1915, bir soykırımdır. Bir çıplak soykırım gerçeğiyle karşı karşıyayız. Soykırımları halklar değil, zihniyetler ve devletler yapar. 1915 Hıristiyan soykırımı da örgütlü bir devlet katliamıdır. Anadolu, Kürdistan, Mezopotamya ve Ermenistan topraklarında yaşanan 1915 Ermeni soykırımı, devlet eliyle yaşatılan bir haksızlığın, adaletsizliğin ve ahlaksızlığın uygulanmasıdır.
Soykırım ve pogromlarda, tehcir ve mübadelelerde insanlar sadece yaşadıkları yerlerden koparılmıyor ve katledilmiyorlar. İnsanlığın ve dünyanın en eski topraklarından birisi olan Anadolu ve Mezopotamya’da oluşan kültürleri, yaşam özellikleri, yapısal üretim biçimleri, araçları ve varlıklarını temsil eden her şey yok edildi. Soykırımlarda sadece hayatlar değil, yaratılan ve oluşturulan değerler ve birikimler de yok ediliyor. Bunların da bazı sonuçları oluyor bize miras kalan. Bugün Anadolu, Pontus, Batı Ermenistan ve Kürdistan topraklarında savaş, katliam, yoksulluk, eğitimsizlik, geri kalmışlık, işsizlik ve halen insanlar can veriyorlarsa bunun önemli nedenlerinden birisi soykırımı yaratan zihniyetin halen devam ediyor olmasıdır. Bu topraklarda yaşamın ana damarı ve üretici gücü olan Ermeniler, Rumlar ve Süryaniler öldürüldü, sürüldü ve yok edildiler. 1915’te bu toprakların yaşam kaynakları ve uygarlıklar yok edilmiştir.
Ermeni Soykırımı 20. yüzyılın en büyük ilk soykırımıdır.
Bütün soykırımlar ve katliamlar birer devlet operasyonlarıdır. Bu kadar devasa operasyonların tesadüfi olması mümkün değildir. Ermeni soykırımı örgütlü bir devlet soykırımıdır. Bütün soykırımlarda olduğu gibi Ermeni soykırımı da insanlığa karşı işlenen büyük bir soykırımdır, suç ve siyasi cinayettir. Soykırım bir insanlık suçudur. Soykırım canlı ve cansız her şeye karşı işlenen bir suçtur. Soykırım suçu bütün halkların olduğu gibi Ermeni, Süryani ve Rum halklarının da ulusal bilinci, düşüncesi ve iç dünyasını parçalamıştır.
1915 Soykırımı, Türkçüleştirme ve Müslümanlaştırmaya Dayalı Ulus Devlet Yaratma Stratejisidir.
Bu toprakların tarihi kanlıdır ve kanla yazılıdır. Baştan sona kanla yazılmış bu tarih insanlık tarihinin de en uzun yılıdır. Osmanlı topraklarında Hıristiyan halkların erken uluslaşma süreci soykırımla sonuçlanmıştır. Ümmetçi Müslümanlar uluslaşma sürecinde Hıristiyanlara öfke ve nefret duymuşlardır. Bunun için Osmanlı’da uluslaşma ve çözülme süreci çok kanlı olmuştur. Yalan, kin ve nefret üzerine oturtulmuş tarihten insanlık adına çıkaracağımız ve alacağımız hiçbir şey yoktur. Bugün olanlar ve yaşananlar tarihin tekrarı ve sürekliliğinin bize yansımalarıdır.
Türkçülük ve Müslümanlaştırma Stratejisi Olarak Soykırım Halen Devam Eden Bir Süreçtir
Tarihte var olan imparatorluklar çok etnik siyasal ve toplumsal yapılardı. Uluslaşma sürecinde imparatorluklar çözülmeye başladılar. Bunun sonucunda ulusal devletler doğduğu gibi çok uluslu devletler de kuruldu. Çok uluslu devletler Britanya, Rusya, İspanya, Belçika ve İsviçre gibi devletlerdir. Osmanlı İmparatorluğu dağılırken merkezde Türkçülüğü savunanlar çoğulculuğu reddettiler. Tekli devleti, tek ulus, tek kültür, tek dil, tek din ve tek mezhep üzerinde kurmayı hedeflediler. Kurdukları devleti toplumun yapısı ve ihtiyaçlarına göre değil tersini yaptılar. Tekçi devlete uygun bir toplum yaratmayı düşündüler. Bunun için topluma uymayan bu yapı bugün halen çok sancılı, acılı ve kanlı sorunlar üretiyor ve yaşatıyor. Osmanlı’nın dağılması ve yıkılması süreci beraberinde 1910 başlarında Rum tehciri uygulaması ile başlayan katliamlar soykırımın ateşleyicisi oldu. 1915’te Ermeni, Rum ve Süryani soykırımı takip etti. Cumhuriyetle birlikte Rum tehciri, Trakya’da Yahudi tehciri, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül pogromuyla sermeyenin Türkleştirilmesi sağlandı ve 1964 yılında Rumların gönderilmesiyle Hıristiyan soykırımı süreci noktalandı. Osmanlı’nın dağılmasıyla birlikte Türk Devleti dahil birçok devlet doğdu. İmparatorluk topraklarında 1912-1922 yılları arasında üç savaş yaşandı. Bu savaşlar bu topraklarda halklar arasında etkileri bugüne kadar süren kin ve düşmanlık tohumları serpiştirdi.
