15-16 Haziran’ın yıldönümünde gerçekleştirilen işçi sempozyumu sona erdi. Sempozyumun son oturumunda devrimci siyaset ve yöntem, Kürt özgürlük hareketi eksenin devrimci sınıf siyaseti, sosyalist kadın çizgisinde devrimci sınıf siyaseti ve ayaklanmalar ışığında işçi sınıfı devrimci siyaseti üzerine tartışma yapıldı. İki gün süren sempozyum BİH Sözcüsü Meliha Kayacı’nın konuşmasıyla sona erdi.
Birleşik İşçi Hareketi (BİH), Kadın İşçinin Sesi ve Limter-İş Sendikasının komünist işçi önderi Süleyman Yeter’e atfettiği “21. yüzyılda işçi sınıfı hareketi, deneyimler, eğilimler” sempozyumu “Sınıfın devrimci siyasetini nasıl kurmak gerekir” başlıklı tartışma ile sona erdi. İstanbul Şişli’de bulunan Nazım Hikmet Kültür Merkezinde gerçekleştirilen sempozyumun son oturumunda Hasan Polat moderatörlük görevini üstlendi. “Marksist leninist teori ekseninde devrimci siyaset ve yöntem” konusunda İbrahim Çiçek, “Kürt özgürlük hareketi ekseninde devrimci sınıf siyaseti ve yöntem” konusunda Cengiz Çiçek, “Sosyalist kadın çizgisinde devrimci sınıf siyaseti ve yöntem” konusunda Çiçek Otlu ve “Ayaklanmalar, mücadeleler ışığında işçi sınıfının devrimci siyasetinin ne söylediğine” ilişkin Ali Ergin Demirhan sunum yaptı.
KÜRDİSTAN’DA ÇIKAN YANGINDA HAYATINI KAYBEDENLER ANILDI
Komünist önder Süleyman Yeter’i anan Hasan Polat, Kürdistan’da günlerdir süren orman yangınlarını hatırlattı. Devletin yangına beklendiği üzere müdahale etmediğini söyleyen Polat, “Orada kaybettiğimiz insanlarımızı anıyorum” dedi.
ÇİÇEK: DEVRİMCİ BİR YOL ARAYIŞI İÇİNDEYİZ
İlk sunumu yapmak üzere İbrahim Çiçek söz aldı. 1989’da 1 Mayıs’ta Bayrampaşa’dan tahliye olduktan birkaç gün sonra öncü işçilerin toplantısına katıldığını hatırlatan Çiçek, o toplantıda Süleyman Yeter’le karşılaştığını söyledi. Komünist işçi önderi Süleyman Yeter’in işçi sınıfı davasına kendini adadığını anımsatan Çiçek, devrim şehitlerinin ideallerini gerçekleştirmek için mücadeleyi sürdüreceklerini vurguladı.
İki günlük sempozyumun çok değişik cephelerden, sendikalar, kadın hareketi, feminist hareket, memur sendikaları, bağımsız sendikalar ve değişik partilerde, gazetelerde, siperde mevzilenmiş mücadele eden, geleceği kurmaya çalışan gerçekliğimizi gördüğümüz bir fotoğraf ortaya koyduğunu söyleyen Çiçek, kuvvetlerin belirli eksenlerde odaklanamadığını, birleşemediklerini gösterdiğini yani zayıf ve güçlü yanlarını ortaya koyduğunu vurguladı. Çiçek, “Devrimci siyaset öteden beri devrimci bir yol arayışı demek. Türkiye’de Osmanlı’dan Ermeni yoldaşlardan başlayarak; Mustafa Suphilerden, Denizlerden, Mahirlerden, İbrahimlerden ve bütün tarih boyunca böyle. Biz de bu yol arayışımızı, işçi sınıfının, sosyalist hareketin durumunu değiştirmek, burjuvazinin, sömürücü sınıfların egemenliğini kırmak için yol ararıyışı içindeyiz” dedi.
‘İŞÇİ SINIFI VE SENDİKALAR SERMAYE VE DEVLETİN HEGEMONYASI ALTINDA’
Kürdistan devriminin 1980’lerde gerilla hareketiyle kendine bir yol bulduğunu, serhildanlarla buluşarak ilerlediğini hatırlatan Çiçek, Türkiye’de de 1970’lerde Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin açtığı yoldan ilerlendiğini kaydetti. Sendikaların sermaye ve devletin kontrolü altında, işçi sınıfı ve sendikal hareketin zayıf olduğunu belirten Çiçek, “İşçi sınıfının kendi durumunu değiştirmesi için bu hegemonyadan çıkması, kendi çıkarlarının peşine düşmesi gerekir. Fakat işçi sınıfı hareketinde bu durum, emperyalist küreselleşmenin 24 Ocak kararlarından başlayarak Türkiye’ye taşınması, özelleştirme, taşeronlaştırma, esnek üretim, işçi sınıfının atomize edilmesi, sendikaların parçalanması, 12 Eylül’ün siyasi olarak bunu yapması, emperyalist küreselleşmenin egemenliğiyle birlikte hem yeni bir döneme girmemiz hem de eksi yapılarımızın tasfiyesiyle karşı karşıya kaldık. Sendikal hareket parçalı, güçsüz. Fakat daha kötüsü de, sendikal hareketle sosyalist hareketin etkileşimi de çok zayıf ve sosyalist hareket de çok zayıf. Sosyalist hareketin durumu da kriz olarak tarif edebilriz. Sovyetlerin Birliğinin dağılması, 12 Eylül sonrası tasfiyecilik, Varşova Paktının yıkılmasının getirdiği karşı devrimci dalgıyla birlikte bir yapısal krize yuvarlandılar. Bir yandan işçi hareketi, sendikal hareket, grevler, direnişler, dernekler, dergiler her çeşit işçi örgütlenmelerinin toplamı olarak işçi sınıfının hareketi, bir yandan da kendini marksist leneinist gören devrimci hareketler var. İki hareket de kriz içerisinde” dedi.
‘İŞÇİ SINIFI VE SOSYALİST HAREKET BİRBİRİNDEN YALITIK’
İşçi sınıfının sosyalist hareketten, sosyalist hareketin de işçi sınıfından yalıtık olduğunu vurgulayan Çiçek, bu zaaflı durumun aşılması için şu önerileri yaptı: “Bu yapısal kriz durumu; sendikal hareket emperyalist küreselleşme koşullarında kendini yeniden güçlü bir şekilde var edecek yol, yöntem, örgütlenme biçimi bulamadı. Bunun için çok arayışlar oldu. Limter-İş arayışı var. TİS sendikacılığı değil, havzada işçilerin ve politik güçlerine dayanarak sendikacılık yapmak. Bağımsız sendikalarında bu konuda çok değerleri arayışları olmasına rağmen bu süreçten çıkılamadı. Yeni dünya koşullarında, yani emperyalist küreselleşmenin hakim hale geldiği, dünyanın çevresinin değiştiği koşullar altında, devrimci önderlik ve politika sorununu kitlelerin eylemine karşılık düşecek şekilde çözemedi. 2019 yılında yaklaşık 45 ülkede ayaklanma olduğu, hepsinde sosyalistlerin devrimcilerin etkisi çok sınırlı. Halklar sarayların, iktidarların önüne kadar gidiyor. Ama iktidarı almak ve başka iktidar kurmak, yeni bir dünya kurmak girişiminde bulunmuyorlar. Dolayısıyla dünya çapında da sosyalist hareketin kirizinden söz edebiliyoruz. ” ifadlereni kullandı.
