Kapitalizmin azami kâr yasası geçerliliğini koruyor. Koronavirüs pandemisi koşullarında bile kapitalist tekeller sermaye oranlarını büyütmekte bir an olsun duraksamadılar. Kapitalist rekabette irtifa kaybedenlerin yerini hızla başkaları doldururken, yine de çizelgenin en üstünde bulunanlar emirlerine amade devlet denizinin musluklarından en çok faydalananlar olarak, sermaye birikimlerini sürdürdüler. Sürecin en çok kaybedenleri arasında yer alan küçük burjuvazi ve orta kesimler roket hızıyla eridi. Bu kesimden yüzbinlerce insan işçi sınıfının saflarına hali hazırda katılmış durumda.
İşçi ve emekçiler bu dönemde sadece yoksullaşma sınırına birkaç on adım daha yaklaşmadı, aynı zamanda, en fazla insanı saflarında toprağa gönderen, fiziksel ve psikolojik olarak en fazla yıpranan toplumsal kesimi oluşturdu. Tıka basa, en sağlıksız koşullarda çalışmak zorunda bırakılan işçi sınıfı ve emekçiler, pastanın büyük payını yine tekellerin kaptığı devlet ödeneklerinden kırıntı bile sayılmayacak rakamlarla yetinmek zorunda bırakıldı.
Yeniden tam açılmanın yaşandığı şu günlerde toplu taşımadan ev kiralarına, sağlıktan eğitime, gıdadan enerjiye ve her türlü vergiye; kısacası yaşamı ilgilendiren her alana birbiri ardına gelen zamlar, kapitalist devletlerin tekeller için açtığı muslukla boşalan devlet kasasının faturasını, yine işçi ve emekçilere ödetmeye yeminli olduklarını göstermektedir. Her şey zamlanarak hayat daha da pahalılaşırken reel işçi ve emekçi maaşlarının sabit kalması, ya da zamlarla aynı oranda yükselmemesi yoksullaşmayı da beraberinde getiriyor. Yoksulluk bugün artık sadece geri kalmış ya da gelişmekte olan kapitalist ülkelerin sorunu olmaktan çıkmış, bilakis yaşadığımız emperyalist Avrupa ülkelerinin de bir gerçeği haline gelmiştir.
Artan hayat pahalılığı ve yoksullaşma karşısında işçi ve emekçiler arasında biriken öfke ve tepki çok çeşitli biçimlerde kendisini açığa vurmakta. Başta emperyalist kapitalizmin demokratik hak ve özgürlükleri tırpanlayan güvenlikçi yasa paketlerine karşı direnişler gelmek üzere, son dönemde İngiltere, Almanya ve Fransa’da olduğu gibi gelişen grev hareketleri önümüzdeki süreçte işçi sınıfı ve emekçilerin üretimden gelen güçlerini çok daha görünür kılacakları ve sokağa yansıtacakları bir dönemi yaşayacağımızın işaret fişekleridir.
Sınıfın adeta ölü çocuk doğurmasını garanti altına almak isteyen burjuvazi, daha güçlü mücadelelerin önünü almak için sınıf uzlaşmacılığı tescillenmiş sarı sendikalar aracılığıyla grevlerin önünü almaya, çok cüzi ücret artışlarıyla toplu iş sözleşmelerini geçirmeye çalışmakta. Almanya seçimlerinin gösterdiği gibi ihanetçi, sahte solcu sosyal demokrat vb. partileri yeniden bir “alternatif” olarak işçi ve emekçilere sunmaktalar.
Ancak biriken öfke öylesine büyük ki burjuvazinin tüm adımları grev istem ve dalgasının gelişiminin önüne geçememektedir. İngiltere’de makinistlerin grevinin ardından Almanya’da çelik işçileri grev kararını fabrika önlerine asmaktalar. Romanya ve Macaristan’da çiftçilerin traktörleriyle kurdukları barikatlar, Paris meydanlarında genel grev haykırışlarına eşlik etmekte.
Ortaya çıkan bu tablo komünistlerin, yaşadıkları Avrupa ülkelerindeki sınıf hareketleriyle, işçi sınıfı ve emekçilerin grev ve eylemleriyle dünden farklı olarak çok daha yakın ilişkilenmeleri gerektiğini ortaya koymakta. Greve çıkan sektörlerde var olan işçi ilişkilerimizin grevde yer almalarını sağlamak, grevcilerle dayanışma içerisinde olmak, toplu ziyaretlerin örgütlenmesi, sokak eylemlerinin mutlaka bir parçası olmak ve kurumlarda grevci sendika ve işçi temsilcilerinin katıldığı toplantıların örgütlenmesi gibi bir dizi eylem ve etkinlik, mütevazi ve fakat gelecekte güçlü çalışmaların köşe taşlarını döşeyecek adımlar olacaktır.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 15 Ekim 2021 tarihli Perspektif köşesi