Burjuva sol Labour Parti’nin “iç tasfiyeler süreci”ni partinin “sağ kanadı” lehine tamamladığı söylenebilir. Emekçi solun reformist kanadının Labour içindeki uzun soluklu temsilcisi Jeremy Corbyn’i önce partinin liderliğinden, sonra da partiden tasfiye ettikten sonra başlayan süreç, Labour Parti’nin Filistin’de süren soykırıma örtük desteği, işçi sınıfının gelişen grev hareketine mesafesi ve hatta karşıtlığıyla politik çizgide pekişti. Bu temelde İngiliz sermayesi de Labour Parti iktidarının yolunu açtı. Görünüşün tersine, Labour Parti’nin seçim “zaferi” güçlü bir halk desteğinin ifadesi değil. Tam tersine, İngiliz burjuvazisinin çıkmazlarının politik bir sonucu.
Avrupa Birliği Parlamentosu seçimlerine ve daha sonra Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un meclisi feshetmesiyle Fransa’daki erken seçimlerde yeni faşist hareketlerin yükselişine dair yorum ve gözlemler devam ederken 4 Temmuz günü Britanya’da gerçekleşen seçimlerde Labour Parti, tarihsel bir seçim zaferine imza attı. Toplam 650 vekil sandalyesinin 412’sini alarak tek başına hükümet kurma hakkına sahip oldu.
SEÇİM SONUÇLARI
Labour Parti, vekil sayısını ikiye katladı. 14 yıldır hükümet partisi olan Conservative Parti (CP), 250 vekillik kaybederek 121 vekiliyle 1834’deki kuruluşundan bu yana en küçük parlamento grubuyla temsil edilecek. CP saflarındaki dağılma, bir tarafta Liberal Demokratların oy oranını arttırırken “sağcı kanat” yeni faşist UKİP’in eski şefi Nigel Farage’ın Reform UK’sine kaydı. Irkçı, göçmen düşmanı yeni faşist Reform UK, oyların yüzde 14,3’unu alarak ülkenin üçüncü büyük partisi oldu.
Görüntü yanıltmasın. Labour Parti’nin tabanı genişlemedi. Labour Parti’nin oy oranı salt yüzde 1,6 arttı. Parlamentoda Labour’un ezici ağırlığının nedeni CP saflarındaki dağılma oldu. Seçime katılım oranı da yüzde 7,6 düşerek yüzde 60’a geriledi.
HÜKÜMET KRİZİ
CP’nin 14 yıllık iktidarının son dönemini belirleyen çıkmazlarla dolu hükümet krizi oldu. Emperyalist küreselleşme kapitalizminin 2008’den bu yana gelişen yapısal bunalımı, pandemi ile birlikte çoklu krizler biçiminde kendisini gösterdi. Avrupa Birliği’nden çıkmış Birleşik Krallık da bu mali-iktisadi çıkmazların etkilerini, politik ve sosyal sonuçlarını önleyemedi. Boris Johnson ile başlayan hükümet dönemi her şeyden önce sosyal yıkım ve yoksullaşmayla karakterize oldu. Johnson hükümeti bu koşullarda gelişen işçi ve halk hareketine karşı yeni önlemler aldı, içte baskıyı arttırdı. Ruanda planı gibi göçmen, mülteci düşmanı politikalar ile hiç değilse yeni faşist kitle mobilizasyonunu geliştirerek hükümet krizini aşmaya çalıştı, yeni bir göçmen ihracat modelinin öncülüğünü üstlendi.
Bu kriz tarihte görülmemiş şekilde burjuva politikacı tüketti. Boris Johnson’u skandallar eşliğinde Liz Truss’u ve Rishi Sunak’ı başbakanlığı koltuklarından indirdi, Suela Braverman’a sahip çıkmayarak sonsuzluğa uğurladı.
LABOUR PARTİ
Öncesi bir yana, son beş yılın politik panoraması esas alınırsa, burjuva sol Labour Parti’nin “iç tasfiyeler süreci”ni partinin “sağ kanadı” lehine tamamladığı söylenebilir. Emekçi solun reformist kanadının Labour içindeki uzun soluklu temsilcisi Jeremy Corbyn’i önce partinin liderliğinden, sonra da partiden tasfiye ettikten sonra başlayan süreç, Labour Parti’nin Filistin’de süren soykırıma örtük desteği, işçi sınıfının gelişen grev hareketine mesafesi ve hatta karşıtlığıyla politik çizgide pekişti.
Bu temelde İngiliz sermayesi de Labour Parti iktidarının yolunu açtı. Öyle ki daha önce Conservative’lerin sadık destekçisi olan burjuvalar bile Labour lehine açıklamalar yaptı. Örneğin cep telefonu ve emlak milyarderi John Caudwell, bu genel seçimlerde hayatında ilk kez Labour’a oy vereceğini açıkladı. “Corbyn hükümetine tahammül edemediği” için 2019’da Boris Johnson’ın Muhafazakar Parti’sine 500 bin Sterlin “bağışlayan” bir milyarder, beş yıl sonra Keir Starmer liderliğindeki Labour’a oy verdi.
