Yaz döneminin ardından devrimci mücadelemiz için yeni bir sürecin içerisindeyiz. Farklı coğrafyalar, farklı ağırlaşan sorunlar biçiminde ilerlese de, zorluklarla birlikte olanakların da bir o kadar yeni sürecin içerisinde yeşerip büyümekte olduğunun işaretleriyle dolu.
Çoktandır seçim sathına giren Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da faşist rejim işçi sınıfı ve ezilenlere, onların politik öncülerine dönük saldırılarını yeni dönemde daha da azgınca yürüteceğinin işaretlerini vermeye başladı. Rojava ve gerilla alanlarının aralıksız bombalanması, işçi sınıfı eylemlerine azgınca saldırı, Alevilere dönük katliam girişimleri, başta sosyalistler olmak üzere faşizmi alaşağı etmekte kararlı güçlere dönük işkence ve tutuklama terörü, egemenlerin kendi hukuk sistemlerini tanımaz halde uygulamaları, bütün döneme yayılma eğilimi içerisinde.
Ancak geride bırakılan yedi yıl boyunca aralıksız sürdürülen tasfiyeci saldırılarda olduğu gibi, yeni dönemin saldırılarında da faşist rejimin gayesine ulaşamayacağı direngen kuvvetlerin ortaya koyduğu baş eğmez tutumundan, açlık ve yoksulluğa mahkum edilen, ulusal ve inançsal soykırım yaşatılan milyonların derinleşen öfkesinden görülüyor.
Yaşadığımız emperyalist Avrupa ülkelerinde de durum pek farklı değil. Derinleşen emperyalist rekabet ve hegemonya mücadelesinin yerli işçi ve emekçilerin, göçmenlerin günlük yaşamları üzerindeki olumsuz etkileri, Ukrayna savaşıyla birlikte çok daha net bir biçimde görülmeye başlandı. Günlük zamlarla birlikte yaşam standartları alabildiğine geriledi. Açlık ve yoksulluk tehlikesi Avrupa halklarını da tehdit eder hale geldi.
Yaşanan enerji ve gıda kriziyle, pahalılıkla birlikte gelecek ay ve yılların milyonlarca emekçinin daha da yoksullaşması anlamına geleceği çok açık.
Bu durumu hali hazırda kabul etmeyen öncü işçiler ve kimi mücadeleci sendikalar, kapitalist devlet ve şirketlere karşı iş yavaşlatma, durdurma, grev ve direniş gibi yöntemlerle üretimden gelen güçlerini harekete geçiriyor, direniş örgütlüyorlar. Artık Almanya’dan Fransa’ya, Belçika’dan İngiltere’ye birçok ülkede günlük mücadele örneklerine tanık oluyoruz.
Hiç şüphesiz saydığımız tüm bu gelişmeler, Avrupa’daki Marksist Leninist komünistlerin temel politik mücadele gündemleri arasında yer alacak. Ancak yeni dönemin ağırlaşan görev yükünü omuzlamak, egemenler karşısında zaferler elde etmek çok daha fazla kararlı ve emekçi bir hatta durmayı koşulluyor. Özellikle başta Türkiyeli ve Kürdistanlı göçmenler olmak üzere, yerli işçi ve emekçilerle temas noktalarını ve anlarını çoğaltmak, kitle çalışmasını daha enerjik ve eksiksiz yerine getirme çabasında olmak, geleceğe daha emin ilerlemenin yolunu döşeyecektir.
Yine tüm bu gelişmeler ve müdahale istemi politik öncülerin önüne iki katı görevler olarak yansıyacağı çok açık. Zaman yetişememeyi affetmiyor. Belirli bir anda, belirli bir gelişmeye veya göreve müdahale edilmediği durumda, sonraki süreçleri de ağırlaştırdığı gibi zamansız yapılan müdahalede de yeterli sonuç alamamayı, dolayısıyla öncünün moral ve motivasyonunu olumsuz etkileyici rol oynayabiliyor. Bu duruma izin vermemek de, kolektif etkin bireylerin çalışma tarzlarını daha örgütlü ve planlı hale getirmelerini dayatıyor.
Günlük politik gündemlere müdahalede bulunurken de, takvimsel bir etkinliği örgütlerken de asla unutmamız gereken şey, kitlelere taşıyacağımız enerji ve mücadele kararlılığıdır. Ve bunun için gerekli olansa gerçeğe yakın kolektif etkin bireyler olabilmekte.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 2 Eylül 2022 tarihli Perspektif köşesi