İşçi sınıfının sosyalist düşünceyle buluşmasının ne anlama geldiği sorusunu yönelten Çiçek, bu soruya şunları ekledi: “İşçi sınıfnın sosyalist düşünceyle buluşması ne anlama gelir. Mesela işçi sınıfının bilinci, kadın kurtuluş mücadelesini içerecek mi? Mesela işçi kadınların kurtuluş mücadelesiyle işçi sınıfı mücadelesi birleşecek mi? Mesela Kürt halkıyla Türk halkının, halkların eşit olduğu bilincini işçi sınıfı taşıyacak mı? Ya da hapishaneler, tecrit konusu işçi sınıfını ilgilendirecek mi? Ya da akademi, gençliğin bütün sorunları işçi sınıfının bilinci içinde olacak mı?”
‘İŞÇİ SINIFI TOPLUMUN YENİDEN KURULUŞUNUN ÖNCÜSÜ OLACAK’
İşçi sınıfının toplumun yeniden kuruluşunun öncüsü olacağını hatırlatan Çiçek, “İşçi sınıfı sadece göçmen işçileri kendi safları içinde görmeyecek, aynı zamanda önder olabilmek için toplumun bütün diğer ezilen, sömürülen toplumsal kesimlerinin taleplerine sahip çıkan, programında birleştiren öncü sınıf olarak yeni toplumun, sosyalist toplumun, kadın özgürlükçü, antiemperyalist antisömürgeci demokratik bir toplumun kurucusu olacağı için sınıf bilincini böyle tariflememiz gerek. Soruya devam ederser, işçi sınıfının burjuva ideolojisinden koparılması sorunu devrimci siyasetin en temel sorunu budur ve nasıl gerçekleşebilir” sorusuyla devam etti.
‘BURJUVAZİNİN HEGEMONYASINI KIRMAK İÇİN BİR MERKEZ OLUŞTURULMALI’
İşçi sınfının sermayenin hegemonyasından koparılması sorununa sosyalist hareketin bazı kesimlerinin, “ilerici bir işçi hareketi örgütleyelim” yanıtı verdiğini, bazılarının ise “partinin görevlerini de üstlenecek sendikal örgütlenmeler yapalım, sendikal mücadele yolundan örgütlenebiliriz” dediğini belirten Çiçek, “Burjuva hegemonyanın kırılabilmesi için bir karşı hegemonya kurulmalı. Ana sorun, burjuva hegemonyayı kıracak, bir cazibe merkezinin, karşı hegemonya merkezinin yaratılamamış olmasıdır. Türkiye’de devrimci siyasetin sorunlarının çözümünü kolaylaştıracak sorun böyle bir hegemonya merkezinin inşa edilmesidir. Bunun kolay olduğunu iddia etmiyorum. Kürt özgürlük hareketi böyle bir hegemonya merkezi olmasaydı karşımızda büyük bir kitle hareketi çıkmayacaktı. Filistin’de böyle bir hegemonya merkezi olmasaydı böyle büyük bir direniş hareketi çıkmayacaktı. Filipinler ya da dünyadaki başka örneklerden yola çıkalım. 1917 Şubat devrimi bolşevikler onu sosyalist sıçratmasaydı yarı yolda kalacaktı. Ne zaman ki Bolşeviklerin hegemonyası kuruldu, burjuvazinin etkisi kırıldı, Ekim devrimine yol açıldı. Türkiye’de karşı karşıya olduğumuz sorunun ana noktasını, burjuva hegemonyasına karşı hegemonyanın oluşması, devrimci bir hegemonyanın yaratılması için devrimci bir merkez oluşturulması sorunudur” diye vurguladı.
‘3. CEPHENİN KURULMASI BURJUVA HEGEMONYANIN KIRILMASINA HİZMET ETMELİ’
Birleşik mücadele ve cepheleşme siyasetinin de buna odaklanması gerektiğini vurgulayan Çiçek, cepheleşme siyasetinin emek cephesi yaratmak olmadığına işaret etti. Emek cephesi içinde güçlerinin çok sınırlı olduğunu belirterek birinci sorunun özgürlük sorunu olduğuna dikkat çeken Çiçek, “Grev özgürlüğü yok, sendika özgürlüğü yok, direniş özgürlüğü yok. Alevinin demokratik, eşit yurttaşlık talebi için de birinci sorunu politik özgürlük sorunudur. Kürdün talebi de politik özgürlüktür. Göçmen işçinin, kadınların birinci talebi de politik özgürlüktür. Ancak faşizme, sömürgeciliğe, emperyalizme karşı cephe oluşturma siyaseti üzerinden buna 3. cephe diyoruz, 3. cephenin oluşturulması burjuva hegemonyanın kırılmasına hizmet etmesi gerekir. Genç kuşaklar, devrimciler buraya odaklanmalı” diye konuştu.
Bağımsız sendikalar kurulması, mahallelerde, fabrikalarda çalışma yürütülmesinin doğru olduğunu ancak kritik noktasının böyle bir hegemonya merkezi yaratma iddiasında olan gençlik, kadın, kültür sanat, ittifaklar alanındaki tüm kuvvetlerin bu görüş açısına sahip olması olarak tarifleyen Çiçek, “Bu hegemonyayı fabrika fabrika, mahalle mahalle çalışarak kıramayız. Bütünde kırmamız gerek. Cazibe merkezi etrafında politik sürecin örgütlenmesi, bütün kuvvetlerin kendi bulundukları pozisyondan burjuva hegemonyayı kıracak şekilde faşizme karşı mücadelenin, özgürlük mücadelesinin, demokratik halkçı bir yönetimin sosyalizme açılan programın uygulamaya sokulması sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır” ifadelerini kullandı.
‘HEGEMONYA MERKEZİ İŞÇİ SINIFININ DEVRİMCİ PARTİSİDİR’
Kurulacak hegemonya merkezinin işçi sınıfının sınıf mücadelesinin değişik boyutlarını birleştirme iddiasında olması gerektiğinin altını çizen Çiçek, “Bir kısmı teorik, ideolojik boyutu, bir kısmı ekonomik sendikal mücadele, bir kısmı politik iktidar mücadelesi, bir kısmı psikolojik moral boyutu. Bu tek tek parçalarda yürütülen mücadelelerin etkili olması tek merkezden eş güdümlü yürütülmesine bağlı. Böyle bir merkez ancak işçi sınıfının öncü kesimlerinin oluşturduğu bir devrimci parti olabilir. İşçi sınıfının bütün görüş açısıyla işçi sınıfına, işçi sınıfının dünya görüşüne, deneyimlerine bağlı bir parti olması lazım” dedi.