Dün ile bugün arasındaki ilişkinin, çatışmanın ve yüzleşmenin anlamlı olabilmesi, geçmişin bütün gerçekliğiyle açığa çıkarılmasına bağlıdır. Bunun mantığının, araçlarının, yollarının ve dilinin nasıl oluşacağı ise iyi düşünülüp etüd edilmelidir. Tarihin ve geçmişin bilinmesi mutlaka gerekiyor. Tek tek insanlarda var olan bilgilerin kıymetini bilmek, tarihi oluşturan insanların ve gerçek yaşananların açığa çıkarılması, görünür kılınması ve toplumsallaştırılması gerekiyor. Bizim tarihe karşı sorumluluğumuz, tarihi karanlık dehlizler ve saklı sayfalardan çıkarıp görünür kılmaktır. Mevcut ve resmi tarih anlayışı gerçeği ve kendini açıklamak yerine, hep ötekileri yanlışlayarak kendini tanımlama üzerine kuruludur. Bunun sonucunda da öteki tarihi, öteki bilgiyi, öteki gerçeği küçümsemek, dıştalamak ya da yok saymak pratiği oluşuyor.
Oysa yaşanan tarihi süreç, tek tek insanlardan, gruplardan ve toplumlardan büyük toplumsal ilişkiler, trajediler sosyolojik hayatları içeriyor. Ötekini yok sayan, ben merkezli bir tarih kavrayışını içeren yapısal sorunlar, biz olmayı, tabuları yıkmayı ve gerçeği açığa çıkarmayı engelleme amaçlıdır. Son yüzyılın siyasal ve toplumsal tarihine ait bilgilerin resmi tarihe bırakılmasının faturası bize ve halklara çok ağır olmuştur. Resmi tarih her zaman olduğu gibi sorun olmaya devam ediyor. Bunun için tarihi oluşturan milyonlarca insanın devamcılarının kendine ait bilgilere sahip olması, öğrenmesi ve bütün bunların toplumsallaştırılması doğal ve önemli bir görev olarak durmaktadır.
Her halkın ve topluluğun devletle ve sistemle yaşadığı çatışmalar; kendi içinde yaşadığı siyasi ve psikolojik haller; öteki halklar ve topluluklarla yaşadığı sorunlar ve çelişkiler doğru bir biçimde analiz edilip gün yüzüne çıkarılmalıdır.
Tarihi yapan ve yaşayan insandır. İnsansız tarih yoktur. Tek düze siyasi saptamalardan ve hayatlardan ziyade, ne yaşadıklarını bilmediğimiz insanların yaşamlarını bilinir kılmak hem algıların kırılması ve hem de ezberlerin bozulmasıdır tarih. Bu açıdan tarih bir itiraz etme hakkı olarak da okunabilir. Dünyanın neresinde ortaya çıkarsa çıksın veya kimler tarafından yaşanırsa yaşansın bu türden insanlık dramları ve kıyımlarının bir daha, hiç ama hiç tekrarlanmamasını dileriz.
İyimser olmak kuşkusuz karamsar olmaktan iyidir ama gerçekçi olmak daha iyidir. Bardağın boş tarafı, dolu tarafı değil, her iki tarafını görmek daha doğrudur. İyimserliği hayalciliğe vardırırsak hayal kırıklığı yaşarız. Bu nedenle iyimserlik yerine umutlu olmak ve umutlu kalmak en doğru olandır. Bilginin gücü ve bilimin ışığıyla, adalet arayışının çığlığıyla umutlu ve aydınlık bir geleceğe merhaba.
- yüzyılın soykırım ve katliamları ile hesaplaşmak, tarihin bu karanlık sayfasının sorumlularının yargılanması mücadelesi önümüzde bir görev olarak durmaktadır. Bu yapılmadığı sürece yeni katliamlarla ve soykırımlarla karşılaşmak kaçınılmazdır.