Kapitalist bir iktidar biçimi olarak faşist diktatörlük, Saray rejimi altında da çoklu krizler yaşamaya devam ediyor. Egemen sınıfların yaşanan krizleri aşma niyetiyle iktidara taşınan Erdoğan, ne Türkiye Cumhuriyeti’nin toplumsal, yapısal alanda tekçi anlayışından kaynaklanan krizlerine çare olabildi, ne de ekonomik olarak bir grup sermayedar ve kendi şürekâsı dışındakileri kalkındırabildi. Tam tersine mali ekonomik sömürge olarak gerçek yaşamda milyonların açlık ve sefalete sürüklenmesinin gemi kaptanı oldu.
Artan enflasyon, bir çırpıda değer kaybeden Türk Lirası, macro-micro ekonomi, Çin modeli, sabit kur, artan kur vs. kapitalist ekonomiye ait kavramlar havada uçuşa dursun, milyonlarca insan yoksullar arasına katıldı. Zam zulüm deryasında, kapitalist iktidarın verdiği 4200 TL’lik asgari ücretin bin lirası daha bir gece geçmeden eridi gitti. Temel gıda maddelerinden gaz, elektriğe yapılan zamlar işçi, emekçiler için yaşamı çekilmez kıldı.
Ekonomik kötü gidişat Saray diktasının direk söylemiyle halka ya hain spekülatörlerden, ya “terörden”, ya Koronadan ya da ülkenin büyümesini kıskanan batılı güçlerin oyunlarıyla açıklandı. Oysa ne Tüsiad’daki, ne Müsiad’daki ne de Erdoğan’ın kendi şürekasındaki kapitalistler kårlarına kâr katmaktan mübah oldu. Resmi rakamlara göre Türkiye’de dolar milyoneri olanların sayısı binli rakamları buldu. Peki bu nasıl gerçekleşti?! Nüfusun %90’ının daha da yoksullaşması yoluyla.
Her canlı gibi insan da kendi koşulları değiştiğinde bu duruma bir reaksiyon gösterir. Artan zamlara, bunun karşısında verilen sefalet ücretine ve güvencesiz ağır iş koşullarına karşı coğrafyamızın tümünde işçi sınıfı ve emekçiler direnişe geçmiş durumdalar. Faşist iktidarın direnişleri düşmanlaştıran tutumu, Kürt halkının ulusal hakları için verdiği haklı mücadele karşısında ırkçılığı daha da yükseltme ve işçi direnişlerini maniple etme ve perdeleme girişimleri, sınıfın kararlı duruşuyla şu ana kadar sonuç vermedi. Tam tersine militan duruşlarıyla değişik işkollarında kazanımlarla sonuçlanan grev hareketlerine tanık oluyoruz. Kazanımla sonuçlanan her grev, zamlara karşı gelişen her kitle eylemi, yeni grevleri ve sokak gösterilerini tetikliyor. Görünen o ki faşizmin gemi azıya almış kolluk güçlerinin saldırısı da artık kâr etmiyor.
Son 3-4 ayın Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ına baktığımızda yapılan işçi eylemlerinin sayısının 200’lü rakamlara yaklaştığını görüyoruz.
Kısacası, Saray rejiminin coğrafyamızı yerli ve yabancı sermayedarlar için ucuz işgücü cennetine çevirme hamlesi toplumun her kesiminden tepki çekiyor.
Hiç şüphesiz faşist diktatörlüğün işçi ve emekçilere dönük saldırısı sadece bizim coğrafyamıza dair bir durum değil. Yaşadığımız Avrupa ülkeleri de dahil olmak üzere, tüm dünya işçi ve emekçilerine daha fazla sömürü, daha fazla sefalet ve yoksullaşma egemen kapitalist sınıflarca dayatılıyor. Kapitalizmin azami kâr hırsı ve rekabet, emperyalist tekelleri ve onların yerli işbirlikçi sermayedarlarını, her coğrafyadaki işçi ve emekçilere karşı saldırgan politikalar izlemelerini koşulluyor. Tam da bu nedenle, Avrupa’da veya dünyanın herhangi bir yerinde gelişen işçi direnişleriyle Türkiye ve Kürdistan’da gelişen grev hareketleri aynı denize yelken açmaktalar.
Değişik coğrafyalarda gelişen bu hareketler arası köprü inşa etmek, sınıf dayanışmasını enternasyonal alana taşımak devrimci ve komünist yapıların günümüz temel görevlerindendir. Avrupa’nın değişik kentlerinde Türkiye ve Kürdistan’da gelişen işçi hareketleriyle dayanışma eylemlerini arttırmak, aynı zamanda bu ülkelerdeki kapitalist sömürüye ve kötüleşen yaşam koşullarına karşı kitle duyarlılığını arttırmaktır.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 18 Şubat 2022 tarihli Perspektif köşesi