‘İŞÇİ SINIFININ ERKEK BÖLÜKLERİNİ KADIN ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNİN YANINA ÇEKMELİYİZ’
Bu merkezin kadın kurtuluş mücadelesini işçi sınıfının mücadelesi kadar sahiplenmezse ilerleyemeyeceğini vurgulayan Çiçek, “Burjuvazi, faşist şeflik rejimi işçi sınıfının erkek bölüklerini satın almaya, yanına çekmeye, köle kadın vaatleriyle teslim almaya çalışıyor. İşçi sınıfının erkek bölüklerini kadın özgürlük mücadelesinin yanına çekebilmemiz gerekiyor. Sosyal şovenizme karşı büyük bir mücadele yürütmemiz lazım” diye konuştu.
Çiçek, son olarak şunları söyledi: “İşçi sınıfı üzerindeki burjuva hegemonya karşısında, bir karşı hegemonya odağı yaratmak devrimcilerin en büyük görevidir. Marksist leninist komünistlerin bu odağa göre kendilerini konumlandırmaları gerekir. Mücadelenin bütün araçlarını, bütün imkanlarını tek merkezden yönetmek, taktik bütün hareketleri, cepheleşme hareketleri gibi stratejik hareketlerini de bu amaca bağlamak gerek.”
OTLU: CLARA, ROSA, ALEKSANDRA, İNESA YOL GÖSTERİCİMİZDİR
Çiçek Otlu da komünist işçi önderi Süleyman Yeter’i anarak konuşmasına başladı ve onun yolunda yürümenin, anılarını yaşatmanın önemli olduğunu vurguladı. Devrimci kadın önderleri selamlayan Otlu, Clara Zetkin, Rosa Luxemburg, Aleksandra Kollontai ve İnessa Armand’ı andı. Devrimci kadın önderlerin çoğu zaman unutularak adlarının ve mücadelelerinin anılmadığı eleştirisinde bulunan Otlu, devrimci, komünist kadınların Marks, Engels kadar yol gösterici olduğunu vurguladı.
‘KADIN DEVRİMİ PROGRAMINI OLUŞTURDUK’
Devrimci siyasetin devrimci programı bir partisi olması gerektiğini hatırlatan Otlu, kadınlar cephesinden de bir kadın devrimi programı oluşturduklarını kaydetti. “Kendi yol çizgimizi kurmaya çalıştık. Bu iki programı buluşturduğumuz koşullarda gerçek anlamda yol arayışını ve yöntemini bulacağız. Sadece sermeye egemenliğine karşı mücadele yetmeyeceğini biliyoruz, erkek egemenliğine karşı mücadelenin de çizgisini oluşturmamız gerekiyor. Kimi kadın arkadaşlar feminist mücadele ediyor benim geldiğim çizgi bunu kadın devrim mücadelesi programatik görüşü ve teorisiyle oluşturuyor. Bu çizginin proletarya diktatörlüğünü kurarken bir yol arayışında önemli bir nokta” diye konuştu.
‘SERMAYE İLE ERKEK İŞBİRLİĞİNİ YIKMAK İSTİYORUZ’
Kapitalizmin temel çelişkisine dikkat çeken Otlu, en önemli olanın özel mülkiyetin karakteri olduğunu dile getirdi. Kadını eve sokan, ev köleliğini getiren, erkek egemenliğine nüfus eden kapitalist sistemin o parçası unutulduğunda devrimin bir ayağının eksik kaldığının altını çizen Otlu, “İşte orada erkek egemenliği ve işbirliği başlamış oluyor. Siz istediğiniz kadar diktatörlüğü yıkacağınızı söyleyin, o diktatörlüğün içerisinde sermaye diktatörlüğü dışığnda bir de erkek diktatörlüğü var. Sermaye ile erkek işbirliğini, bu sözleşmeyi yıkmak istiyoruz. O nedenle kadın devrimi programını görüş açısı olarak ortaya koyduk sosyalist kadınlar olarak” ifadelerini kullandı.
‘KADIN DEVRİMİ PROGRAMI BİR STRATEJİYE BAĞLI’
Otlu, cins çelişkisinin daha doğru anlaşılması gerektiğini söyleyerek şunları ekledi: “Çünkü ilk köleyiz ve ilk kayıp halkayız. Biz kayıp halkayı ve ilk köle olma halini ortadan kaldırmadığımız müddetçe, kadınların özgürlüğü veya kurtuluşu mümkün değildir. Biz erkek komünistlerin, parti ve örgütlerin kadın mücadelesiyle ilişki kurması gerektiğine, eşit işe eşit ücretin ne anlama geldiği, sendikal mücadelde regl izninden, menopoz iznine, kreş hakkına varana kadar neden olması gerektiğini tartışmaya ihtiyaç var. İktidar mücadelesi dediğimiz her yerde iktidarla mücadele edeceğiz. Kadın devrimi programatik görüş bunu söylüyor. Sermayenin erkek egmenliğine, parti içi kadınları görmeyen yanına, sendikalardaki erkek bürokrasisine karşı mücaedeleyi yürütmeyi görev biliyoruz. Hiçbir şeyin eki değiliz. O yüzden kadın devrimi programımızı anlatmak istiyorum. Bu program bir stratejiye bağlı, kime karşı mücdale edeceğimiz, ittifak politikalarımız belli. Feminist arkadaşları, proleter erkekleri, LGBTİ arkadaşları ittifak gücü olarak görüyoruz. Kadın devrimi programı bize rehberdir. Yol arayışımızda bu programı uyguladığımızda, proleterya diktatörlüğünün cins özgürlükçü yanı, devrimci siyasetin devrimci programı daha net gözükecektir.
‘EMEKÇİ KADINLAR KURULTAYI SINIF MÜCADELESİNDE KADIN SİYASETİNİ ORTAYA KOYDU’
Sınıf mücadelesi ile cins mücadelesinin yükselmesinin aynı dönemlere denk geldiğini ve birbirini ivmelendirdiğini aynı şeyin Kürt özgürlük mücadelesi ile cins mücadelesi arasında da bulunduğunu vurgulayan Otlu, “Feminist hareket dayağa karşı mücadele ederken benim geldiğim gelenek sosyalist kadın hareketi Emekçi Kadınlar Kurultayı yaptı. 8 yapı yan yana gelerek işçi emekçi kadınları örgütlemek için mücadele etti. Feminist arkadaşlar beden sömürüsüne, erkek şiddetine karşı mücadele ederken, komünist kadınlar işçi sınıfı içerisindeki kadın işçilerin sorunlarını dile getiren örgütlülükler kurmuşlar. Bu örgütlülükler sosyalist kadınların yürümesi gereken çizgiyi, sınıf mücadelesinde kadın siyasetinin nasıl yapılması gerektiğini Emekçi Kadınlar Kurultayı göstermiştir. 7-8 Mart’ta bu kurultay İstanbul Valiliği bu etkinliği yasakladı. Temmuz ayında EKB kuruldu, işçi sınıfı içinde nasıl örgütlenilmesi gerektiği, kadın işçi komisyonları, sendikalarda nasıl örgütlenilmesi gerektiği, parti içi örgütlenmede kadınların özerk yapısının nasıl olması gerektiği ve 3. cephe siyaseti, kadın ittifakı, 94’lü yıllarda birlik mücadelesiyle nasıl kurulduğu Emekçi Kadınlar Birliği mücadelesinde yer almaktadır. Bu tarz mücadelelere bizim bakımımızdan önemli olan çizgi buralardır. Bu çizginin yaratılması gerek” diye konuştu.
