Emperyalizm siyasi gericiliktir. Kapitalist rekabet ve hegemonya dalaşının alabildiğine büyüyüp genişlediği emperyalist küreselleşme sürecinde de hızlanarak devam ediyor. Gericileşme, sadece ihraç edilen geri kapitalist ülkelerin sorunu olmaktan giderek daha fazla oranda çıkarken, emperyalist merkezlerde de başat hal almış durumda.
İşçi sınıfı ve emekçilerin tarihsel mücadeleleri sonucu elde edilmiş politik özgürlüklerin ve demokratik hakların tek tek tırpanlanması, demokrasi havarisi geçinen tüm burjuva rejimlerin iç siyasetteki merkezi politikasını oluşturuyor. Buna yol açan temel olguları en genel hatlarıyla iki ana grupta toplayabiliriz. Birincisi, kapitalist rekabet içte de sömürü zincirlerinin sıkılmasını koşulluyor. İkincisi, sömürünün artması çok daha fazla işçi ve emekçinin mücadelede etkinleşmesine yol açacağından, bugünden etkili bir direnişin önünü almanın saç ayakları oluşturuluyor.
Siyasi gericileşmeyi en açık biçimde gördüğümüz alanların başında uluslararası demokratik hakların revize edilmesinde ya da yok hükmünde sayılmasında görüyoruz. Bu hafta içerisinde İngiltere’nin göçmenlere dönük başlattığı yeni saldırı –ayrıntısı için bu haftaki Avrupa Köşemize bakınız- ve Sırbistan’da yaklaşık bir yıldır tutuklu bulunan devrimci Ecevit Piroğlu’nun maruz kaldığı hak ihlalleri söz konusu gericileşmeyi resmettiği kadar, bir kez siyasi gericileşme yolunu tutanların yeri geldiğinde kendilerinden de geri faşist rejimlerin baskılarına göğüs germede daha da fazla sendelediklerine tanıklık ediyor.
Her iki örnekte esasında 1948 yılında uluslararası düzeyde – Sosyalist SB’nin varlığı koşullarında – imzalanan Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi ve 1951 yılında imzalan ve sığınmacı haklarını da kapsayan Birleşmiş Milletler Cenevre Konvansiyonu’nun ihlali anlamına gelmektedir. Biri göçmenlerin binbir zorlukla ulaştıkları ülkeden, iltica başvuruları sonuçlanıncaya kadar bir başka ülkede her türlü insan hakkından yoksun olarak kamplara hapsedilmeyi içerirken, diğeri kendi ülkesinde işçi sınıfı ve emekçi halkların kurtuluşu için yürüttüğü mücadeleden dolayı “kırmızı bülten” adı altında “terörist” olarak damgalanan devrimcinin sığınma hakkının gaspı anlamına gelmektedir.
Evet, burada şunu net bir şekilde söyleyebiliriz: Tüm bu hak gaspları tek tek her ülkede genel bir stratejik plan çerçevesinde yürütülüyor. Ve böyle olduğu içindir ki, tüm hakların mücadele olmadan elde edilemeyeceği gerçekliğine paralel olarak, var olan hakların korunması da ancak ve ancak tüm bu tekil örneklere karşı güçlü bir direniş, siyasal kampanyayla karşılık verildiğinde korunabilir.
Buradan, yaklaşık bir yıldır Sırbistan’da tutuklu bulunan Piroğlu için, gecikmeli de olsa, bir an önce harekete geçmek, “Ecevit Piroğlu’na Özgürlük” şiarını bulunduğumuz her alana yaymak, Sırbistan vb. ülkelerin temel insan haklarından biri olan sığınma talebini ters yüz etmesine, faşist Türk devletiyle kurduğu kirli ilişkilere “kurban” etmesine izin vermemek göreviyle karşı karşıyayız.
Bilmeliyiz ki, bu tür örneklerde sessizlik hiçbir zaman olumlu sonuca yol açmamış, burjuva hukuk dehlizlerinde kaybolmayla sonuçlanmıştır. Günümüz siyasal gericileşme koşullarında ise sessizlik hiçbir işe yaramayacaktır. Zaten Sırbistan mahkemelerinde iki kez iade kararının çıkması ve son mahkemede “tercüman krizi” adı altında yaşananlar, en geniş kitlenin bu davaya müdahil hale getirilmeden Piroğlu’nun özgürlüğünün sökülüp alınamayacağına işaret etmektedir.
Avrupa’da yaşayan komünistler Piroğlu’na yapılan saldırıyı kendine yapılmış bir saldırı olarak algılamak, 17 Haziran’da görülecek mahkemeye kadar, birleşik platformların harekete geçirilmesinden, bağımsız eylem hattı kurmaya çok değişik araçlarla Piroğlu’nun özgürlüğünü koparıp almaya kilitlenmelidir. Bunu başarmak, her bir demokratik hak için direnmek gerektiği mesajını dosta da düşmana da ilan etmek anlamına gelecektir.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 10 Haziran 2022 tarihli Perspektif köşesi