John Caudwell, Chris Mason ile röportajında hala “muhafazakar ilkelere” bağlı olduğunu ve siyasi görüşlerinin aynı kaldığını vurguladı. Ancak Starmer’ın İşçi Parti’sindeki “çılgın solu” ve onların “aşırı sosyalist politikalarını” bertaraf etmesinden etkilendiğini belirtti. Daha sonra Newsnight’ta daha da açık sözlü oldu: “Keir’in yaptığı şey, Labour Parti’den tüm solu çıkarmak oldu ve bir ticari kapitalist olarak benim görüşlerimle tamamen uyumlu bir dizi değer ve ilkeyle ortaya çıktı.”*
İKİ PARTİLİ DÜZENDE ÇATLAKLAR
Uzun zamandır gelişen bir eğilim bu seçimlerle belirginlik kazandı. Birleşik Krallığın politik çehresi iki merkez olarak burjuva düzen solu Labour Parti ve burjuva düzen sağı Conversative Parti’ye sığmıyor artık.
Emekçi sol, cılız devrimci kanadı ve Corbyn’de sembolleşen reformcu kanadıyla Labour’a alternatif adaylar ile seçime girdi. Corbyn, seçim bölgesi olan North Islington’da oyların yarısını alarak bağımsız aday olarak Meclis’e taşındı. Yine göçmenlerin ve Labour Parti’nin geleneksel kaleleri olan Kuzey Londra semtlerinde emekçi sol adaylar Labour Parti’ye alternatif olarak seçime girdi. Yeşiller dört vekil çıkarırken, Filistin’e Barış Platformu bileşeni dört bağımsız aday da Meclis’e seçildi. Siyonist politikaları nedeniyle özellikle de Müslüman inanca sahip göçmen emekçiler içerisinde de güçlü desteğini yitirmeye başlayan Labour Parti, Uzak ve Orta Asyalı göçmenlerin yoğun yaşadığı semtlerde geriledi.
Sömürgelerde, yani Kuzey İrlanda, İskoçya ve Galler’de de CP kitle desteğini büyük ölçüde yitirirken, ulusal demokratik talepleri yükselten aday ve partilerin oy oranları yükseldi.
CP’deki dağılma -sandığa gitmeyenleri şimdilik bir tarafa bırakırsak- bir tarafta Liberal Demokrat Parti’yi güçlendirirken, diğer tarafta ve Muhafazakar Parti’nin son dönem göçmen düşmanı politikalarına da dayanarak Reform UK’yi güçlendirdi ve siyaset sahnesine çekti.
CP’nin “içindeki” sağ kanadın kopuşu ve Reform UK’nin gelişimi, tıpkı AB’de olduğu gibi yeni faşist bir hareketin yükselişi için elverişli koşulları oluşturmuş oldu.
Sandığa gitmeyen seçmenler ise yüzde 40 oran ile burjuva politikaya, onun meclisine ve partilerine güvensizliğin ve ilgisizliğin boyutunu açığa çıkarttı.
***
Görünüşün tersine, Labour Parti’nin seçim “zaferi” güçlü bir halk desteğinin ifadesi değil. Tam tersine, İngiliz burjuvazisinin çıkmazlarının politik bir sonucu.
CP’nin dağılışının koşullarını yaratan bütün sosyal, siyasal ve mali-iktisadi dinamikler yerli yerinde duruyor, hatta gelişiyor. Labour Parti, bu dağılmanın sonucu “bugünün kazananı” olduysa da onun gelecekteki yenilgisinin kaynaklarını da aynı koşullar içeriyor. Zira Labour Parti, bunları çözecek bir program ile yola da çıkmıyor. Çıkamaz da!
Emekçiler lehine politik programı büyütecek, Labour’a alternatif, gelişen ve şimdilik salt ekonomik mücadeleyle sınırlı işçi sınıfı hareketini, göçmenlerin demokratik hak mücadelesini, savaşa, yoksulluğa, sosyal yıkıma karşı mücadeleye kanalize edecek, yeni faşist hareketlere karşı mücadeleyi büyütecek devrimci bir odak emekçi sol içerisinde gelişmez ise, Labour Parti’ye “zafer” kazandıran koşullar yeni faşist hareketlerin, katı burjuva ve göçmen-emekçi düşmanı politikaların uygulayıcısı öznelerin “başarısı”nın kaldıracına dönüşür.
Labour Parti de son beş yıldır biriken işçilerin, emekçilerin öfke ve tepkisini yatıştırma, burjuva düzene kanalize etme imkanını sonuna kadar kullanmış, işlevini yerine getirmiş olur.
*Britain’s Wealthiest Needn’t Worry, Tom Mills, Tribune Magazine (ETHA)