Feminist hareketin erkek şiddeti ve beden sömürüsüne karşı mücadelesinin güçlendiği, sosyalist kadınların işçi sınıfını örgütlemeye çalıştığı dönemde, erkek egemen rejimin istihdam politikası, kooperatifler kurarak müdahale ettiğini anlatan Otlu, “Bugünün güçlü aile yapısını oluşturan faşist şeflik rejimi şef tipi aile yapısını 2010’lu yıllarda kurmaya başladı. Sermaye egemenliğinin kurmaya çalıştığı en önemli şeylerden bir tanesi esnek üretim, neoliberal politikalar, başta örgütlü kadınlar olmak üzere bütün kadınları ‘makbul kadın’ kavramıyla ev içine göndermek istemektedir. O yüzden özel mülkiyetin karakteri çok önemlidir, sizi ev içine hapsetmek, aile yapısında konumlandırmak istemektedir” dedi.
‘PARTİNİN DEVRİMCİ PROGRAMIYLA CİNS ÖZGÜRLÜKÇÜ PROGRAMI BULUŞMALI’
Erkek egemen faşist şeflik rejiminin LGBTİ+ politikasına da değinen Otlu, Onur Haftasında olduklarını hatırlatarak şunları söyledi: “Kendisi bakımından ucuz iş gücü gerekmektedir. Yeniden soy üretiminin olamayacağını düşünmektedir. Cinsel yönelimler, ‘ahlakçılık’la itiraz etmiyor. Sermaye egemenliğinin erkek iktidarı ve politikalarının sonucu olduğunu görmeliyiz. Kadınlar olarak siyaseti üç ayaktan kurmalıyız. Komünist kadınlar ve feminist hareket, sendikalar içerisinde kadın işçilerin örgütlenmesi, onların özgün taleplerinin dile getirilmesi, kadın yanlı politikalar, kadın komisyonlarının oluşturulması, Petrol-İş Sendikasında oluşturulan kadın bülteni, Kürdistan’daki belediyelerde kazandığımız eşbaşkanlık, belediye çalışmalarındaki kadın kazanımlarının kabul edilmesi, Mor Listenin sahiplenilmesi ve bütün sendikalarda kadın politikalarının oluşturulması için mücadele etmeliyiz. İkincisi, devrimci programı hayata geçirecek parti örgütlerinde kadın işçilerin sesini duyurmaya ihtiyacımız var. Rosa’nın ‘vardık, varız, varolacağız’ sözünü hatırlatmak istiyorum. İki günlük sempozyumda varlığımız çok az göründü. Kadının görünmeyen emeği, evsel köleliği gibi… Görünmeyen emeği uğraşarak gösterdik. Parti mücadelesinde de sadece proleteryanın yarısı, devrimin yarısı sözleriyle değil söz eylem birliğiyle, teori ve politikanın buluştuğu yerlerde söylemeye ihtiyacımız var. Ek olmamalıyız, da olmamalıyız, kadınlarımız olmamalıyız. Partinin devrimci programıyla cins özgürlükçü programının buluşması, bütün bu çalışmayı komünist parti ve kadın örgütüyle birlikte yapmanın arayışlarını, işbirliğini oluşturmalıyız. Komünist bir programla bu mücadeleyi yürütmeliyiz. O yüzden cins bilinci kavramını sadece kadınların kullandığı kavram ya da sadece kadınların ‘regli izni istiyoruz’, ‘eşit işe eşit ücret istiyoruz’, ‘sendikalarda erkek bürokrasisini yıkmak istiyoruz’ cümlelerinin erkek sınıf mücadelesinde ittifak kurduğumuz proleter erkeklerin, komünist erkeklerin de görevi olduğunu hatırlatmak isteriz.”
‘YOKSULLUK, KADIN İŞÇİLERİN ÖRGÜTLENMESİ, ŞEF TİPİ AİLEYE KARŞI MÜCADELE’
“Politik özgürlüğün olmadığı hiçbir yerde kesinlikle devrim olamaz” diyen Otlu, iktidar mücadelesinde üç önemli politik gündem olduğuna işaret etti. Birinin yoksulluğa karşı mücadele, ikincinin 11 milyonu kadın işçi, diğerlerinin ev işçisi olmak üzere 33 milyon kadın olduğunu hatırlatarak bu kadın örgütlenmesi görevi olduğunu vurgulayan Otlu, üçüncü olarak da faşist şef tipi aileye karşı mücadele olduğunu söyledi. Kadın devrimi programatik görüş açısıyla, ittifak kuvvet olarak feminist kadın hareketiyle birleşme ihtiyacına işaret eden Otlu, “Proleter erkekler eğer proleter diktatörlüğünü kurmak, kadın özgürlükçü çizgiyi yaratmak istiyorlarsa, kadın grevi çok önemli bir yerde duracaktır” diye ekledi.
‘KADIN GREVİ FAŞİST REJİME KARŞI MÜCADELE ARAÇLARIMIZDAN BİRİ’
Sema Duru Boran’ın Sosyalist Kadın dergisinde kadın grevine ilişkin yazısını hatırlatan Otlu, “Biz kadın grevi derken şartellerin indirilmesi, üretimin durdurulması olarak algılamıyoruz. İktidar mücadelesinde sermaye egemenliğine karşı grevse, erkeklere tuvaleti temizletmek istiyoruz, evde o tuvaleti temizlemek istemiyoruz. Bir günde 8 kadının katledilmediği bir ülkede yaşamak istiyoruz, kadın cinayetlerinin durdurulmasını istiyoruz, yaşam hakkımızı saıvunduğumuz için grev olmasını istiyoruz. Siyasi literatürde anlaşılan grev gibi değil. Kadınların özgün yanı varsa kadınların grevinin de özgün olacağını görmek gerekiyor. Önümüzdeki dönemde kadın ittifakını kurarken, erkek egemen faşist rejime karşı mücadele ederken araçlarımızdan biri de kadın grevi olacaktır” dedi.
Az sayıda sosyalist kadın hareketin olduğu, çoğunluğun kendisini feminist olarak tanımladığını belirten Otlu, “Kadın emeğinin marjinalleşmesi gibi, sosyalist kadınların da marjinalleşmemesi gerekir. 1 Mayıs gibi 8 Mart’ın resmi tatil, ücretli izin talebinin yükseltilmesinin, Clara, Rosa’nın izinden yürümek olduğunu düşünüyor. Clara’nın dediği gibi her istek kendine bir yol bulurmuş, Kadınlar olarak özgürlük mücadelesinde, kadın devrimi politikasında bu yolu açacağımıza, erkek egemen rejimi ve sermaye düzenini yıkacağımıza inanıyorum” diye konuştu.
ÇİÇEK: KÜRDİSTAN’DAKİ FEODALİZM AVRUPA’YLA AYNI DEĞİL
Kürdistan özgürlük hareketinin işçi sınıfı hareketine yaklaşımının nasıl olması gerektiğini anlatmak üzere söz alan Cengiz Çiçek, Süleyman Yeter şahsında devrim şehitlerini andı. Kürt özgürlük hareketini anlamak için dününü de ele almak gerektiğini kaydeden Çiçek, bölgede ve dünyada ciddi mesafe kaydeden Kürt özgürlük hareketinin hak ettiği ilgiyi bulamadığını söyledi. Kürt özgürlük hareketinin hangi toplumsal zemin üzerinden kurulduğu ve büyüdüğüne detaylı bakmak gerektiğini dile getiren Çiçek, Kürdistan’daki feodalizmin Avrupa’daki feodalizmle karıştırılmaması gerektiğinin altını çizdi.
