Kapitalizm, kendi varoluşsal krizi içinde debelenmeye devam ediyor. 2008’de geri dönülemeyecek biçimde sarsılan, pandemi kriziyle ağır darbeler yiyen dünya ekonomisinin yeni “kriz çanları”, bugün Avrupa coğrafyasından duyuluyor. Özellikle otomobil ve çelik sanayisinden toplu işten çıkarma ve fabrikaların kapatılmasına dair haberler art arda geliyor. Almanya ise bu “kriz yumağının” merkezinde duruyor.
Alman otomobil devi Volkswagen, geçtiğimiz ay ülke içindeki üç fabrikasını kapatacağını, on binlerce işçiyi işten çıkaracağını, aynı zamanda maaşları yüzde on oranında azaltmayı planladığını duyurdu. Volkswagen’i takiben, otomobil tedarikçisi Bosch da binlerce kişiyi işten çıkaracağını ve üretimde kısa mesaiye gidileceğini, Ford ise Almanya ve İngiltere ağırlıklı olmak üzere, toplam 4 bin kişiyi işten çıkaracağını duyurdu. Otomobil sektöründeki işten çıkarma ve fabrika kapatma sarmalı, Fransa’da lastik üreticisi Michelin’in iki fabrikasını kapatma duyurusuyla sürdü.
Audi’nin Brüksel’deki fabrikasını kapatması, halihazırda yaklaşık iki aydır işçilerin eylemleri ve Audi/Volkswagen yönetimiyle yapılan görüşmelerle gündemde. Otomobil sanayinin yanında çelik sanayisinden de krizin ayak sesleri duyuluyor. Alman çelik üreticisi Thyseenkrupp, önümüzdeki altı yıl içinde toplam 11 bin kişinin işine son verileceğini açıkladı. ArcelorMittal ise Fransa’da iki merkezini kapatmayı planladıklarını duyurdu.
Yüzeyde bunlar gözükürken, son yıllarda görülmemiş düzeyde artan şirket iflaslarıyla işsizler ordusuna katılan binlerce işçi ve giderek eriyen reel ücretler, işin diğer tarafını oluşturuyor. Özellikle otomobil sektöründe derinleşen krizin faktörleri arasında elektro otomobillere geçişin tamamlanamaması, ABD’de Trump’ın seçilmesiyle birlikte olası gümrük vergileri ve Çinli otomobil üreticilerinin pazardaki paylarının büyümesi var.
Çelik üretiminde de yine Çin’le olan rekabet öne çıkıyor. Fakat bu farklı sebepler buz dağının görünen bölümüyken, temelde kapitalizmin üretken niteliğini yitirmesi, mali soyguna, yani borsa ve dövizlere daha çok yönelmesi, kısacası üretmektense yağmalamayı tercih etmesi yatıyor.
Bugün de kapitalizm, daha fazla kâr elde etmenin çözümünü, üretimi arttırmakta, verimli kılmakta veya geliştirmekte değil, tam tersine var olanı yağmalamakta görüyor. Bu yağma da kendini en açık biçimde işçi ücretlerinin düşürülmesinde, toplu iş çıkartmalarla milyonları işsizler ordusuna katmakta, yeni emeklilik yasalarıyla emekçileri “mezarda emekli etmekte”, göçmen işçileri ve mültecileri “sınır dışı etme” tehditkar sopasıyla en aşağılık koşullarda çalıştırmakta kendini gösteriyor.
İşçi sınıfına yönelik tüm bu saldırganlığa karşı grev ve direnişler de yaygınlaşıyor. Almanya’da metal ve elektrik sektöründe işçiler uyarı grevine çıktı, çıkıyor. Volkswagen ve diğer otomobil şirketlerine karşı grevler ve eylemler örgütleniyor. Yine farklı kentlerde binlerce insan, sosyal yardımlara kesinti planı ve sosyal “tasarrufa” karşı sokağa çıkıyor. Dresden’de binlerce kişinin yaptığı eyleme polis biber gazı ve coplarla saldırıyor.
Belçika’da Audi fabrikasının kapatılmasına karşı işçilerin iş bırakması ve 300 otomobilin anahtarına el koyması ise hâlâ akıllarda. Fransa’da işten çıkarılmayla karşı karşıya olan işçiler, iş yerleri önünde direniş ateşini yaktı. Sendikalar Kasım ve Aralık ayları için grev çağrılarını yineledi, çiftçiler tekrar sokaklara çıkmaya hazırlanıyor. Avrupa’dan krizin çan sesleri kadar, direnişin ayak sesleri de duyuluyor.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 29 Kasım 2024 tarihli Avrupa Gündemi köşesi