Halklarımızın sefaletinin sebebi, ucuz ve değersiz mülteci emeğine el koyan sermaye sınıfı ve onun faşist rejimidir. İşçi sınıfı ve emekçi halkımız örgütlenen bu faşist saldırganlığa asla ortak olmamalı, faşizmin kitle tabanı, ırkçı linçlerin suç ortağı haline gelmemelidir.
30 Haziran gecesi, Kayseri Melikgazi’de 6 yaşındaki bir çocuğa dönük istismar iddiası üzerine ırkçı linç hareketi başladı. Takip eden birkaç gün içinde ırkçı linç dalgası başka kentlere yayıldı. Çocuk istismarı ve erkek şiddeti gerekçesiyle başlayan olaylar, faşist ırkçı gruplar eliyle bütün Suriyelilerin hedef haline getirildiği açık bir göçmen ve mülteci düşmanlığına dönüştürüldü. Kayseri, Hatay’ın Reyhanlı, Bursa, Kilis, Adana, Antep, İzmir ve İstanbul’un bazı noktalarında mültecilere ait işyerlerine, evlere, araçlara ve insanlara saldırılar yapıldı. Antalya’nın Serik ilçesinde 17 yaşındaki Ahmet Handan El Naif isimli Suriyeli mülteci işçi, sokak artasında katledildi.
Irkçı linç saldırılarını önceleyen günlerde Antep’te 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’nün hemen öncesinde aralarında TMMOB’ne bağlı meslek odaları ile patron örgütlerinin de olduğu 40’ı aşkın kurum, kentte yaşayan Suriyelilerin ne kadar tehlikeli olduğunu deklare ederek Suriyeli göçmen ve mültecileri hedef haline getirmişti. Dünya Mülteciler Günü vesilesiyle BM Genel Kurulu’nda Şam rejimi, sömürgeci Türk burjuva devletinin Suriyeli göçmenler ve mülteciler üzerine geliştirdiği politikaları teşhir etmişti. Sömürgeci Türk burjuva devletinin göçmen ve mülteci düşmanlığının yeni bir eşiğe geldiğini haber veren bu işaretlerin ardından Kayseri’deki ırkçı linç hareketi patlak verdi.
Göçmenlere karşı tırmandırılan ırkçı linç eylemleri kesinlikle bir istismar olayına halk tepkisi, basit bir milliyetçi reaksiyon olarak görülemez. Duruma tarihin derslerinden ve sömürgeci devletin güncel politika ajandasından bakmak gerekiyor. Ermeni, Pontus, Süryani soykırımları gibi korkunç suçları olan bir tarihsel ve güncel arka plan üzerinden bakıldığında, Türk ırkçı faşist hareketlerin etnik bir temizlik şiddeti olarak değerlendirmek gerekir. “Ne mutlu Türk’üm diyene” ırkçı şiarıyla yaygınlaştırılmaya çalışan hareket, etnik arındırma ve Suriyeli göçmenleri zorla deport amacı taşıyor.
Sömürgeci Türk burjuva devleti neo-Osmanlıcı yayılmacı savaş politikalarıyla Suriyelileri vatanlarından kopardı. İç savaşın dolaysız tarafı oldu. Suriye’nin demografisini allak bullak etti. Suriye halklarının yeraltı ve yer üstü zenginliklerini yağmaladı. DAİŞ dahil politik islamcı örgütleri destekledi. Politik islamcı çetelerden ordular kurdu. Rojava’da Efrîn, Girê Spî ve Serêkaniyê kentlerini işgal etti. Kürt, Arap, Türkmen, Çerkes vd. uluslardan milyonlarca Suriyeli bu sömürgeci savaş nedeniyle Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı. Milyonlarca Suriyeliyi işbirlikçi sömürgeci Türk sermayesinin ucuz işgücü haline getiren Türk burjuva devleti, şimdi sivil faşist hareket marifetiyle Suriyeli göçmen ve mültecileri bir kez daha yerinden etmeye çalışıyor.
