ABD emperyalizminin Afganistan’dan ani çekilme kararı Avrupa Birliği emperyalistlerinde şaşkınlık yarattı. Her ne kadar ülkedeki emperyalist askeri işgal kuvvetlerinin kalması ve böylelikle Taliban’ın yeniden iktidara gelmesini önleme arzusu taşısalar da, ABD emperyalizminin çekilme kararından sonra onlar için de çekilmenin dışında bir seçenek kalmadı. Zira, Afganistan gibi bir coğrafyada kalabilmek için NATO içerisinde yer alan AB emperyalist devletleri ABD’nin lojistik ve hava desteğine muhtaç durumdaydılar.
Bu durum AB içerisinde geçmişten günümüze benzer durumlarda yaşanan AB’nin kendi birleşik ordusuna sahip olması gerektiği tartışmalarını tekrardan ateşledi. Bu fikre sıcak bakanlar Kabil’in düşmesinin bu açıdan alarm zili rolü oynaması gerektiğini savunurken, karşıt görüşte olanlarsa AB için hâlâ bir varoluş tehdidi olmadığı için ABD’nin yanında ve askeri gücünden faydalanmak gerektiği görüşünde.
AB dış ilişkiler temsilcisi Josep Borrell gazetecilere verdiği bir demeçte, “Afganistan’daki olaylardan sonra Avrupa savunma gücüne duyulan ihtiyaç hiç bu kadar belirgin olmamıştı” derken, AB’nin 5 bin askerden oluşan bir “hızlı müdahale gücü” yaratması gerektiğini de sözlerine ekliyor. Yine, AB askeri komite başkanı Claudio Graziano bir basın toplantısında “hızlı bir tepki gücü için harekete geçme zamanının geldiğini” söyledi.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron da Danimarka Başbakanı Mark Rutte ile Elysee sarayında yaptığı görüşme sonrası gerçekleştirilen basın açıklamasında, “AB, kendi güvenliği ve savunmasında daha fazla sorumluluk alabilmesi için ‘stratejik özerklik’ geliştirmelidir” açıklaması yaptı. Ki “stratejik özerklik”, Macron’un Avrupa vizyonunun özüdür – her an değişebilen bir ABD’den askeri, ekonomik ve teknolojik bağımsızlık.
Aslında AB için bir “hızlı müdahale gücü” oluşturma tartışmalarının çeyrek yüzyıllık bir geçmişi var. Birçok Avrupalı burjuva politikacısı Yugoslavya’da emperyalist kışkırtmalarla patlak veren iç savaş döneminde silahlı bir AB gücü vurgusu yapmaya başlamıştı. Fransa’nın o zamanki cumhurbaşkanı Jacques Chirac ve İngiltere başbakanı Tony Blair tarafından 1998’de yapılan ortak bir açıklamada, AB’nin “güvenilir askeri güçler tarafından desteklenen özerk eylem kapasitesine sahip olması gerektiği” ilan edildi. Ardından 1999’da AB, 60 gün içinde konuşlandırılabilecek 50 bin-60 bin askerden oluşan bir birlik oluşturmayı kabul etti. Ancak 2007 yılında sadece her ülkeden 1.500 askerden oluşan iki “savaş grubu” ağı oluşturabildi, bu da zamanla zayıflayarak yok oldu.
Hiç şüphesiz AB emperyalistleri gerileyen emperyalist ABD ile gittikçe daha fazla coğrafyalarda veya konularda hâlâ kontrol edilebilir düzeyde çelişkiler yaşar duruma gelmiş durumda. AB’nin Rusya doğalgazına bağımlılığı o’nu Rusya ile daha ılımlı ilişkiler kurmaya iterken, ABD’nin baskılaması sonucu çeşitli adımlar atmak zorunda kalması, İran’la çatışmadan uzak bir ilişki istemesine rağmen yine ABD zorlaması sonucu katı duruma geçmek zorunda kalması, Afganistan’da çekilmek istememesine rağmen ortaya çıkan durum, AB emperyalistleri içerisinde bu tartışmaların zaman zaman yaşanmasına yol açmaya devam edecek gibi görünüyor.
Komünistler her koşul altında, emperyalist çıkarları korumak, dünya halklarına işgal ve savaştan başka bir sonuç getirmeyecek her türlü ordulaşmanın karşısında olduğu gibi, AB emperyalistlerinin de her ne gerekçeyle olursa olsun silahlanma ve ordulaşmasının karşısında tutum almak ve Avrupalı işçi ve emekçiler içerisinde teşhir faaliyeti yürütme görevleriyle yüklüdürler.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 17 Eylül 2021 tarihli Avrupa Gündemi köşesi