İnsanlık tarihi aynı zamanda sınıf mücadeleleri tarihidir. Ezilen sınıfların, işçi sınıfının geçici yenilgiler aldığı dönemlerde burjuva sınıf baskı ve sömürüsünü katmerleştirmiş, milyonları daha fazla açlık ve yoksulluğa iterek sefasını sürdürmüştür. Şüphesiz burjuvazi bu gücü kendisinin daha örgütlü olmasından ve işçi sınıfının ise sınıfsal bilincinin, örgütlülüğünün zayıflamasından almaktadır.
Burjuvazi elindeki zor aygıtları olan devasa devlet olanaklarına, ordusu, polisi, gizli servisi, yargısı gibi tüm araçları devreye sokarak ve aynı zamanda propaganda araçlarıyla kendisini olduğundan güçlü göstererek, işçi ve emekçilerde umutsuzluk, çaresizlik üreterek iktidarını sürdürmeye çalışır.
Sınıf mücadelesinin zayıfladığı, devrimci ve komünist hareket üzerinde saldırıların arttığı, gözaltı ve tutuklama saldırılarının yoğunlaştığı süreçler, zorlu süreçlerdir. Burjuvazi, iktidarını ayakta tutmak için devrimci ve komünist hareketi sadece örgütsel değil, ideolojik olarak da tasfiye etmek için yoğun ideolojik ve politik saldırılarını da sürdürür. Bu saldırıların merkezinde komünistlerin, devrimcilerin iradesini kırmak durur.
Böylesi zorlu süreçlerde iradesini, devrimci inancını koruyabilenler, bedeli ne olursa olsun ayakta durmayı başarırlar. Zayıflayan örgütsel yapıyı tekrardan güçlendirme ve iktidarı alma perspektifiyle sınıf mücadelesini geliştirmeye odaklanan örgütler, partiler öncü ve önderlik rollerini oynarlar.
Sınıfsal bilincin dumura uğratılmasında, ezen ve ezilen sınıflar arasındaki karşıtlığın silikleşmesinde burjuva ideolojinin hegemonyasında olan kitle örgütleri, insan hakları kurumları, sendikalar da araç olur. İşçi sınıfının örgütleri olan sendikalar, işçilere sınıfsal bilinci taşıma ve patronlarla aynı gemide olmadıklarını, çıkarlarının tamamen zıt olduğunu göstermek, insanca ve özgürce yaşayabilecekleri sosyalizm için mücadele etmelerini anlatmak yerine, sınıf uzlaşmacı ve mücadeleyi sadece biraz ücret zammı almakla sınırlamaktadırlar.
Avrupa’da burjuvazinin sendikalar üzerindeki hegemonyasını anlamak için tüzüklerine bakmak bile yeterli olacaktır. Örneğin Almanya’da birçok sendikanın tüzüğünde „mevcut sosyal düzeni”, yani emperyalist, kapitalist sömürü sistemini kabul etmek vardır. Ekonomik taleplerle sınırlı yapılan toplu sözleşme pazarlıklarında pandemi sürecinde olduğu gibi, patronları zorda bırakmamak adına sıfır sözleşmeler de yapmaktadırlar. Sendika yöneticileri birer patron gibi aylık almakta, davranmakta ve yaşamaktadırlar. Sınıf bilinçli işçilerin görevi bu asalakları sendikalardan kovarak ve sendikaları tabanın söz ve karar sahibi olacağı birer örgütlenmeler haline getirmektir.
Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Avrupa’da da işçi sınıfının eylemleri artmaktadır. İngiltere’den Almanya’ya, Belçika’dan Fransa’ya kadar grevler, direnişler, sokak eylemleri yükselmektedir. Özellikle kilit sektörlerde, hava ve kara ulaşımında yaşanan grevler, hayatı felç etmektedir. Pandemi süreci ile yasaklanan ve kesintiye uğrayan kitlesel protestolar yeniden gelişmektedir. Ekonomik talepli bu direnişlerin siyasal taleplerle buluşması elzemdir.
İşçi sınıfı ile bağların güçlendirilmesi her ülkede olduğu gibi, Avrupa ülkelerinde de bir görev olarak komünistlerin önünde duruyor. Farklı işyerlerinde çalışan komünist işçilerin sınıf kardeşleriyle iletişimi geliştirme, onlara uygun araç ve yöntemlerle sınıf bilinci taşıma görevleri unutulmamalıdır.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 5 Ağustos 2022 tarihli Perspektif köşesi