Kürdistan’ın Med imparatorluğundan Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşuna kadar toplumsal hayatta ana kategori oluşturduğunu söyleyen Çiçek, ulus devletin kurulması aşamasında Kürt beyliklerinin Kürdistan’da bir ara sınıf oluşturduğunu belirtti. Kürt beyliklerinin iki şekilde ele alınması gerektiğini söyleyen Çiçek, birincisi imparatorlukların yereldeki iktidar yardımcısı olarak kendini var etmesi ikincisi ise Kürt beyliklerinin ulusal bilinci, kültürel, edebi yaşamı beslediğini söyledi. Örnek olarak Bedirhan beyliğini veren Çiçek, Bedirhan beyliğinin Kürt kültürüne ciddi katkı sunduğunu söyledi.
‘KÜRDİSTAN ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNİN BÜYÜMESİ TESADÜF DEĞİL’
“Kürdistan sömürgedir” teziyle birlikte; sömürgeciliğe karşı askeri, zihinsel, toplumsal birçok alanda mücadele yürütürken özgün yorumların yapılması gerektiğini belirten Çiçek, şu örneklerle açıkladı: “Dönemin birinde sosyalist hareketin devrimci militanları köyümüze geldi. Marksizm leninizmden bahseder köylülere, yaşlı amcalardan biri de ‘çok güzel ama ne zaman gelecek’ dediğinde devrimciler ‘belki 200-300 yıl sonra’ der. Amca da, ‘bugün gel benimle birlikte yaşa, 300 yıl sonrakiler yapsın’ der. Kürdistan devrimcileri ise aynı coğrafyada din, kadın olgusunu özgün yorumlar ve yaşam deneyimleri ile özgün örnek oluşturur. Bu büyüme tek başına örgütsel beceri, yetenek değil toplumun içindeki değerlerle ilgili. Buna da bir örnek vereyim; 5-6 kişi gelir ilgili köye. Biri yaşlı teyzeye der ki, ‘elimizi yıkamamız’ gerek. Yaşlı teyze de ibriği tutar, devrimci elini yıkar. Devrimciler giderken teyze der ki, ‘bunlar devrimci değil. Devrimci bize su döktürmezdi’ der. Bunlar, halk hareketinin değerleriyle özgün buluşma, büyümenin, başarının toplumsal hegemonya oluşturmanın tesadüf olmadığını gösteren yaşanmış örnekler” dedi.
‘KÜRDİSTAN ÖZGÜRLÜK HAREKETİ KADIN VE DİN OLGUSUNU ÖZGÜN BİR YERE KOYUYOR’
Kürdistan özgürlük hareketinin kadın ve din okumasına çok önem verdiğini ve tarihsel olarak toplum içinde özgün bir yere koyduğunu söyleyen Çiçek, dine yaklaşımı şöyle ele aldı: “Kürdistan devrimi aşağıdan sınıfsal bir müdahale yapıyor. Kürdistan’da Avrupa’daki gibi sermaye birikimi yok, başka sınıfsallıklar, hiyerarşiler var. Sayın Abdullah Öcalan şöyle diyor, ‘Muhammet ve arkadaşlarının kendini inkar edenlere karşı yürüttüğü Uhud, Bedir ve Hendek savaşları özsavunma savaşları. O dönem içinde azınlık, inkar ve yok edilmek istenmektedir’. İlk camiler dönemin azınlık, Müslüman toplulukların cemaat yaptıkları ve sorunları çözdüğü yerler. Hurma ağacı da kutsal derler ama kutsallığı Kuran’da yazmasının toplumsal tarihsel yeri var. Arabistan koşullarında hurma ağaçları insanların gölgesinde serinlediği, sohbet ettiği, toplumsallaştığı, tartıştığı bir yer.”
‘KÜRDİSTAN DİNDAR AMA MUHAFAZAKAR DEĞİLDİR’
Müslümanlığın ilk çıktığı dönem yapılan camilerle, devletin yaptırdığı camiler arasında bir karşılaştırma yapılması gerektiğini söyleyen Çiçek, Kürt özgürlük hareketinin devlet ve iktidar eleştirisini hem belli başlıklarda özgün bir tarihsel yorum olarak hem de sosyalizm içinde devlet ve iktidar kritiğini yaparak özellikle reel sosyalizmin eleştirisi, devlet ve iktidar eleştirisini yaparak kendi çapında koymaya çalıştığını söyledi. Kürdistan’ın dindar ancak muhafazakar bir toplum olmadığının altını çizen Çiçek, devletin dini dayatmasına karşı aşağıdan, sınıfsal bir müdahale ile Kürt halkının ‘Sivil Cuma’ları örgütlediklerini hatırlattı. Rojava devriminde ölümsüzleşen Kürt militanları ve devrimcilerin fedailiğini örgütsel devrimcilik ve militanlıkla sınırlanamayacağının altını çizen Çiçek, şöyle açıkladı: “Sonuç itibarıyla Rojava devrimine katılan binlerce Kürt halkından, Kürt yoksullarından insanlar var. Aynı zamanda Kürdistan toplumunun açık bir toplum olma özelliğini de göstermesi bakımından başka bir fedailik ortaya çıkarıyor. Kadın olgusu da öyle. Kürdistan’da kadın elbette erkek egemen feodal sistem içinde geriletilmiştir ama kadının kapitalizm, kapitalist sistemdeki merkezlerdeki gibi tamamen parçalanmış geri pozisyona itilmiş tespiti doğru değildir.”
‘TÜRKİYE METROPOLLERİNDE YOĞUN KÜRT İŞÇİ NÜFUSU VAR’
Öcalan’ın “bugüne kadar namus adına yapılanların tersini yapmakla işe başlayalım” sözünü hatırlatan Çiçek, bunun kışkırtıcı, devrimci bir söz olduğunu kaydetti. Çiçek, “Bahsettiğim dönem Kürdistan’da özgürlük mücadelesinin diriliş dönemi olarak kodladığı dönem. Şu anki dönemi Kürt özgürlük hareketi kurtuluş ve özgürleşme süreci olarak değerlendiriyor. Kürdistan’da şu anda Kürt özgürlük hareketi yürüttüğü 50 yıllık mücadelenin ve kapitalist sistemin de getirdiği toplam süreç olarak Kürt halkı Türkiye metropollerinde ve dünyanın birçok yerinde göçmen olarak yaşıyor. 2000’li yıllardan sonra 90’lar ve 70’lerden farklı olarak Türkiye metropollerinde yoğun bir işçi sınıfı oluşuyor. İşçi sınıfı Kürtleşmiştir yorumu abartılı olarak görmekle birlikte, 70’li 90’lı yıllara nazaran Kürt nüfusu zorunlu göçün etkisiyle bulunduğu her yerde daha fazla emek dünyası içinde. Kürt özgürlük hareketinin yeni paradigması olan demokratik modernite, demokratik konfederalizm, demokratik ulus ve demokratik özgürlük başlıklarında yeni sayfa açmamız gerek. Kürdistan’ın kendi toplumsal ilişkileri bugünkünden farklı. Amed’de de artık tekstil atölyesinde sermaye kesimiyle daha fazla karşılaşıyorsunuz. Batman’da da İstanbul’da da karşılaşıyorsunuz. Bu yönüyle Kürt özgürlük hareketi demokratik modernite bağlamında bir öneri sunuyor sayın Öcalan, buna da davet etti bizleri ama pratik olarak giremediğimizi düşünüyorum. Birleşik mücadeleyi örgütlerken de bunların izini sürdü. Demokratik modernite başlığında şu tespiti yaptı; kapitalist modernite karşısında demokratik modernite kuramını yerleştirdi. Demokratik modernite için ‘zorba ve sömürgen güçlerin dışındakilerin yani ezilenlerin evrensel tarihinin sistemidir” diye konuştu.
