6-9 Haziran 2024 tarihlerinde gerçekleşen Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ırkçı-faşist partiler oylarını ve koltuk sayılarını büyük oranda arttırdı.
Irkçı-faşist hareketin zaferinin ardından Merkez sağ tandanslı Belçika Başbakanı Alexander De Croo istifasını açıkladı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Fransız Ulusal Meclisini feshederek erken seçim kararı aldı. İtalya’da Başbakan Giorgia Meloni’nin partisi faşist İtalya’nın Kardeşleri birinci sırayı aldı. Almanya’da faşist AfD (Almanya için Alternatif) muhafazakarların ardından ikinci sırada yer aldı. Hırvatistan’da aşırı sağ ilk defa Avrupa Parlamentosu için bir milletvekili çıkardı. Hollanda’da aşırı sağcı, faşist PVV 6 sandalye ile yükselişe geçti.
Özellikle göçmenlere karşı ırkçı politikaları ile öne çıkan faşist partilerin bu seçim zaferi sonrasında -halen Avrupa Parlamentosu’nda ve Avrupa genelinde birinci sıradaki yerini koruyan muhafazakarların, aşırı sağ ile aralarına çektiği setin zayıflaması, Hollanda başta olmak üzere ittifak haline gelmeleri de dikkate alındığında- Avrupa siyasetinin yeni bir sürece girdiğini söyleyebiliriz.
Aşırı sağın, ırkçı-faşist partilerin Avrupa’da zaten başlamış olan göçmen karşıtı kampanyaları, sosyal hakların kısıtlanması ve süregelen savaş ekonomisini yeni bir boyuta çıkartma çabası çok daha büyük bir özgüvenle devam edecektir.
Her ne kadar merkez sağ partiler, istifa açıklamaları yaparak veya erken seçim kararı alarak büyük şaşkınlık gösterseler de, aslında mevcut seçim sonuçları, seçim öncesi anketler ile örtüşüyor. Dolayısıyla söz konusu şaşkınlık görünümü ve hızlı kararların ise çok daha önceden belirlenmiş olduğunu öngörebiliriz.
Esasında yenilgi sonrası nefes alma, antifaşist güçleri yedekleyerek iktidarını sürdürme niyeti taşıyan bu kararların, aşırı sağın, faşist hareketin yükselişi karşısında bir çözüm arayışı olmadığı ortada.
Seçim sonuçlarının ardından, özellikle öğrenci gençliğin öncülüğünde sokaklara çıkarak sol güçlerin birleşmesi talebiyle gerçekleştirdiği eylemler ise karanlığa ışık tutar nitelikte.
Elbette ki, aşırı sağın bu yükselişi karşısında en büyük tehlikeyi yaşayan göçmenler, işçi sınıfı ve ezilen halklar; gerek niceliksel olarak, gerekse de üretimden gelen güçleri ile bu faşist yükselişe dur deme gücüne potansiyel olarak fazlasıyla sahip.
Hitler, Mussolini, Franco faşizmlerine kaşı birleşik cepheyi kurmayı başarmış, Fransa’da faşizmin iktidara gelmesini Halk Cephesi’ni kurarak engellemiş olan Avrupa halklarının, tarihten de dersler alarak, faşist saldırıların eli-kolu bağlı hedef tahtası haline gelmeden harekete geçme; tüm antifaşist güçlerin temsilcilerinin en geniş birleşik cepheyi örgütleme, kapitalist zehirlenmeye karşı etkili mücadeleler örgütleyerek en büyük gücü; işçi sınıfı ve ezilen halkları bilinçlendirme ve faşizme karşı örgütleme yükümlülüğü mevcut.
Özel olarak da, büyük oranda örgütsüz biçimde büyüyen ve Avrupa siyasetinde özne rolüne sahip olamayan ancak her fırsatta tüm sorunların müsebbibi ve ilk saldırıların hedefi olan göçmen kitlelerin politik özne haline gelmesi, -hatta göçmen bölgelerindeki aşırı sağ oylarındaki yükseliş düşünüldüğünde, göçmen kitleler arasındaki ırkçılıkla da mücadelenin büyütülmesi ve göçmen kitlelerin de bilinçlendirilmesi- ve faşizme karşı örgütlenmesi yaşamsal önem taşıyor.