Her yıl olduğu gibi bu yıl da Berlin’de Alman Kasım devriminin önderleri Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’i katledilişlerinin 102’ci yılında pandemi koşullarında mezarları başında anacağız.
Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht yoldaşların yaşadığı, savaştığı, mücadele ettiği ve uğruna öldükleri 1918 ve 1919 kasım devrim yıllarında da korona’dan daha ağır sonuçlar doğuran ispanyol gribi hastalığı Avrupa’yı kasıp kavuruyordu. Ancak Rosa ve Karl’ın önderliğindeki Spartakistler pandemiye rağmen en sert mücadeleleri verdiler. Onların yazılarında ve konuşmalarında pandemiye ilişkin fikirler bulamazsınız, çünkü onlar tüm sorunları sınıfsal bakış açılarıyla yanıtlıyorlardı ve burjuvazinin yalanlarının etkisinde zerre kadar kalmadılar. Tam tersine meydan okudular. Rosa ve Karl hiçbir koşulda geri adım atmadılar ve tavizsiz duruşlarından dolayı katledildiler. Onların tavizsiz tutumu 102 yıl sonra bize yol göstermeye devam ediyorlar.
Lenin’in önderlik ettiği Rus Ekim devrimi döneminde Bolşevikler pandemiyi bahane ederek bir adım geri atmadıklarını biliyoruz. Rus Ekim devriminin hiçbir aşamasında pandeminin etkisini hissetmemiz mümkün değil. Bolşevik merkez komitesinin en yetenekli üyelerinden Swerdlow tüm olumsuz koşullara rağmen görevlerinden geri adım atmadı ve İspanyol gribinden hayatını kaybetti. Swerdlow tipi devrimciler düşündükleri gibi yaşadıkları için kahramanlaştılar. Eğer dönemin Swerdlowları pandemi koşullarına göre hareket eden ve kendilerini korumayı esas alan kişiler olsalardı, ne Ekim devrimi mümkün olurdu ne de Swerdlow tipi devrimciler var olurdu.
Burjuvazinin yalanlarına ve aldatmacalarına göre hareket etmemek devrimci olup olmamak, ya da devrimi yapmaya hazır olup olmamak kadar ciddi bir konu olarak ele almalıyız. Karşılaştığımız her esnemeye veya yalpalamaya karşı tavrımız net olmalı. Burjuvaziye karşı bilincimiz eylemlerimizde ve pratiğimizde somutlaşmalı.
Eğer burjuvazi, Avrupa işçi sınıfının önemli bölümünü kısa çalışmaya yolluyorsa, milyonlarca işçiyi işten atıyorsa, milyonlarca insanın yaşam seviyesini açlık sınırına düşürüyorsa, bize “herkes virüs karşısında eşittir” yalanına karşı sert tavır almak ve bu yalanı boşa çıkarmak düşüyor.
Eğer burjuvazi, bir yandan fabrikaları ve işletmeleri çalıştırmaya devam ediyorsa, işçilerin işe gitmesini mümkün kılmak için okulları ve kreşleri açık tutuyorsa ve akabinde virüsün yayılmasından kitlelerin sözde “sorumsuz davranışını” gerekçe gösteriyorsa biz bu yalanı da boşa çıkartmalıyız.
Eğer burjuvazi, krizi kendi lehine kullanmaya çalışan faşistlere ve ırkçılara olanaklar tanıyorsa, ancak aynı zamanda meşru devrimci gösterileri yasaklıyorsa bize sokakları tüm yasaklara rağmen zapt etmek düşüyor.
Eğer burjuvazi, hastaneleri ve tüm sağlık sektörünü özelleştirdiği için virüsten dolayı sayısız insanın ölümünü göze alıyorsa, bize sosyalizmin tek çözüm yolu olduğunu göstermek düşüyor.
Eğer burjuvazinin etkisi altında kalan kitleler pandemi döneminde devrimci çalışmaların durdurulması yaklaşımını gösteriyorsa, bize onlara tüm sorunların çözümünün devrimci mücadelede yattığını söylemek ve göstermek düşüyor.
Kısacası bizlere Rosa ve Karl gibi devrimci önderleri mezarları başında anmak dışında onların gösterdiği yoldan ilerlemek düşüyor. Onlara bağlılığımızı, burjuvazinin aldatmacalarına ve yalanlarına karşı tavizsiz tutumumuzla göstermeliyiz. “Ya sosyalizm ya da barbarlık!”
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 8 Ocak 2021 tarihli Avrupa Gündemi köşesi