İşçi ve emekçiler tam kapanma denilen süreçte canları pahasına çalışmaya devam ederken, genel grev genel direniş çağrısı yaparak tüm yasaklara rağmen milyonlarca işçiyi ve emekçiyi 1 Mayıs alanlarına çağırması gereken konfederasyonlar, ‘tam kapanma’ yasaklarına sığındı. Biriken sınıf öfkesini sönümlendirmeye çalıştı. Devrimci sendikalar, devrimciler, sosyalistler, anarşistler ve antifaşistler ise devlet yasaklarını tanımadıklarını ilan ederek Türkiye’nin dört bir yanında tüm yasaklara, devlet terörüne rağmen bu konfederasyonlara inat alanlara çıktı.
Kapitalizm koşullarında işçi sınıfının mücadelesinde sendikalar önemli bir yer tutmaktadır. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de sendikalar giderek gerçek amaçlarından uzaklaşmaktadır.
Özellikle dünya genelinde kapitalizmin yaşadığı kriz en çok işçi ve emekçileri etkilemektedir. Giderek artan işsizlik toplumda daha fazla yoksullaşmaya yol açmaktadır. Yaşanan krizden kaynaklı hiçbir güvencesi olmadan işten atılmaların giderek arttığını görmekteyiz. İşçi sınıfının ve emekçilerin tek örgütlenme alanı olan sendika konfederasyonlarının bu gelişmeler karşısında takındıkları tutum genel anlamda eleştiri konusu olduğu bilinen diğer bir gerçektir. Temel görevi kendi bünyesinde örgütlenen işçilerin haklarını korumak ve sorunlarına sahip çıkmak olan konfederasyonlar giderek sınıftan uzaklaşan, işçiler ve emekçiler açısından güvensizlik merkezlerine dönüşen kurumlar haline gelmiş durumda. Yaşanan bu derin kriz karşısında daha çok üye kazanması gereken konfederasyonlar tam tersine her gün üye kaybederek bu güvenilmezliklerini ortaya koymaktadırlar. Türkiye’de birçok iş sektöründe işçiler sendikalı oldukları için işten atılmakta. Son bir ayda onlarca işyerinde yüzlerce işçi patronların bu tutumlarına karşı işyerleri önünde tüm baskılara ve saldırılara rağmen direnişlerini sürdürüyor. Migros Depo işçilerinin başlattıkları ve kararlı bir şekilde sürdürdükleri direniş buna en iyi örnektir.
Dünyada ve Türkiye’de son bir yıla baktığımızda Covid-19 belasından kaynaklı milyonlarca işçi sokağa atıldı. Birçok iş kolunda ‘kriz var’ denerek parasız izine ayrıldı. Binlerce işçi açlığa ve yoksulluğa terk edildi. Yasalar daha çok tekelleri koruyan, onların çıkarlarını savunan yasalar oldu. Devlet teşvikleri işçi ve emekçilere verilmesi gerekirken patronlara verildi. Yüz binlerce işçi ve emekçi pandemi şartlarında ölümüne çalıştırıldı. Binlerce işçi yaşamını yitirdi. ‘Bu koşullar karşısında konfederasyonlar ne yaptı’ diye sorulduğunda kocaman bir hiç yanıtını alacağımız kesindir. İşçiler işten atılıyorsa, hakları verilmiyorsa, direndikleri için saldırıya uğruyor, gözaltına alınıyor ve tutuklanıyorsa sendikalar bu duruma ses çıkarmayacaklar mı? Tek amaçları işçi sınıfının ve emekçilerin haklarını savunmak olan bu konfederasyonlar neden var o zaman?
DİSK ve KESK geçmiş işçi direnişlerinden aldıkları güçle mücadele ettiklerini her seferinde dile getiriyor. Eğer 15-16 Haziran direnişi, maden işçilerinin uzun yürüyüşü, Ankara memur direnişinden güç aldıklarını düşünüyorlarsa bugün yapmaları gereken buna uygun davranmaktır. Buna uygun davranmak demek yaşanan bu kapitalist krizi derinleştirmek, hayatı durdurmak demektir. Ama tam tersine konfederasyonlar ‘pandemi yasakları var’ diyerek mevcut iktidarların ömrünü uzattı. Milyonlarca işçi ve emekçiyi iktidarın ve patronların insafına bıraktı.
Kan ve can pahasına kazanılan grev, boykot hakları bu konfederasyonlar tarafından dillendirilmedi ve işçiler ölüm fabrikalarına gitmeye devam etti.
