14 Mayıs seçimleri, gündemin başat konusu olarak valığını sürdürüyor. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da olduğu gibi, Avrupa’da faaliyet yürüten göçmen kurumları seçim çalışmalarına giriş niteliğinde toplantılar yapıyor, planlamalar çıkartıyor, en geniş Türkiyeli Kürdistanlı göçmenlere ulaşmak için güçlerini örgütlüyor.
Güçlü 8 Mart ve Newroz eylem ve kutlamalarında olduğu gibi seçim çalışmalarında da deprem, temel ikinci gündem olarak devam ediyor. Doğal bir felaket olarak yaşanan depremin kapitalist hırs ve faşist şeflik eliyle toplu katliama dönüştürülmüş olması, yaraların olabildiği kadarıyla kapanma sürecini zamana yayıyor. Her ne kadar faşist rejim seçimler yoluyla yaşanan felaketi, katliamı unutturma çabasında olsa da, halklarımız gerek 8 Mart gündemli eylemlerde, gerekse Newroz etkinliklerinde görüldüğü gibi bir yandan kaybettiklerini anarken, öte yandan faşist şeflik rejimine duyduğu öfkeyle hesap sorma bilincini keskinleştiriyor.
Evet depremle daha da görünür olan ve keskinleşen bu öfke ve hesap sorma bilinci, hiç şüphesiz ki seçim gündemine eklemlenerek, özellikle burjuva muhalefet tarafından, “AKP-MHP iktidarını gönderme” zeminine taşınıyor. Emekçi sol hareketin önemli bir parçası tarafından da –kimi farklılıklar olsa da- aynı biçimde işlevselleştiriliyor. Avrupa’da faaliyet yürüten politik öncüler cephesinde de ne yazık ki şu ana kadar yeterli bir farklı duruş ortaya konamadı.
Burada eleştiri konusu yapılan şeyin deprem de dahil olmak üzere değişik konuların seçim çalışmaları yürütülürken işlenmesi değil tabi ki. Eleştiri konusu yapılan şeyin kitlelerdeki öfkeyi açığa çıkartacak, faşizme karşı güçlü halk hareketini günlük politik mücadele ve eylem dizisiyle büyütmek yerine, değişimi seçimlere tahvil eden, kitlelere “seçimlerle her şeyin değişeceği” gibi ham hayaller taşıyan yaklaşımın kendisidir.
Burjuva muhalefetin elle tutulur bir değişim programından uzak, esas olarak faşist şeflik rejiminin restorasyonundan başka bir anlama gelmeyen pozisyonunun doğal akışı bu olmasına rağmen emekçi solun önemli bölüklerinin de bu pozisyonda ilerliyor oluşu, toplam olarak halklarımızın esas kurtuluş yolunu döşeyecek faşizmin yıkılışı ve politik özgürlüklere alan açacak süreci örmekten işçi ve emekçileri, ezilen halkları ve inançları uzaklaştırmaktadır. Oysa sınıf mücadelesinde tek tek kişiler belirleyici değildir, siyasi yapıların programıdır. Demokrasi ve özgürlükler kazanılacaksa bu ancak her düzeyde örgütlü faşizmi alt ederek olabilir.
Yine işçi ve emekçilere, halklarımıza tarihsel sorumluluk gereği burjuvazinin iki adayına da oy vermekten ziyade sömürgeci faşist rejime karşı örgütlenmek, antifaşist mücadeleyi büyütmek çağrısı, Cumhur başkanlığı seçimleri için temel pozisyon olmalıdır. Zira faşist şeflik rejiminin gemi azıya almış saldırganlığından alınacak nefes, tek başına Erdoğan’ın gitmesiyle değil, devrimci, demokratik mücadelenin büyütülmesiyle olacaktır.
Buradan bakıldığında Avrupa’da faaliyet yürüten devrimci sosyalistlerin seçim çalışmalarına girerken, çalışmaların tümü boyunca, ajitasyon-propagandada bir yandan en geniş göçmenlerin seçimlere aktif katılımını ve bugün itibariyle “Emek ve Özgürlük İttifakı” altında birleşmiş Yeşil ve Sol Parti’ye oyların verilmesi, ancak seçimler yoluyla rejim değişiminin şuanki tabloda yaşanmayacağı; bunun için tüm nehirlerin faşizme karşı güçlü halk hareketinin yaratılmasına akması gerektiği fikri ve eylemini kitleler içinde galebe çalar hale getirmek olmalıdır.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 31 Mart 2023 tarihli Perspektif köşesi