Almanya eyalet parlamentosu ve milletvekilleri seçimlerinin arifesinde.
Burjuva soldan faşistine bütün partiler seçim hazırlıklarını hızlandırıyor, kongreler yapıyor, seçim programlarını yazıyor, olası koalisyon spekülasyonları havada uçuşuyor.
Sol Partide de saflar belirginleşiyor.
Parti, 1990’da SB’nin ve Doğu Almanya’nın yıkılmasıyla çözülen revizyonist partilerin kalıntıları ve Batı’da Sosyaldemokrat Parti’den kopanların “birliğinden” oluştu. Sol Parti, hiçbir zaman homojen bir yapıya sahip olmamıştı zaten. O, daha çok farklı fraksyonların bir çatı partisi gibi tasarlanmıştı.
Lafontaine-Wagenknecht ve Gysi liderliğindeki sağcı fraksyon, burjuva iktidar hevesiyle bütün programatik hedefleri trasfiye etmeyi göze aldıkları gibi, partiyi “toplumun ortasına doğru” götürmek istiyorlar. Bu, olağan burjuva politikaya ve emperyalist çıkarlara yakınlaşmadan başka bir anlam taşımıyor.
Önümüzdeki seçimler için hazırlanan seçim programı da bir uzlaşma programı işlevi görüyor. “NATO”, “Savaş ve Antimilitarizm” başlıkları altında partinin önceki ilkeleri bulanıklaştırılıyor ve olağan burjuva siyasete konforlu hale getiriliyor. Andrej Hunko, Sevim Dağdelen gibi emekçi soldan sayılacak vekiller seçim programına karşı junge Welt gazetesinde yayımlanan bir açık mektup ile cevap verdiler. Neues Deutschland gazetesi giderek sağcı fraksyonun yayın organı işlevine bürünürken junge Welt emekçi solun sesi oldu.
Gelelim yazının asıl konusuna.
Küba kararı çok şaşırtıcı bir karar değil. Sol Parti içinde “Kübayla dayanışma” kadar dayanışmayanlar da var.
1990’ların ortasında Gregor Gysi, Castro’nun günlerinin sayılı olduğunu söylemişti.
2000’lerde Sol Parti PDS-Fraksyonundan bir grup AP milletvekili, Avrupa Parlamentosunun Küba ile ilgili aldığı karara oy vermişti. İspanya’nın faşist partisi PP’nin hazırladığı Küba karşıtı bu karara verilen onaydan ötürü parti tabanından protestolar yükselmiş, Sol Parti geri adım atmak zorunda kalmıştı.
Ocak sonunda Parti yönetimi tarafından kararlaştırılan tasarı, Küba’da bir insan hakları sorununun olduğunu, Küba yönetiminin kontra güçlerle masaya oturması gerektiği içeriyor.
Küba ile ilgili bir yasa tasarasının hazırlanıp partiye sunulması şaşırtıcı değildi. Şaşırtıcı olan ve krizin kaynağı, parti yönetiminde herkesin “Küba karşıtı önergeye sessiz kalmasıydı”. Yani seçim arifesinde daha fazla kırılma yaratmama adına Küba ile dayanışmacı kuvvetler önergeyi onaylamasalar da sessiz kalmışlar.
ABD merkezli Küba karşıdevriminin yayın organlarından Radio Television Marti, “Almanya Solu tarihsel bir karar aldı: Küba’da komünist rejimi eleştirenleri destekliyor” başlıklı bir haber sundu. Karşıdevrimci basın kararı alkışlarla karşılıyor.
Peki emekçi solun vekilleri ve partililerinin bu taktiği Sol Parti’yi kurtarır mı?
Sol Parti içindeki gerginliğin ve kırılmanın derinleşmesini seçime kadar önleyebilirler. Fakat bu gerici uzlaşma Sol Parti’yi SPD’nin varoluş sınırları içine iter, partinin tarihsel varoluş “hakkını” ellerinden alır. Yeni bir SPD’ye ne burjuvazinin ne de emekçi solun ihtiyacı var.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 26 Şubat 2021 tarihli Avrupa Gündemi köşesi