Bağımsız ve öncü birkaç sendikayı dışında tutarsak, pek çok sendika ve bağlı oldukları konfederasyonlar sınıf sendikacılığından uzaklaşmaya, sarı sendikacılığa doğru meyletmeye başladı. Bunun en son örneği 2021 1 Mayıs’ında takındıkları tutumda somutlanıyor. İşçi ve emekçi düşmanı AKP-MHP faşist iktidarı pandemiden kaynaklı artan ölümler ve yayılan vakaların önüne geçmek için bir yıl bekledi ve tam da 1 Mayıs arifesinde ‘tam kapanma’ kararı aldı. Ama bu tam kapanma işçileri emekçileri kapsamadı. Onlar canları pahasına çalışmaya devam ediyorlar. Tam da burada devreye girmesi ve genel grev genel direniş çağrısı yaparak tüm yasaklara rağmen milyonlarca işçiyi ve emekçiyi 1 Mayıs alanlarına çağırması gereken konfederasyonlar, ‘tam kapanma var’ diyerek yasaklara sığındı. Biriken sınıf öfkesini sönümlendirmeye çalıştı. 1 Mayıs günü yasak var denilerek birçok kutlama 29 Nisan’a çekildi. Bu kutlamalara yüz binleri seferber etmeleri gereken konfederasyonlar çok sınırlı sayıda işçi ve emekçi ile alanlara çıkarak basın açıklamaları yapmakla yetindi. Birçok ilde de valilik yasakları ve sınırlamalarının arkasına sığındılar ve hiçbir çalışma yürütmediler.
İşçi ve emekçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs’ta iktidarın yasaklarına karşı devrimci sendikalar, devrimciler, sosyalistler, anarşistler ve antifaşistler devlet yasaklarını tanımadıklarını ilan ederek Taksim’e ve yasaklı alanlara çağrı yaptı. Aynı güçler Türkiye’nin dört bir yanında tüm yasaklara, devlet terörüne rağmen bu konfederasyonlara inat alanlara çıktı.
Özellikle Taksim’de bir yandan devlet terörüne direnen güçler, diğer yandan devletten icazet alan ve güle oynaya Taksim anıtına çelenk bırakan DİSK, KESK, TMMOB, Hak-İş, Türk-İş gibi sözde işçilerin ve emekçilerin temsilcileri olan konfederasyon ve meslek örgütleri vardı. Tablo bu kadar net. Pandeminin başından bu yana hem iktidarın salgın yönetimine karşı hem de hakları için mücadele eden, sokağa çıkan sağlık meslek örgütleri ve sendikalarını bu tablonun dışında tutmakta yarar var tabii ki.
Tabii ki bu tablonun ortaya çıkmasının en önemli nedeni konfederasyonların içerisinde devrimcilerin ve sosyalistlerin yeterince örgütlü olmayışıdır. Yine fabrikalarda ve işyerlerindeki işçiler içerisinde örgütlülüğün yetersiz olması da bu teslimiyetçi tablonun ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Kapitalizmin krizi giderek derinleşiyor. Derinleşen bu krizle birlikte işçi ve emekçi düşmanı AKP-MHP faşist iktidarı daha da saldırganlaşıyor. Yönetememe krizini yasaklar ve baskıyla gidermeye, kendisini tahkim etmeye çalışıyor.
Önümüzdeki süreç daha büyük mücadeleler ve kitle hareketinin ortaya çıkacağını gösteriyor. Meydana çıkacak olan bu kitle hareketine öncülük etmek önemli bir yerde duruyor.
Yapılması gereken başta işçi sınıfı olmak üzere emekçiler ve tüm ezilen halkların birleşmesini, örgütlü mücadelede yer almasını sağlayacak bir mücadele hattı oluşturmaktır. İşçilerin temel örgütlenme alanı olan sendikalar DİSK ve KESK başta olmak üzere bu teslimiyetçi ve günü kurtarma politikalarından vazgeçerek işçi ve emekçilerin gerçek temsilcileri olduklarını hatırlamalıdır. İşçi ve emekçiler ‘sendika ne yana düşer ustam?’ diye sorma ihtiyacı duymamalıdır.
Sosyalistler direngen ve birleşik mücadele konusunda üstlenmiş olduğu misyonu daha da ilerleterek işçi sınıfına ve emekçilere güven veren bir hatta yürümelidir.
(ETHA)