Çok açık ki Suriyeli göçmen ve mülteciler ırkçı pogromlarla korkutulup tersine bir göçe zorlanıyor. Değişik kentlere yayılan ırkçı linç hareketi kendiliğinden gelişmiyor. Devletin kontrgerilla aparatları bu hareketi örgütlüyor. Zafer Partisi gibi yeni faşist parti ve hareketler ise mülteci pogromlarını örgütlemede başat rol oynuyor. Daha önce Sakarya’da, İzmir Torbalı’da, Ankara Altındağ’da yaşanan saldırılarda olduğu gibi bu ırkçı linç hareketi göçmen ve mülteci düşmanlığından besleniyor. Valisinden polisine, yargısından çetecisine faşist rejimin tüm yasal-yasadışı aparatlarının içinde olduğu bir faşist saldırganlık olarak örgütleniyor.
İstismarın sorumlusu kimse yargılanmalı, halkımız gereken cevabı vermelidir. Fakat bir kişinin işlediği suç, bir ulusal topluluğa, mülteci gruba mal edilemez. Çocukları, kadınları istismarın öznesi haline getiren mülteciler değil, kadın cinayetlerini önlemeyen, erkek şiddeti ve istismarı cezasızlık zırhıyla sürdüren politikalarıyla faşist rejimdir. Kayseri’de yaşanan istismarın da sorumlusu bu erkek egemen faşist rejimdir!
Türk ırkçısı faşist hareket ve odaklar, çocuk istismarını Suriyeli göçmen ve mülteci düşmanlığına gerekçe yapıyor. Biriktirilen ırkçı hınçla pogromlara girişiyor. Suriyeli göçmenlere karşı sürek avına çıkan eski ve yeni faşist hareketler bu histerik Türk şovenizmi zehrini tüm emekçi, yoksul halklarımıza bulaştırıyor. Faşist ırkçılıkla siyasi ikbal peşinde koşanlar, sefalet içindeki emekçi halkımızın toplumsal öfkesinin hedefini saptırıyor. Göçmen ve mültecileri derin yoksulluğun ve her türlü kötülüğün öznesi haline getirip şeytanlaştırıyor. Düşman olarak hedefleştiriyor. Halklarımızın sefaletinin sebebi ucuz ve değersiz mülteci emeğine el koyan sermaye sınıfı ve onun faşist rejimidir. İşçi sınıfı ve emekçi halkımız örgütlenen bu faşist saldırganlığa asla ortak olmamalı, faşizmin kitle tabanı, ırkçı linçlerin suç ortağı haline gelmemelidir.
Aynı sermaye tarafından en ucuza sömürülen, aynı faşist saray cuntası tarafından ezilen Suriyeli göçmenler ve mülteciler sınıf kardeşimizdir. Sömürgeci devletin aparatları olarak bu ırkçılık ateşini yakıp büyütenler, pogromu hazırlayanlar ve ona katılan faşist odak ve kitleler ise düşmanımızdır. Zafer Partisi’nden İYİP’e MHP’den CHP’ye göçmen ve mülteci düşmanlığını körükleyen, ezilenleri ırkçı temelde saflaştırarak hem ırkçı nefretin hedefi hem de ırkçı linç saldırılarının faili haline getirenler devrimci mücadelemizin hedefidir. Faşist saray rejiminin ikiyüzlü göçmen ve mülteci politikasının hazırladığı Suriyeli göçmen ve mültecilere karşı tırmandırılan Türk ırkçısı linç ve pogromlara karşı tavrımız net olmalıdır.
Emekçi halklarımız pogromları lanetlemeli ama asla bununla yetinmemelidir. Sayısız faşist linç saldırısından geçmiş Kürt halkımız, Maraş, Çorum, Malatya, Sivas ve Gazi katliam ve pogromlarını yaşamış Alevi inancından halkımız ezilenlerin halini ve ortak çıkarlarını kavrama feraseti ve sorumluluğuyla hareket etmelidir. Irkçı faşist kabarma ve kaynaşmanın yarın ansızın yön değiştirip Kürt halkını, Alevileri ya da LGBTİ+’ları pogromlarla hedef alması en beklenebilecek durumdur. Göçmenlere ve mültecilere yönelen ırkçı linç saldırılarına karşı mülteci sınıf kardeşleriyle eylemli dayanışmayı yükseltmelidir. Ezilenlerin devrimci birliği bayrağını yükselten bir karşı koyuş pratiği örgütlemelidir.
