Ukrayna savaşıyla birlikte derinleşen saflaşma ve küresel ayrışma, AB’nin ve özellikle de Doğu Avrupa ülkelerinin NATO’nun arkasına dizilmesiyle sonuçlandı.
Hızlı askeri silahlanma ve yeni üslerin kuruluşu kadar özellikle de İskandinavya, Balkan ve Slav ülkelerinin NATO’ya üyelik başvuruları ardı ardına geldi. NATO, savaşın kızıştığı Ukrayna’nın başvurusunu işleme almayı göze alamaz iken, fillen “tarafsızlığını” uzun yıllardır bozmuş İsveç’in üyelik sürecini başlattı.
Tayyip Erdoğan şefliğindeki sömürgeci faşist rejim, oluşan yeni koşulların çelişkilerini kendi lehine kullanmanın yollarını aradı. Bu doğrultuda İsveç’in NATO üyeliğini “Çöktürme Planı’nın genel hedeflerine” bağımlı kıldı.
PKK’nin, daha özelde gerillanın tasfiyesi, Rojava-Kuzey Doğu Suriye’deki devrimci kazanımların yok edilmesi, Türkiye’deki devrimci hareketin ezilmesi hedefine varmak için müttefik güçlerini savaş cephesine dahil etmeye çalışıyor. Batı emperyalizmi blokundaki – belirleyici olmasa da – Kürt politikasına itiraz edenleri susturmak, planlanan Kürt soykırımını kabul ettirmek istiyor.
Kuşkusuz PKK ve devrimci hareketin, Kürt halkının demokratik örgütlülüğünün kriminalizasyonu, “terör” olarak yaftalanması, AB emperyalistleri bakımından da bu genel hedefin en önemli bileşenlerini oluşturuyor. TC’ye ekonomik, askeri ve siyasi destek kadar PKK yasağı ve antiterör yasaları bu hedef doğrutusundaki pratiğin iki temel yönüdür.
İsveç’in NATO üyeliğine onayı karşısında İsveç şahsında bütün NATO’nun TC’nin Kürt politikası arkasında sıraya dizilmesidir yaşanılan.
Ve nihayetinde İsveç Dışişleri Bakanı Kristersson’un Ankara ziyaretinin ardından İsveç Parlamentosu, “antiterör yasalarını” güçlendirmenin yollarını açmak için Anayasa değişikliği oylamasına gidileceğini açıkladı.
Değişiklik, “terörizm ile ilişkide olan grupların örgütlenme haklarının” kısıtlanmasını içeriyor ve 16 Kasım’daki oylama ile – eğer gerekli çoğunluk sağlanırsa – 1 Ocak’ta yürürlüğe girecek.
Tabii ki de – en azından şimdilik – Anayasa değişikliği ve yeni antiterör yasaların temel muhatabı KÖH ve onun müttefikleri, devrimciler ve komünistler.
Fakat “antiterör” adı altında politik özgürlüklere saldırıların asıl muhatabının tüm uluslardan ezilenlerin örgütleri olduğu açık. Sonuçta yasayı TC’ye karşı bir taviz kapsamında yürürlüğe koymuş olsa da gerici ve faşizan genel saldırı dalgasının bir parçası olarak işçilerin ve ezilenlerin önüne dikiliyor.
Faşist şeflik rejiminin tasfiyeci saldırılarına karşı mücadeleyi yükseltmek, savaşın doğrudan parçası olan AB devletlerine karşı doğrudan mücadeleyi de içeriyor. Zira, faşist şeflik rejimi hedeflerine varmak için bu ülkelerin Anayasası’nı bile değiştirtiyor! Yani nesnel olarak Kürt sorununu Avrupa ülkelerinin “iç siyasetine” dönüştürüyor.
İsveç/Avrupa işçilerinin, Kürt yurtsever ve devrimci göçmenleriyle politik özgürlükleri savunma bayrağı altındaki birleşik mücadelesini büyütmek dışında sonuç alıcı bir yol yok.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 18 Kasım 2022 tarihli Avrupa Gündemi köşesi