Dünyada emperyalist çıkar ve paylaşım çelişkileri derinleştikçe, yoksulluktan ve savaşlardan dolayı yer değiştirme ve mülteci akımı büyüyerek yer değiştirmeye devam ediyor. Avrupa merkez olmak kaydıyla, dünyada yaşanan büyük kitleler halinde yer değişimi yaşanıyor. Bu durum kapitalist emperyalist sistemin yaratmış olduğu nesnel durum.
Tabi emperyalistlerin 1. dünya ve 2. dünya savaşlarında yapılan paylaşımlar yetersizliği, yeni bir paylaşımı zorunlu hale gelmiş durumda. Bu paylaşımda yoksul halklara dayatılan, savaşlarda başta ölüm, tecavüz, yerinden sürülme ve göç kaçınılmaz hale getirilimiş halde. Bu savaş politikalarırla her türlü insanlık dışı uygulama “meşru “sayılmaktadır.
Doğal olarak insanlarda, bu alanları terk ederek, daha insanı ve daha yaşanılabilinir bölgelere göç etmek zorunda kalıyor. Sözde daha insancıl ve demokratik olduğunu iddia eden Avrupa emperyalistleri. iş gelip göçmen ve mültecilere dayanınca, tam anlamıyla acımasız, insanlık dışı ve vahşeti dayayıp ölümü tercih olarak yaratıyorlar. Bütün sınırlar her türlü işkencenin, vahşetin ve açık mezarlığına dönmüş vaziyette. 2022 yılının ocak, şubat aylarında Polonya ve Belerus sınırında yaşanan insan vahşeti ve dramını unutmak mümkün mü? Yıl içinde İsviçre’de, 19 yaşındaki Afgan gencin, Deport edilme politikasına karşı intihar etti. Yine Yunanistan’da 18 yaşında bir mülteci genç polis tarafında vurularak öldürüldü. Kamp koşulları giderek zorlaşması, yeraltı kampların açılması ve insanların yeraltında yaşamaya mecbur bırakılmaya çalışılması. Spor salonları ve benzeri yerlerde kadın, erkek, çocuk, yaşlı ayırt etmeksizin bir arada, sağlıksız koşullarda yaşamaya mecbur bırakılması.
Tüm Avrupa ülkeleri mülteci politikasını ortaklaştırmış durumda. Mülteci gelişimini durdurmak için ortak sınır polisi örgütlenmesine rağmen, gelen mültecilerin anlatımları daha vahim bir dramın yaşandığını ortaya koyuyor. Sınırları kontrol edenlerin Afgan ve IŞİD gibi çetelerin elinde olduğunu ispatlıyor. Yani Avrupa’nın bazı sınırları İslamcı çeteler ve çıkar örgüleri tarafından kontrol altına alındı.
Avrupa’da, mültecilerin yaşam alan ve koşullarına bakıldığında elbette geldikleri ülkedeki yaşamla kıyaslanamaz. Ama Avrupa’daki yaşamla kıyaslandığında da, iyi olmadığını kabul etmek gerekiyor. İlk geldiğinde kampa alınıp, yalıtılmış bir yaşama mecbur bırakılıyor. Kampta kalma koşulları çok uzun tutuluyor ve bezdirip gitmesi için baskı aracına dönüştürülmüş bir vaziyette. Kamplar özelleştirlmis durumda, taşeron şirketlerde, kampta kalan mültecilerden, maliyeti düşürüp daha fazla kâr etmenin peşinde. Bu durumda mülteci yaşamı daha da zorlaştırıyor. Başka bir ülkeye gitmek yasak, çalışma izni olmadığı için, verilen çok cüzi bir parayla geçinmek zorunda bırakılmış durumda. Özellikle toplama kamplarında adaptasyon (uyum) adı altında, kampın temizlik işleri mültecilere yaptırılıyor. Artı taşeron firma, dışarıda işler alarak, günlük 30 frank gibi cüzi bir paraya mültecileri çalıştırıyor. Oysa bugün İsviçre’de, çalışmanın saati 30 ile 40 frank arasında. Ev tutabileceğin alanlar belirlenmiş durumda. Asla yerli halkın yoğun olduğu yerlerde ev tutamazsın. Çünkü sana belirlenen ücretle ancak, mültecilerin yoğun yaşadığı bölgelerde ev tutabilir ve yaşayabilirsin. Zaten dil bilmediğin için siyasal, sosyal ve kültürel ortak etkinliklerde bulunma olasılığın yok.
Yine hemen hemen Avrupa’nın her ülkesinde, mülteciler ev bulamadığı için sokakta kalıyor ve açıkla yüz yüze yaşıyor.
Belki denilebilir ki en azından yaşam tehlikesi yok. Evet üçüncü dünya ülkeleri ile karşılaştırınca bu tehlike daha az. Ama kapitalist emperyalist sistemin var olduğu, yaşamın her alanında bu tehlike var. Örnek mi; Fransa’nın başkenti Paris’te bulunan, Ahmet Kaya kültür Merkezi’nde, Türk istihbaratı tarafında organize edilen bir katliam yapıldı. Bu katliamda 3 yurtsever devrimci yaşamını yitirdi.