Öcalan üzerindeki mutlak tecridin nedenlerinden birinin, Kürdistan devrimini, bölge ve dünya devrimine dönüştürme iddiası olduğunu söyleyen Çiçek, Kürt özgürlük hareketinin birleşik, ortak mücadele davetini hatırlatarak, birleşik, ortak mücadeleyi Ortadoğu ve dünya ölçeğinde düşünmek gerektiğini kaydetti. Dünya ezilenlerinin evrensel tarihini “ezilenler ligi” diye tanımlayan Cengiz Çiçek, “Gerçek anlamda Kürdistan özgürlük devriminin ortaya çıkardığı potansiyel yeni enternasyonali, ezilenlerin yeni ligini tartışmamızı zorunlu kılmaktadır” dedi.
DEMİRHAN: SÜLEYMAN YETER’İN KATLEDİLMESİ DEVRİMCİ SENDİKACILIĞIN DEVLETE CİNAYET İŞLETTİRDİĞİNİ GÖSTERDİ
Son sunumu ise Ali Ergin Demirhan yaptı. “21. yüzyılda devrimci öznenin oluşum yatağı olarak isyanlar ve devrimci siyasetin inşasına” ilişkin konuşan Demirhan, komünist işçi önderi Süleyman Yeter’in işkencede katledildiği haberini üniversiteye başladığında aldığını söyledi. Demirhan, “Bu olayın bize verdiği bir mesaj vardı, Türkiye’de devrimci sendikacılık uğruna ölümü göze almak gereken bir şeydir. İşçi sınıfını örgütlemek, devlete cinayet işlettirecek kadar tehlikeli bir şeydir. ’99 sonrası ölüm orucu süreçleri ve hapishaneler katliamı, IMF programının başka türlü uygulanamayacağını söylemişti Ecevit, 19 Aralık katliamı gerçekleşmeseydi IMF programı uygulanamaz demişti. AB sürecine de o kapıdan girdik” hatırlatması yaptı.
Bu karanlık süreçte 1989’den 2008’e kadar uzanan, Latin Amerika’nın önde olduğu isyan dalgasını hatırlatan Demirhan, bu zaman diliminde geleneksel sendikalar olmadığını, havza örgütlenmesi gerektiğine karar verdiklerini söyledi. Emek sermaye çelişkisinin işyerlerinin ötesine geçtiğini, havza örgütlenmesinde grev yapmanın nasıl olacağı tartışması yaparken yol kesmek olduğunu Limter-İş’in onbinlerce işçinin çalıştığı Tuzla’da 70 işçiyle yolu keserek gösterdiğini kaydetti. “Zaman geçti, geleneksel sendikal hareketin krizine karşı yeni tipte örgütlenmeler arıyoruz. O dönem örgütlenemez denen taşeron işçilerinin geleneksel araçla örgütlenebileceğini gördük, örgütlendi başarı da elde etti. Sonra devlet ona karşı da önlem aldı” diyen Demirhan, sendikal hareketin krizinin derinleştiği kalıpların olduğu bu dönemde “meslek sendikaları” olamaz yönünde ezberleri Özel Sektör Öğretmen Sendikası’nın tabandan örgütlenerek, fiili meşru mücadele yöntemlerini kullanarak gösterdiğini hatırlattı.
‘SAVAŞ GERÇEKLİĞİNİ TELAFFUZ ETMEZSEK SORUNUN ÜSTÜNDEN ATLAMIŞ OLURUZ’
Devrimci siyasetin geniş kitleler açısından mümkün olduğunu göstermenin, devrimci öncünün görevi olduğunu kaydeden Demirhan, “Var olanı temsile soyunmak değil. Var olan devrimci potansiyeli açığa çıkarmak” ifadelerini kullandı. Kapitalizmin 21. yüzyılda, daha önce kapitalistleşmemiş coğrafyaların, nüfus gruplarına da erişerek evrensel bir sistem haline geldiğini söyleyen Demirhan, ezilen ulus, ezilen cinsiyet, sağlık krizini tartışırken de emekle sermaye arasındaki çatışma ya da insanlığın sermayeye karşı gündemlerinin tartışıldığını kaydetti. Demirhan, “Yaşamın sosyalizmle özdeşleştiği bir durumu yaşıyoruz. Mümkün mü kısmında, solun sosyalizmin krizine takılıyoruz. 2008 krizi sonrası, artık o tarihin sonu tezi bir kenara bırakıldı ve sistem büyük bir buhrana girdi. Tarihin sonu tezlerinin sonu geldi. Neoliberal rejim tıkandı, yerine yeni bir şey konulmadı. Ama eşi benzeri görülmemiş müdahale yöntemleriyle sermaye, devlet toplumun tüm kesimine savaş açtı. Savaş kavramını ihmal ederek, telaffuz etmediğimizde üstünden atlamış oluyoruz. Sınıfsal, toplumsal, siyasal çatışmaları savaş kavramıyla ancak gerçek içeriğini ifade ederek söyleyebiliriz” ifadelerini kullandı.
‘GÖREVİMİZ POTANSİYELİ AÇIĞA ÇIKARMAK’
Sınıf mücadelesinin, devrimcilerin tüm krizlerine rağmen hareketin kendisinin doğrudan eylem içerisinde işçi sınıfının ekonomik mücadelesi ve politik mücadelesi içinde muazzam bir potansiyel barındırdığını ve öğretmeye devam ettiğini kaydeden Demirhan, “Devrimci siyaset güzel ve gerekli bir şey. Mümkün? Geniş kitleler açısından mümkün olduğunu gösterecek vaziyette miyiz? Mümkün olduğunu göstermek devrimci görev zaten. Devrimci öncünün, öncülük iddiasında olanın görevin devrimci siyasetin mümkün olduğunu göstermek. Var olanı temsile soyunmak değil aslında potansiyel olarak devrimci potansiyeli açığa çıkarmak ve harekete geçirmek. Bizim görevimiz de o” dedi.
