Geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) bir rapor yayımladı. Her ne kadar raporun dili böyle adlandırmasa da esasında kapitalizmdeki erkek egemen anlayışın, dil, din, coğrafya fark etmeksizin dünyanın her yerinde toplumsal çürümeye vardığını çok çarpıcı bir biçimde ortaya seriliyor.
Raporda dünya genelinde 370 milyonu aşkın kız veya genç kadının 18 yaşından önce tecavüz ya da cinsel saldırıya uğradığı, bunun da yine dünya genelinde sekiz kız çocuktan birine tekabül ettiği vurgulanıyor. Çevrim içi ya da sözlü şiddet gibi “temassız” cinsel şiddet türleri de hesaba katıldığında söz konusu kapsamdaki kız ve genç kadınların sayısı 650 milyona, oran ise beşte bire yükseliyor. Rapora göre, 18 yaşından küçükken tecavüz veya cinsel saldırıya uğrayan erkeklerin sayısı 240 ile 310 milyon arasında. Oransal olarak ise 11’de bir.
Raporda “Bu insan hakları ihlalinin boyutu çok büyük. Üstelik ayıplanma, ölçümdeki zorluklar ve veri toplamadaki sınırlı yatırım nedeniyle eksiksiz şekilde ele almak da zor” ifadelerine yer veren UNICEF, özellikle erkek çocuklarının yaşadıklarına dair veri eksikliğinin giderilmesi gerektiğini belirtiyor. UNICEF, ayrıca, çocuklara yönelik cinsel şiddetin coğrafi, kültürel ya da ekonomik sınır tanımadığının da altını çiziyor.
Şüphesiz ki kapitalist sistem içerisinde bir kurum olan UNICF bu tür raporlarda çocuklara ve kadınlara dönük uygulanan cinsel şiddetin köklerine inmez. Ona göre bu sorunlar sistemsel ya da toplumsal değil, ilgili ülke veya bireylerle ilgili bir sorundur. Oysa raporun rakamsal olarak ortaya koyduğu korkunç gerçeklik bize sorunun temelinde tüm sınıflı toplumlarda olduğu gibi günümüz erkek egemenliğe dayalı kapitalist sistemden kaynaklandığıdır.
Çünkü özel mülkiyetin doğuşuyla birlikte insanın insanı köleleştirmesinin koşulları da doğmuştur. Üretim araçlarına sahip olan erkek cinsi, köleleştirilen diğer kesimlerin yanı sıra kadını da köleleştirir. Çocukları mülkü görür.
Kadın ve çocuklarla ilişkisini tahakküm üzerine kuran, onu mülkü gibi gören erkek, cinsel şiddetin değişik biçimlerine başvurur. Salt erkek olduğu için üstenciliği, hegemonyayı, baskıyı, şiddetin değişik biçimlerini uygulamayı en doğal hakkı olarak görür. Bu uğurda hiçbir toplumsallığı tanımaz, bilakis toplumsal çürümenin baş aktörü olarak karşımıza çıkar.
Raporun gerçeğin bir kısmını ortaya koyduğu gibi, günümüz dünyasında ve her alanda kadınlar, çocuklar, LGBTİ+’lar ve hatta hayvanlar bile cinsel şiddetin binbir türüne maruz kalıyorlar.
Bu sebepledir ki komünist kadınlar yıllardır erkek egemen kapitalist sistemin erkek cinsini içine sürüklediği toplumsal çürümeye karşı toplumsal yüzleşme ekseninde mücadeleye katmaya, kadına ve çocuklara dönük uygulanan her türlü cinsel şiddete karşı tutum almaya, mücadele etmeye çağırıyorlar.
Erkek komünistlerin devrimci rol oynamasını isteyen komünist kadınlar, kadını ve çocukları aşağılayan, ikincil gören anlayış ve davranışlara, katliamcılığa ve cinsel şiddete tutum almaya, şiddet işleyenlere karşı ideolojik-politik hesaplaşmaya girişme, Özsavunmayı geliştirme, erkek devlet ve kurumlarıyla mücadeleyi öne çekmeyi önemsemektedirler.
Raporun ortaya koyduğu ve yaşanan cinsel şiddet verileri bıçağın artık kemikte olduğunu göstermekte. Bu nedenle sadece kadınlar değil, erkek komünistler de her türlü cinsel şiddete karşı kendilerini ortaya koymalıdır.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 18 Ekim 2024 tarihli Perspektif köşesi