2015 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (BMİDÇS) Paris’te yapılan 21. Taraflar Toplantısı’nda imzaya açılan ve Paris İklim Anlaşması olarak da anılan anlaşmaya bugüne kadar 197 ülke imza attı.
İklim krizini durdurmak ve küresel sıcaklık artışını 1,5 derecede sınırlamaya yönelik hedefler içeren bu anlaşmayı bu kadar çok ülkenin imzalaması, ilk etapta bu devletlerin iklim krizini kabullendiklerini ve çözüm için çaba gösterdikleri gibi algılanmakta. Oysa sera gazı salınımını azaltmak için anlaşmaya imza atan bu ülkeler, anlaşmanın yükümlülüklerini yerine getirmiyor.
Sera gazının, fosil yakıtların iklim değişikliğine neden olduğu bilimsel olarak 100 yıldan fazladır biliniyor. Son 50 yılda da BM çatısı altında iklim değişiklikleri üzerine görüşmeler yapılıyor. Dünyayı sürekli yeni felaketlerle karşı karşıya getiren iklim krizine karşı gelişen çevre hareketi ve kitlesel mücadeleler sonucu yapılan Paris İklim Anlaşması’na dair yapılan bolca laf ve kitlelerin gözünü boyamak için küçük küçük adımlar. Bu adımlarla iklim krizinin çözülemeyeceği çok açık.
Yakın zamanda dünya çapında en kapsamlı yıllık durum değerlendirmesi olarak sunulan bir İklim Şeffaflığı Raporu (Climate Transparency Report) yayımlandı. G20 ülkelerinin iklim eylemlerini karşılaştıran rapor, 2020’de enerji sektörünün CO2 emisyonlarının G20 genelinde %6 oranında azaldığını, ancak 2021’de %4’lük bir artış olacağını öngörüyor.
Rapor, fosil yakıtlara bağımlılığın arttığını, kömür tüketiminin 2021’de yaklaşık %5 artacağını tahmin ederken, 2015-2020 yılları arasında G20 genelinde doğalgaz tüketiminin halihazırda %12 arttığını ortaya koyuyor.
Küresel seragazı emisyonlarının %75’inden sorumlu olan G20 ülkeleri genelinde emisyonların yeniden yükselişe geçmesi, net sıfır taahhütlerinin onlar için ne kadar boş sözler olduğunu gösteriyor. Kasım ayında yapılacak BM COP-26 İklim Zirvesi de sözlerin havada uçuşacağı kocaman bir balon olacaktır.
Öngörülen politikalar hemen uygulansa bile, artık küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlandırma hedefinin tutmayacağı açıktır. G20 üyelerinin hiçbirinin 2050’ye kadar enerji sektöründe %100 yenilenebilir enerjiye ulaşmak için kısa ya da uzun vadeli stratejilere sahip değil. İktidarların aldığı bazı kararlar da sermayenin duvarlarına çarpmakta ve geri tepmekte. Kârlarının azalmasını istemeyen tekeller, iklimi kirletmeye devam etmekte.
AB emperyalist devletleri yenilenebilir enerjiye yatırım yapmak amacıyla ek vergiler koydular. Kimi ülkelerde İklim Koruma Katkısı adıyla alına bu vergiyle, bu yatırımların bedelini de işçi sınıfı ve emekçilerin cebinden almakta. Toplanan meblağlar alternatif enerji üretimini desteklemek adına tekellere aktarılmakta. Oysa iklimi kirletenler bu bedeli ödemelidir.
Kapitalist sistemin, neden olduğu iklim krizini geri döndüremeyeceği açıktır. Dolayısıyla iklim krizine, doğanın talanına karşı yürütülecek mücadele, kapitalizmi yıkmaya odaklı mücadelenin bir parçası olmak zorundadır. Kapitalizmi yıkmayı hedeflemeyen ve sadece Paris İklim Anlaşması’nın uygulanması talebiyle yürütülen mücadele, kapitalizmde iklim krizinin çözülebileceği yanılsamasını taşımakta ve gelişen çevre hareketini düzen sınırlarında tutmaya hizmet etmektedir.
Sosyalistler, iklim krizine neden olan kapitalist sistemi teşhir eden politik duruşlarıyla çevre hareketine daha güçlü katılmalıdır.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 22 Ekim 2021 tarihli Avrupa Gündemi köşesi