İngiltere ve Fransa’da yapılan seçimlerde iktidardaki partiler ciddi oranda oy kaybederken, burjuva muhalefet oy oranlarını belli ölçülerde yükselterek birinci sıralarda sandıklardan çıktı. Sonuçlar üzerinden bakıldığında her iki ülke bakımından birbiriyle benzeşen özelliklerle birlikte, farklılaşan özellikler de geniş işçi ve emekçilerin oylarına yansıdığı söylenebilir.
Temel ortak yan, her iki ülkede en azından son on yıldır iktidarda olan partilerin uyguladıkları emekçi düşmanı politikalar nedeniyle erdikleri gerçeğidir. İngiltere’de 14 yıldır iktidarda olan Muhafazakar Parti, Fransa’da nerdeyse 10 yıldır iktidarda olan Cumhurbaşkanı Macron’un merkez sağ Rönesans partisi emperyalist rekabette kendi ulusal tekellerini güçlü tutmak adına geniş işçi ve emekçiler üzerindeki sömürü zincirlerini daha da sıkan, sosyal, politik ve ekonomik hakları tırpanlayan; militarizm ve savaşı körükleyen bir hatta durdular. Geniş kitlelerin her geçen gün daha da zorlaşan yaşam koşulları, iktidardaki partilere olan desteği aynı oranda eritti. Göçmenlerin ve mültecilerin tüm bu kötü gidişatın günah keçisi olarak ilan edilmesi; Muhafazakar partinin Ruanda planı, Rönesans’ın göçmen haklarını kısıtlayan yasaları ırkçı-faşist hareketi beslerken, söz konusu partilere olan desteğin azalmasının önüne geçemedi.
Bu koşullarda İngiltere’de iktidar partisine duyulan tepki burjuva sol parti olarak Labour Parti’ye (İşçi Partisi) oy olarak kaydı. Tarihin en büyük seçim galibiyetini alan Labour Parti, bu zaferini bir yanıyla da %60 gibi yine tarihin en az katılımlı seçimine borçlu. Zira %40’lık bir seçmenin sandığa gitmemesi, geniş kitlelerin birbirinden pek de farkı olmayan burjuva partilerin yaratacağı değişim etkisine, toplamda burjuva politikaya dönük güvensizliğine işaret etmekte. Steimer önderliğindeki Labour Parti’nin daha da sağa kayması, tekeller lehine pozisyonunu açık dillendirmesi, Filistin halkı karşısında İsrail’i destekler pozisyon alması, tüm bu konularda parti içerisindeki karşıt görüşleri temizlemesi her ne kadar kendisini egemen sınıflar için hükümet edebilir konuma yükseltse de, geniş kitleler nezdinde aynı oranda rağbet görmediği çok açık.
Fransa seçimleri ise bambaşka bir politik atmosferde geçti. AP seçimlerinde ırkçı-faşistlerin açık ara üstünlüğü, Cumhurbaşkanı Macron’u meşruiyet bunalımı içerisinde hükümeti hemen fes ederek, yeni bir seçim kararı almaya itti. Irkçı-faşist Ulusal Birlik (RN) partisinin AP seçim zaferi sadece Macron’u değil, kendisine sol, sosyalist, liberal, yeşil diyen tüm kesimleri de harekete geçmeye zorladı. Seçimlerin ikinci turunda Macron’un Rönesans’ı milletvekilliği çoğunluğunu kaybederken, AP seçimleri sonrası kurulan Yeni Ulusal Cephe birinci çıktı. Faşist RN ise 3. sırada yer aldı. Ancak hiçbir parti tek başına hükümeti oluşturma sayısına ulaşamadı, dolayısıyla koalisyon kaçınılmaz.
Yeni Ulusal Cephe, içerisinde çok farklı siyasi yelpazeden güçleri barındıran bir ittifak. Faşist RN’nin iktidara yürüyüşünü engellemek, bu ittifakın temel hedefi oldu. Kimi halkçı söylemler de ortaya koyan bu ittifakın temel handikabı, burjuva liberal sol sınırlarının ötesine taşamamak. Zira bir dönemin neoliberal politikalarının uygulayıcısı Hollanda ve Sosyalist Parti’nin ittifakın ana güçlerinden olması, ittifakın geleceği bakımından endişeleri güçlendiriyor. Her ne kadar faşist hareketin iktidara gelişinin önünde set olmak anlamında değerli olsa da, hükümet kurduğu takdirde geniş işçi ve emekçiler lehine halkçı bir politikayı uygulama konusunda bocalayacak olması da krizsel sürecin ve faşizm tehlikesinin canlı kalacağının verilerini içinde barındırıyor.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 12 Temmuz 2024 tarihli Avrupa Gündemi köşesi