlığın özgürlüğü ve eşitliği için mücadele edenlere bu hakları kullandırmamaktalar.
Sosyalistler, emperyalist devletlerin insan hakları konusundaki ikiyüzlülüklerini teşhir etmeye ve bu hakların kullanımını mücadele konusu yapmaya devam edeceklerdir.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 12 Aralık 2020 tarihli Perspektif köşesi