‘SERMAYENİN ÖLÜMLE, YAŞAMIN SOSYALİZMLE ÖZDEŞLEŞTİĞİ BİR SÜREÇ YAŞIYORUZ’
Kapitalizmin 21. Yüzyılda daha önce kapitalistleşmemiş coğrafyalar, üretim ilişkileri, toplumsal kesimler, nüfus gruplarına da erişerek ilk kez evrensel bir sistem haline geldiğinin altın çizen Demirhan, bundan önce sınıf mücadelesinin ya da emek sermaye çatışmasının kapsamında olmayan, toplumsal çelişki ve çatışmaların da sınıf mücadelesinin gündemleri haline geldiğini kaydetti. Demirhan, “Sistemin yıkıcı çelişkisi de sermaye ile emek arasında yaşanan bir çelişki olmanın ötesine geçerek sermaye ile bütün çelişkilerin yaşam arasındaki çelişki haline geldi. O yüzden ekolojik kriz meselesini tartışırken de ezilen ulus, ezilen cinsiyet meselesini tartışırken de sağlık krizin tartışırken de pandemi sonrasında emekle sermaye arasındaki çatışmanın gündemleri ya da insanlığın sermayeye karşı mücadelesinin gündemleri olarak tartışıyoruz. Ve sermayenin ölümle, yaşamın sosyalizmle özdeşleştiği bir süreci yaşıyoruz. Bu sistemin yıkılması ve yerine sosyalist sistemin kurulması gerekli” dedi.
“Mümkün mü kısmında solun, sosyalizmin krizine takıldıklarını” kaydeden Demirhan, “Bu krizin içinde başka şey kendini gösteriyor. 2008 krizi sonrası, artık bu tarihin sonu tezinin bir kenara bırakıldığı, sistem büyük bir buhrana girdi. Dört temel unsurla dile getirebileceğim bir süreç açıldı. Neoliberal birikim süreci tıkandı yerine yeni bir şey konmadı ama bununla birlikte eşi benzeri görülmemiş müdahale yöntemleriyle sermaye adına toplumun tüm kesimlerine savaş açmaya başladı devletler. Bugün eğer sınıfsal çelişik ve çatışmalardan, işçi sınıfı mücadelesinden bahsediyorsak, savaş kavramını telaffuz etmeyerek yaptığımızda gerçeğinde üstünden atlamış oluyoruz. Bugün yaşadığımız şey, sınıfsal, toplumsal, siyasal çatışmaları savaş kavramıyla gerçek içeriğini ifade ederek söyleyebiliriz” dedi.
‘EZİLEN EZEN ARASI ÇATIŞMALARA EŞLİK EDEN ÇATIŞMALI BİR SÜREÇ KOYDU ÖNÜMÜZE’
2008 sonrası süreçte, emperyalist kapitalist sistemin iç hiyerarşisini kuranların dağılmaya başladığını, birden fazla yayılmacı gücün yer aldığı emperyalist rekabet sürecinin başladığını kaydeden Demirhan, “Bu da aslında uluslar içindeki ezilen ve ezen arası çatışmalara eşlik eden bir çatışmalı süreç önümüze koydu. Buna yeni tipte faşist iktidarların ve isyan bastırma rejimlerinin eşlik ettiğini gördük bu süreçte. Bu proleterleşmiş toplumun ve sistem krizinin yönetilebilmesi bakımından merkez partilerin çözüldüğü kimisini neofaşist dediği kimisinin aşırı sağ dediği partilerin yükseldiği bir süreç. Ve işçi sınıfının aslında bu süreçteki var oluş biçimini, evet iktidar mücadelesi veren özneler yok içinde kendini ispatlamış bir şekilde. Fakat işçi sınıfı da kendini 2008’den sonra büyük isyan ya da kitlesel hareket var. İbrahim hoca az önce söyledi evet başkanlık sarayına kadar geliyor içeri girmiyor ama halk zaten yapacağını yapıyor. Bizim de Gezi’de, Kobane’de yaşadığımız o isyanlar direnişler bütün dünyada işçi sınıfının belki yeni oluşum süreci olarak görmemiz gereken şey” ifadelerini kullandı.
‘DİRENİŞLERİ YAN YANA KOYMAMIZ GEREK’
İsyanların ne anlattığına ilişkin ise Demirhan, şöyle devam etti: “Anlık patladı da yasal sonuçlar almadan mı geri çekildi? Kimi yerlerde iktidarı devirdi kimi yerlerde siyasal öznelerin açığa çıkmasına vesile oldu ama Yüksel Akkaya’nın 15-16 Haziran’dan bahsederken söz ettiği bir şey var. Bir iz var ve o izden gidiyoruz yeni izler açacak şekilde. Bu izleri bıraktı. Çekildi o coğrafyadan ama izler bıraktı. Bu izde sınıfın devrimci politik öznenin oluşumunu görüyoruz. Toplumun bir alt kategorisi olarak değil hem Türkiye’de hem dünyanın geri kalanında insanlığın proleterleştiğini ve kendi bağımsız çıkarları doğrultusunda karşı devrimci güçlerle karşı karşıya gelerek kendi kendini müttefikleriyle yeniden oluşturduğunu görüyoruz. İsyanları idealize etmek için söylemiyorum burada da elbette Gezi’nin yanına Gazi’yi, 15-16 Haziran’ı koymanız lazım. İşçi sınıfının en ileri bölüğü ya da stratejik kesimi diye tartıştığınızda birinden biri eksik olduğunda birini idealize ettiğimizde bir yere varamayacağımızı, bunların kendi çıkar ortaklıklarını da görecekleri elbette buradaki devrimci öncünün ilerici müdahaleleriyle bunu görecekleri bir sınıf oluşum süreci olarak görüyoruz.”
‘PROLETERYA MUAZZAM YIKICI VE KURUCU POTANSİYELLE OLUŞUMUNU SÜRDÜRÜYOR’
Sınıf oluşum sürecinin ne olduğunu da açıklayan Demirhan, “Basitçe yıktı geri çekti. Burada bir yıkıcı potansiyel. Bu yıkıcı ve kurucu potansiyel kent savaşlarında da kendini gösteriyor bir taraftan, bir taraftan da meydan işgallerinde gördüğümüz komünal organizasyon yeteneğinde de. Burada Rojava’da kurulan komünleri de Filistin direnişinin 7 Ekim’de gerilla savaşanını bir başka boyut kattığı drone savaşlarını da eklememiz gerekir. Dünya proleteryası muazzam bir yıkıcı ve kurucu potansiyelle oluşumunu sürdürüyor. Ve bunu kent isyanlarında, savaşlarda, meydan işgallerinde görüyoruz. Bunun karşısında soldan daha gelişkin olanaklarla elbette ve daha sıkı savunan çıkarlarla devletler ve sermaye ile isyan bastırma rejimleri karşımıza çıkıyor. Türkiye’de de aslında içinde bulunduğumuz o ‘çöktürme planı’, ‘hendeklere karşılı sürdürülen şeyler mi’ diyelim, ’15 Temmuz’dan sonra sürdürülen şeyler mi’ diyelim bunlara da aslında isyan bastırma rejiminin ya da Türkiye’de faşizmin bugün güncel biçiminin görünümü olarak görmemiz gerekir” dedi.
