Sömürgeci faşist rejimin Medya Savunma Alanları’na dönük Nisan 2022’de başlattığı askeri operasyonlar tüm hızıyla devam ediyor. KDP işbirlikçiliğinde gerçekleştirilen saldırılarda bugüne kadar istediği sonucu alamayan ve gerilla direnişini kıramayan faşist rejim, uluslararası antlaşmalarla yasaklanmış olan kimyasal silahları devreye soktu.
Daha önce de defalarca yine aynı bölgede ve Rojava’da başvurduğu bu yöntemle onlarca sivil insanı öldürdü ya da sakat bıraktı. Geçtiğimiz haftalarda ise 17 gerillayı katletti. Kimyasal kullanımını yalanlarla ısrarla reddeden faşist rejim, HPG’nin kamuoyuna sunduğu ve şehit olmadan önce gerilların ne yaşadıklarını gösteren görüntülerle köşeye sıkıştı. Bunun üzerine başta konunun araştırılması gerektiğini belirten TTB başkanı Şebnem Korur Fincancı ve konuyu gazete sayfalarına, TV ekranlarına taşıyan gazetecilere karşı tutuklama saldırısı başlattı.
Faşist rejim kendisinden beklendiği gibi yavuz hırsız gibi davranarak, katliamın araştırılmasını isteyen, konuyu gündeme getirenleri “suçlu” ilan ederek, kendisini aklamaya çalışıyor.
Başta Kürt halkı olmak üzere, devrimcilerin, sosyalistlerin, duyarlı bilim insanları, politikacı ve yazarların bütün taleplerine rağmen Avrupa emperyalistleri de katliama dair sessizliklerini koruyorlar. Katliam görüntülerinin hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak kadar net bir şekilde kimyasal kullanıldığını göstermesine rağmen hâlâ kanıt derdinde olan emperyalistlerin, durumu tam olarak ortaya çıkarmak için kılını kıpırdatmamaları, açıklama düzeyinde bile olsa konuya değinmemeleri, faşist rejime en azından işleyeceği katliamları görmeyecekleri teminatı verdiklerini kanıtlar nitelikte.
Aynı tavrı yine emperyalistlerin kontrolündeki Kimyasal Silahların Yasaklaması Örgütü’nde (OPCW) görüyoruz. Merkezi Hollanda’nın Hague kentinde bulunan ve 1997 yılında kimi devletler arasında imzalanan kimyasal silahları önleme sözleşmesinin uygulanmasını gözlemlemek için kurulan bu örgüt, yapılan görüşmelerde önce “bize kanıt getirin” diyordu. Görüntülerin ortaya çıkmasından sonra ise “ancak bir devlet başvurursa harekete geçebiliriz” demeye başladı. Yani o da 41 imzacısı arasında bulunan faşist devletle karşı karşıya gelmek istemedi, istemiyor.
Bu durumu değişen dünya koşullarıyla açıklamak mümkün. Yani dünyada derileşen emperyalist rekabet ve hegemonya mücadelesi, halklara karşı kirli pazarlıkların, çıkar politikalarının daha da görünür bir şekilde ön plana geçtiğini, başta insan haklarını düzenleyen uluslararası antlaşmalar olmak üzere birçok antlaşmanın artık yok hükmünde kabul gördüğünü gösteriyor. Yani Avrupalı emperyalistler günümüz koşullarında faşist rejime adı konmuş veya konmamış bir dizi antlaşmayla, böylesi katliamları kolay kolay görmeyeceklerinin sözünü vermiş gibi hareket ediyorlar. Zira Saray rejiminin ülke içindeki tasfiyeci saldırıları bir yana, yıllardır Rojava ve Güney Kürdistan’a dönük gerçekleştirdiği sayısız askeri operasyon karşısında üç maymunu oynamaları başka türlü açıklanamaz.
Bu durum konuyu gündemde tutan ve mücadele konusu yapan politik öncülerden kimyasal saldırılar da dahil, faşist rejim ve Avrupalı emperyalistler arasındaki kirli ilişkilere karşı mücadelenin daha geniş ölçekte ele alınması gerektiğini gösteriyor. Şüphesiz ki emperyalist kurumlar da dahil, her kurumu kendi kuruluş amacına uygun olarak hareket etmeye zorlamak bu mücadenin parçasıdır. Ancak bu kadar kirli ittifakın olduğu yerde bu kurumların ancak ve ancak sürekliliği sağlanmış, yerli halkların katılımıyla güçlendirilmiş çalışmalarla harekete geçeceğini ya da göçmen ve yerli halkların birlikte kararlı mücadelesi sonucu adım atmak zorunda kalacaklarını da unutmamak gerekir.
Bu konuda somut örneğimiz bugünlerde yıldönümünü kutladığımız Kobanê direnişidir. Fedai Kobanê savunması ve toplam direnişin dünyasallaşması, emperyalistleri harekete geçmek zorunda bırakmıştı.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 4 Kasım 2022 tarihli Avrupa Gündemi köşesi