Sömürgeci faşist rejimin Güney Kürdistan ve Rojava’ya dönük işgal saldırıları devam ediyor. Daha önceki saldırılar sürecinde en azından sözde de olsa faşist Türk devletinin sınır ötesi operasyonlarına karşı değişik biçimlerde beyanlarda bulunan ABD, AB ve Rusya gibi emperyalist devletler ve birlikler, bugünkü siyasi konjonktürde, “Türkiye’nin kendi sınırlarını koruma hakkının olduğu”ndan söz ediyorlar. Yani IŞİD barbarlarına karşı Kürt halkının göstermiş olduğu kahramanca direnişin halklarda yarattığı sempati nedeniyle Türk devletinin saldırılarına kısık sesle de olsa karşı çıkanlar, şimdi aynı IŞİD barbarlarının dolaylı veya dolaysız destekçisi konumundaki faşist rejimin Kürt halkına karşı başlatmış olduğu imha saldırılarına onay veriyorlar.
Emperyalizmin işbirlikçisi, NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip Türk devletinin söz konusu saldırganlığının bu biçimde açıktan desteklenir duruma gelmesinde şüphesiz ki değişen koşulların; en azından ABD ve AB’nin açıktan kışkırttığı Rusya ve Ukrayna arasında sürmekte olan savaşın da önemli payı var. Emperyalistler arası artan rekabet ve hegemonya mücadelesi bir yandan savaşın daha da derinleşme ve genişleme riskini arttırırken, diğer yandan bu riskli koşullarda “dost kuvvet” sayısını arttırmak her emperyalist devletin taktik ve stratejisinde önemli yer tutuyor.
Kendi yayılmacı emelleriyle birlikte, bugünkü siyasi konjonktürün tamamen farkında olan ve sonuna kadar da değerlendirmek isteyen faşist rejim –bu konuda burjuva muhalefeti de sonuna kadar arkalayarak- Kürt halkına karşı giriştiği bu imha ve işgal savaşında ulusal ve uluslararası zeminde tek bir karşı sesin, aykırı sesin çıkmamasını istiyor; emperyalist blokları birbirine karşı kullanıyor.
Sadece bu gerçeklik bile coğrafyamızdaki gelişmelerin birbirini ne kadar etkilediğini, birbiriyle ne kadar yakın ilişki içerisinde olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla bugün Ukrayna’da süren savaşla, faşist rejimin Kürdistan’a dönük yürüttüğü imha ve işgal savaşı dolaylı bir biçimde bağlantılıdır.
Benzer bir analizi tersinden hem genel olarak savaş karşıtı hareket hem de bugün faşist rejimin Kürdistan’da yürüttüğü işgal saldırılarına karşı hareket üzerinden de yapmak pekala mümkün. ABD öncülüğündeki batılı emperyalistlerin, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlatmış olduğu işgal savaşının yanı sıra NATO yayılmacılığına da karşı olan güçleri “terörist” görmeye varan saldırganlığı, dünya çapında savaş karşıtı hareketi geriye çekmiş, kendisine “sol” diyen güçler bile bu ideolojik abluka altında yolunu kaybetmişlerdir. Bir kez emperyalist savaşa karşı doğru pozisyon almakta yalpalar hale gelenler, diğer imha ve işgal saldırılarına karşı da ses çıkarmaktan imtina eder duruma gelmekteler.
Başta Kürt özgürlük hareketi ve emekçi sol hareket olmak üzere, bugün faşist rejimin Kürdistan’a dönük saldırganlığına karşı direnişi büyütmeye çalışan güçler deyim yerindeyse bu ideolojik abluka altında akıntıya karşı kürek çekerek, faşist rejimin Kürdistan’a dönük saldırganlığının önüne değişik mücadele yöntemleriyle geçmeye çalışıyor.
Dolayısıyla herkesten önce politik öncüler; devrimciler ve komünistler her iki savaş ve saldırganlık arasındaki bağlantıyı doğru kavramak, en geniş yerli ve göçmen politik kuvvetlere, işçi ve emekçilere kavratmak ve enternasyonal savaş ve işgal karşıtı hareketi yaratmak göreviyle karşı karşıyadır. Emperyalist savaşları ve yayılmacı işgal saldırılarını devrimci bir savaşa dönüştürmek, kriz ve kaoslardan halklar için devrimlerin filizlenmesini sağlamak ancak bu ideolojik netlik pozisyonunda kalınarak elde edilebilir.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 17 Haziran 2022 tarihli Perspektif köşesi