“Peki dünya bu şekilde kaynıyor ama sol krizde neden” sorusu etrafında söz konusu çelişkiyi derinleştiren Demirhan, şöyle devam etti: “Sınıf mücadelesinin ya da sınıf hareketinin ikili bir görünümünden burada söz etmemiz gerekir. Reel sol ve direniş fraksiyonu kavramlarıyla anlatmayı tercih ediyorum. Reel sol derken ne, bir solumuz var. Gerçekten var olan sol. Bugün işçi sınıfının programını, eylem çizgisini, örgütünü bugünün işçi sınıfının devrimci örgütünü ifade etmenin ötesine geçmiş mücadelelerden arta kalan, sağcılaşmış devrimci siyasetin tasfiye sürecini yaşamış total bir şey söylüyorum, aslında sosyalist kimliğini de devrimci kimliğini de bir geleneğin sürdürücüsü olmaktan alan bugün mücadelelerine bunu tercüme etmekte, bugün mücadelenin toplamanı anlatmakta yetersiz olan bir soldan bahsediyoruz. Bu anlamda reel sol, geri özellikleri de var. Yapısal şey olarak bundan söz ediyoruz. Direniş fraksiyonu kavramında da solun dışında bir şey değil, solun dar örgütsel sınırları ötesinde toplumsal mücadelelerinin geneli içinde gelişen, sistemin diyalektik karşıtı, o yaşamı karşısına alan sermaye düzeninin diyalektik karşıtı ve var olan solumuzun bizim de fiili eleştirimiz olan mücadeleyi olağanüstü durumun sonrasına ertelemeyen, bizim depresyonlarımıza ataletlerimize takılmayan, bizim sendikalarımızın, ekonomik ya da politik örgütlerimizin atıl olduğu dönemleri de şaşırtıcı direniş biçimlerinde kendini kesintili biçimlerde de olsa gösteren bir olgu olarak, hem örgütlü güçlerimizin içinde de dışında da kendini gösteren bir frekans diyelim. Bunun devrimci hareketin, politik öznesi haline getirilebilmesi için devrimcilerin iradi müdahalesi gerekiyor. Onun bir programa, eylem çizgisine örgütsel yapıya kavuşturulabilmesi için de.”
Somut tecrübelerden süzerek konuşan Demirhan; Gezi, Kobane ve devamında gelişen Suruç ve 10 Ekim katliamı, OHAL sürecinde kendini gösteren isyan bastırma rejimine karşı on yıllık bir tecrübe olduğunu belirtti. Gezi’de toplumsal devrimin mümkün olduğunu gördüklerini ancak Türkiye sosyalist devrim hareketinin önemli bir kısmına “hükümet istifa” dedirtemediklerini dile getirdi. Demirhan, “Kobane’de hükümet tehdidi gördü. Bizim oradaki devrimci potansiyeli kavramamızın ötesinde hükümet tehdidi gördü. Çöktürme operasyonları vs karşı devrimci saldırı geliyor, 10 Ekim katliamı simgesidir. Ve biz orada iki şey gördük, Türkiye sosyalist hareket işçi sınıfının kapsamı, kapasiteisinin geliştiği yerde ona öncülük edecek örgütsel programatik bağlardan yoksundur. Ve sistemin şiddetine karşı koyacak kitlelere güven verecek mücadele araç ve biçimlerinden de yoksundur. Niyetinden demiyorum. Böylesi bir yapısal olduğunu olduğunu gördük. Asıl sıkıntı şu bu akılcılaştırıldı. Yani devlet terörünün ve seçimlerin yan yana olduğu bir süreçte Türkiye sosyalist hareketi sandığa sıkıştırıldı ve akılcılaştırdı. Devrimin imkansızlığı fikrinin genelleşmesi ve böylece işçinin sınıfının siyasetsiz, örgütsüz ve hareketsiz kalması. Yani kurtuluşu Kılıçdaroğlu’nun başkan seçilmesindn fiilen görmek. Kimse öyle demiyor ama fiilen yaptığımız şey buraya çıkıyor. Devrimci siyasetin yeniden inşası görevimiz var yaşadığımız süreç devrimci inşanın tasfiyesiydi. İki güvencemiz var biri Türkiye işçi sınıfının devrimci kapasitesi. Proleterleşmiş Türkiye toplumunun devrimci kapasitesine güvenelim çünkü o gerektiğinde hayatını ortaya koyabileceğini; bir basın açıklamasına otuz kişi toplayamayabiliriz ama o panzerlerin, tankların önüne yatabileceğini batıda da doğuda da gösterdi. Yıkıcı ve kurucu bir kapasitesi vardır. Bir de devrimci siyasette ısrar edenlerin iradi çabası. Burada şöyle bir şey örgütlerimize yönelik özeleştirilen şeyde kantarın topuzunu kaçırır gibi olabilirim ama zaten bunlar araç. Devrimci irade örgütün, aracın kendisinde değil az önce verdiğim sendikal örgütlerde verirken de ya da politik örgütlerde de verebiliriz. Bunlar bizim aracımız kurarız yenisin yeniden yaparız. Bu özgüvene sahip olmamız gerekiyor. Türkiye devrimci hareketi, Türkiyeli sosyalistler hem Marksist Leninist teoriye sadakat anlamında hem fedakarlık anlamında dünyada bence müstesna bir yerde bulunuyor. Bu kapasite devrimci siyasetin yeniden inşasında üç temel görevi yapabilecek durumdadır; özeleştiridir. Mevcut araçlarımızdan vazgeçip yenisini kurabilme onları fetişleştirmeden devrimci iradeyi önde tutma gerekliliği. İkincisi işçi sınıfının belli bölüklerine hapsolmuş durumdayız. Bu proleterleşen eğitimli kesimler; bize sadece Gezi yetmez onun yanına Gazi’yi 15-16 Haziran’ı eklemek gerekir. Üçüncüsü de düzen dışı siyaset araçları. Faşist sistemin şiddetine yanıt verebilecek bir şey. Eğer bir metaforsa, bunu gerçekleştirebilmemiz için de kitlelere gelin diyebilecek değiliz. Dağ Musa’ya gelmeyecek Musa’nın dağa gitmesi gerek. Bu üç görevi yerine getirebileceğimiz yer de işçi sınıfının mücadelelerinin bağrıdır. Bir şey öğreteceksek aynı zamanda mücadelelerden de öğrenmek durumundayız.”
KAYACI: BİRLİKTE MÜCADELEYİ BÜYÜTMEK İÇİN SOKAKLARA
Sunumların ardından Birleşik İşçi Hareketi (BİH) Dönem Sözcüsü Meliha Kayacı sempozyum tertip komitesi adına kapanış konuşması yaptı. İki günlük sempozyumu dinleyenlere, sunumlarıyla katkıda bulunanlara teşekkür eden Kayacı, “Altı oturumda bir süreç tartışması yürüttük. Bu süreç tartışmasının tarihten günümüze idi. Son oturumlar özellikle pratikte ne yapmalı, nasıl yapmalı idi o yüzden değerliydi” dedi.
“Bizler buradan çıktığımızda bütün teorik, ideolojik tartışmaların; ekonomik anlamdaki bu tabloyu değiştirebileceğimize inandığımız için böylesi bir akıl, fikir fırtınalarına ihtiyacımız var diyoruz” diyen Kayacı, iki günde büyük bir birikimle zenginleştiklerini dile getirdi. Havzaların, sokakların kendilerini beklediğini belirten Kayacı, kayyum darbesine karşı sürecek savaş olduğunu kaydetti. Kürdistan’da başlayan ve devletin özel savaş politikaları sonucu söndürülmeyen yangında yaşamını yitirenleri anan Kayacı, birlikte mücadeleyi daha da büyütmek için sokaklara, mücadeleye çağırdı.