Kontrgerilla mafya şefi Sedat Peker’in itirafları her ne kadar AKP dönemini hedefine koysa da, coğrafyamızda on yıllardır hüküm süren faşist diktatörlüğün kanlı ve kirli tarihini gözler önüne seriyor. Yurtsever Kürt hareketinin, devrimci ve sosyalistlerin on yıllardır söyleye geldiği gerçekler, direk bu kanlı ve kirli ilişkiler içerisinde yetişmiş Peker’in ağzından bir bir dökülüyor. Ve hiç kuşkusuz şu ana kadar itirafı yapılan suçlar, buz dağının çok küçük bir kısmını oluşturuyor. Peker bu itiraflarında ne kadar derinleşir ve geçmişe gider bunu bilemeyiz ama tüm suç ve suçluların ancak halklarımızın mücadelesiyle açığa çıkacağı ve hesabının sorulacağı aşikar. Zira CHP’sinden, İyi Parti’sine tüm burjuva siyasi partilerin, itiraflar karşısında sorunu sadece AKP’yle sınırlı tutmaya çalışan tutumları faşist devletin itibarının bir bütün olarak kitleler nezdinde eriyip yok olmasının önüne geçmek; tekçi sömürgeci rejimin bekasını kollamak.
Mafya şefi Sedat Peker’in itirafları Saray rejimi üzerinden devletin en başta Kürt ve Alevi düşmanlığını ortaya koyuyor. Yine din ve devleti diline pelesenk edenlerin, ülke ekonomisini ve zenginlik kaynaklarını nasıl iç ettiklerini; devlet “hukukunu da” arkalayan şaşalı yaşam içerisinde hem dillerinde ortaya çıkan kadını aşağılayan erkek egemen tavırları hem de M. Ağar’ın oğlu Tolga Ağar üzerinden kadına dönük taciz, tecavüz ve katliamla kadın düşmanlıklarını apaçık gösteriyor.
Buradan baktığımızda İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmeye çalışılması, Aleviler üzerinde yoğunlaştırılan asimilasyon saldırıları ve Kürdistan’a dönük girişilen işgal saldırılarının hepsinin birden nasıl bir anlayışta, kafada birleştiğini görüyoruz. Evet tüm bu saldırılar on yıllardır tek merkezden yürütüldü. Tekçi faşist devlet yapılanmasını korumak, bunun için en gerici yasalar çıkartmak, kendi yasasını tanımamak, yakma-yıkma, katliam-soykırım her türlü kirli ilişkiler ağı içerisinde “yüce devlet” adına işlenen sayısız suçlar.
Bugün Kürdistan’a dönük saldırılara karşı duruşumuzu; 1 ve 2 Temmuz gibi tarihsel süreçlere dönük hazırlığımızı, katılımımızı mafyalaşan faşist devlete karşı mücadelemizi bir adım değil, onlarca adımla güçlendirme temelinde ele almak zorundayız. Genel olarak KDP işbirlikçilerini de arkalayan faşist rejimin Medya Savunma Alanlarına dönük saldırılarına enternasyonal barikat örülemezse, 1 Temmuz’da sonuca vardırılacak olan İstanbul Sözleşmesi’nde çekilme sürecinde kadın özgürlük mücadelesinin en temel savunucuları olarak tepkimiz sokağa güçlü yansımazsa ve yine Alevi halkımızın maruz kaldığı Madımak katliamının yıldönümü olan 2 Temmuz’da sokağı örgütleyemezsek, ipliği pazara çıkmış, yönetememe krizinde derinleşen faşist Saray rejiminin yeni saldırılarının önüne geçemeyiz.
Bütün sosyal medya mecraları göstermektedir ki tüm toplumsal kesimlerin; başta da kadınların, Kürtlerin, Alevilerin itiraflar karşısında faşizme duydukları öfke katmerleşiyor. Ancak bu öfke eyleme geçmede tereddütler içerisinde. Bu tereddütleri ortadan kaldırmak, kitlelerin biriken öfkesini sokağa yansıtmak politik öncülerin kendini ortaya koyuşu; kitleler içerisinde, kitlelerle birlikte yapacakları çıkışlarla realize edilebilir ancak. Faşizmden gerçek anlamda hesap sormanın o’nu alaşağı etmekten geçtiğini bilen tek tek her bir politik kuvvet, birleşik platform bu gerçeklik aynasında yüzünü geleceğe dönmeli, önümüzdeki tarihsel süreç ve görevlerle berrak bir bilinç açıklığı ve kararlılıkla ilişkilenmeli.
Komünistler tüm bu görevlerin yaşama geçirilmesinde birleştirici, merkez kuvvet rolünü oynamada canlı ve dirayetli olma hedefiyle hareket planlarını kurmalı.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 11 Haziran 2021 tarihli Perspektif köşesi