Göçmen ve mülteci düşmanlığına karşı salt tutum açıklamak yetmez. Bu faşist linç hareketini ancak örgütlü bir kuvvetle durdurabilir, halkların birleşik mücadelesiyle geri püskürtebiliriz. Bu bağlamda emekçi sol hareketimizin göçmenler ve mültecilikle ezilen ve sömürülen sınıf zeminlerinde zayıf ilişkilenmesi başlı başına bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Emekçi sol hareketimiz bu konuda Türk ırkçılığına en ufak taviz verecek söylem ve eylem içinde olmamalıdır. Türk şovenizmine cevaz veren her tür milliyetçi meşrulaştırma ve rasyonalleştirme ırkçı faşist hareketi güçlendirir. Dahası bu tür fikirlere meyleden emekçi sol bölükleri nasyonal sosyalist bir konuma savrulur. Göçmen ve mültecilerle ezilen konumunda ilişkilenen emekçi sol hareketi göçmen romantizmi olarak tarif etmek sol-sosyalist bir tavır değil, kaba bir şovenizmdir. Örneğin 2 Temmuz’da Madımak’ta yakılan emekçi ve aydın insanlarımızın davasına sahip çıkan emekçi sol tavır, aynı yaklaşımı Suriyeli göçmenler ve mültecilerden esirgeyebiliyor. Net bir tavırla ezilen göçmen ve mültecilerin yanında durmaktan sakınabiliyor. Asıl tehlike de budur.
Faşist saray rejimi AKP-MHP politikalarına karşı çıkılırken göçmenleri sorun ve hedef haline getiren Türk sosyal şovenizminin tutumu sadece Türk ırkçılığına ve Zafer Partisi gibi yeni faşist hareketlerine meşruiyet sağlar. Yeni faşist hareketlerin fikri ve siyasi hegemonyasını güçlendirir. Emekçi sol hareketimiz eğer ayrımcı ve ırkçı değilse ezilen göçmenlere yönelen ırkçı saldırılara karşı aynı zaviyeden bakabilmeli, antifaşist mücadele dizilimini göstermelidir.
Savunmasız göçmenlerin ve mültecilerin varlıkları yeni faşist odak ve paramiliter güçlerin yüksek tehdidi altındadır. Irkçı hınçla örgütlenen pogromlar, göçmen ve mültecilerin yaşam hakkını hedefleyen boyuta gelmiş bulunuyor. Farklı kentlerde ortaya çıkan faşist pogrom girişimleri duruma politik müdahale aciliyetini gösteriyor. Tüm emekçi sol hareketimize antifaşist görev çağrısı yapıyor. Yeni sivil faşist harekete ve odaklara karşı ezilenlerin devrimci birliğini merkeze alan ve gözeten bir görüş açısıyla özsavunma örgütlemek günün en kritik devrimci görevidir. Tarihin bu uğrağında tüm emekçi sol hareket tarihsel bir sınanmayla yüz yüzedir. Irkçılığa ve yeni faşist harekete karşı saflaşma ve cepheleşme kaçınılmazdır. Ve ‘an’da kendini dayatmıştır. Emekçi sol hareket için orta bir yol yoktur. Irkçı linç hareketine karşı halklarımızın birleşik genel politik direnişini ve özsavunma mevzilerini örgütlemenin vaktidir. Irkçı saldırılara, pogromlara karşı halk milislerini örgütlemek günün görevidir. Ancak özsavunma araçlarıyla faşist pogromlar durdurulabilir.
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 5 Temmuz tarihli 174. sayı başyazısı.