Emperyalist küreselleşme çağındaki kapitalist emperyalist sistem, bütünleşik bir dünya pazarını yaratır ve sermaye ile üretimi dünyasallaştırırken, küresel rekabette bölgesel entegrasyonlar oluştu. Avrupa Birliği de söz konusu bölgesel entegrasyonlardan biri.
Emperyalist küreselleşmeyle küresel toplumsal işbölümü değişti. Ulusal korumacı politikaların yerle bir edilmesiyle ulusal pazarlar küresel tekellerin hakimiyetine açıldı, üretim küreselleşti. Üretimin ucuz işgücü “cennetlerine” kaymasıyla yeni sömürgeler sanayi ülkeleri, emperyalist merkezler de esasta mali sermaye ülkeleri haline geldi.
Sermayenin ve üretimin serbest dolaşımı için bütün sınırlar yerle bir edilirken işgücünün, yani işçi ve emekçinin karşısında ulusal duvarlar daha da yüksek örüldü. Bir zamanlar ucuz işgücü olarak “yabancı işçi”yi ülkelerine taşıyan emperyalistler, bu kez ucuz işgücünün yeni sömürgelerde kalması için çabalamaya başladı.
Ne var ki emperyalist küreselleşme yeni sömürge halkları için salt kölece çalışma değil, aynı zamanda savaş, ekolojik yıkım ve kaos, despotik işbirlikçi gerici iktidarlar altında politik özgürlüklerden yoksunlukla da karakterize olur. Özellikle savaşlardan kaçış Ortadoğu halkları bakımından genelleşti.
Avrupa Birliği ve Şengen antlaşmalarıyla AB içi sınırlar ve gümrükleri alt sınıra çekilirken, AB’nin dış sınırları bir kaleyi andıran mekanizmalarla korunmaya başlandı.
Frontex “sınır savunması”yla görevlendirilen özel silah güçleri ve AB bileşeni ordu-polis, sınırda bir kale savunmasına giriştiler. Sınır “muhafızlarının” tekniği ve taktiği “AB’yi göçmen akışından koruma” üzerine kuruludur. Askeri tekniği ve taktiği “yetmediği” için sınırındaki gerici ve hatta faşist komşu ülkeleriyle mülteci antlaşmaları imzalar, onları “mültecilik” bağlamında bir “hinterland”ına dönüştürür. Faşist Saray rejimi bu politikadan en fazla yararlanandır.
Yunanistan polisi ve sınırdaki askerleri her türden AB ve küresel hukuk normlarını görmezlikten gelerek başta illegal sınırdışı (pushback) gelmek üzere yasadışı yöntemler kullanmaktan geri durmazlar. AB sınırında “toplama” kamplarında tutulan mülteciler insanlık dışı koşullar altında yaşamda kalma mücadelesi veriyorlar.
Adını koyalım; AB mültecilere karşı savaşta.
Bu hafta Uluslararası Göç Örgütü (IOM), Orta Akdeniz’de meydana gelen deniz kazasında en az 100 kişinin yaşamını yitirdiğine dair raporlar olduğunu duyurdu. Dahası, AB ve Libya’nın yardım çağrılarına yanıt vermedikleri açığa çıktı.
Bu adı konmamış savaşta Akdeniz bir toplu mezarlığa dönüştü.
AB, mültecilere karşı savaşı bilinçli ve örgütlü yönetiyor. SOS Akdeniz açıklamasında, 2021’in başından bu yana Akdeniz’in orta kesiminde 350’den fazla kişinin yaşamını yitirdiği belirtildi.
Pandemi “sessizliği”nden de yararlanarak AB sınırlarında her türlü hukuksuzluğu yürürlüğe sokup mültecilere karşı savaşta bir düzey yakalamak istiyor. Ne var ki – kitlesel bir hareket biçiminde olmasa da – AB’nin sınırlarında olup bitenler karanlıkta kalmıyor. Hem mülteciler cephesinden, hem de emperyalist merkezlerdeki diri dayanışmacı kuvvetlerden tepkiler yükseliyor.
AB’nin mültecilere karşı savaşında dayanışma pratikleri – Ali Can Albayrak ve Hüseyin Şahin’in illegal pushback’lere karşı geliştirdikleri eylemli dayanışma gibi – bu savaşta mültecilerin yanında saf tutmanın biçimleri olarak örnekleşti.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 30 Nisan 2021 tarihli Avrupa Gündemi köşesi