Avrupa işçi sınıfı, ezilenleri ve göçmenlerinin ortak bir hayatı ve kader birliğini sağlayabilmesi, önümüzdeki dönemde vereceği çetin ve birleşik mücadelelerin imkanlarını sağlayabilmesine bağlıdır. Emperyalist savaşların, sömürünün, faşist göçmen yasalarının ve aşırı sağ iktidarların dayatmalarını yine sokak temelli birleşik mücadele hattı kurabilmesiyle yıkabilir.
Avrupa Birliği (AB) ekonomisinin motor gücü olarak kabul edilen Fransa ve Almanya, sadece ekonomik büyüklükleriyle değil, aynı zamanda AB içindeki siyasi ve ekonomik yönlendirici rolleriyle de önemli etkiye sahip iki aktör ülke. Geçtiğimiz hafta Fransa’da Michel Barnier hükümetinin gensoruyla güvensizlik oyu alarak düşmesi ve hemen öncesinde Almanya’da yaşanan ekonomik krizin ve borç freni uygulamasının hükümet içerisinde bir siyasi krize dönüşmesine tanıklık ettik.
2023 yılı itibarıyla Fransa’nın kamu borcu, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYİH) yüzde 110’undan fazladır. Almanya ise, pandeminin etkileri, Rus gazına erişimde sorunlar ve Ukrayna savaşının ekonomik sonuçlarıyla bütçe açığı ve borç seviyelerinde artış yaşadı. Almanya’nın 2023 yılı itibarıyla borç seviyesi, GSYİH’nın yüzde 70’ini aşmış durumda.
Genel olarak, bu borçlanma düzeyleri, ekonomik büyüme oranlarının Alman burjuvazisini tatmin edemez hale gelmesi ve 2022 yılından itibaren bu büyüme eğilimleri yerini, ekonomik küçülme-daralmaya bıraktı. İhracata dayalı büyüme modelini benimseyen Almanya, Çin ve Uzakdoğu pazarlarıyla rekabette dezavantajlı duruma düşerken, Rusya-Ukrayna savaşının neden olduğu enerji krizi de bu durumu derinleştirmiştir. Tüm bu faktörler, kamu borcunu düşürme çabalarını zora sokmuş ve mali dengenin sağlanmasını daha da zorlaştırmıştır.
Kamu borçlanma oranıyla Avrupa’da 3. sırada olan Fransa, hükümet krizi ve Barnier hükümetini düşüren gelişmelerin başında yüzde 6,1 düzeyinde olan bütçe açığı düzeyini yüzde 5’lere çekmek için kemer sıkma politikaları içeren yasayı meclise sunmasıyla sonunu hazırladı.
Almanya’da çatırdayan koalisyon hükümetini de şubat ayında muhtemel bir erken seçim bekliyor. Aynı şekilde 2027 yılına kadar idare edecek olan Macron’un yeni bir başbakan ataması veya daha olası ihtimal olarak erken seçim tercihini Fransa’nın da kullanması muhtemel. Sol ittifak ve sağcı faşist Le Pen’in de erken seçimden yana destek sunacağı düşünülüyor. Haziran seçimlerinde iki ay bekledikten sonra oyların sadece yüzde 6’sını alan Barnier’i hükümet kurması için atayan Macron, Fransız kamuoyunda birçok tartışmanın da alevlenmesine yol açmıştı. Kan kaybeden merkez sağın, önümüzdeki seçimlerde alacağı muhtemel bir yenilgi, Fransa’da Le Pen’in sağcı faşist FN’si ve sol ittifak arasında bir çekişmeye yol açacak. Göçmen karşıtı popülist politikalarıyla oy toplayan Le Pen’in yenilgisi, Fransız işçi sınıfı, ezilenleri ve göçmenlerinin ortak bir ittifak politikası ve başarısına bağlı gibi görünüyor.
Fransa ve Almanya’dan beklenen, Avrupa Birliği’nin maliye politikasına uygun hareket etmesidir. Kamu borcunun, gayri safi yurt içi hasıla tarafında yüzde 60 düzeyinde, bütçe açığı tarafında yüzde 3’le sınırlı tutulması belirlenen sınırlardır. Bu sınırların aşılması durumunda ”kemer sıkma politikaları” çerçevesinde işten çıkarmalar, kamu harcamalarında bütçe kısıtlamaları, eğitim, sağlık ve emeklilik yaşı gibi birçok kazanılmış sosyal ve temel hak, Avrupa işçi sınıfı ve ezilen halklarından geri alınması için Avrupa burjuvazisini harekete geçirmektedir. Almanya’daki ”borç freni” uygulaması kamu borçlanma düzeylerinin kriterlerini belirlemektedir. Belirlenen kriterler dışında bir borçlanma düzeyi hükümete finansal sıkılaştırma politikalarını dayatmaktadır ve ”sosyal devletin” gereği olan harcamaların hepsi ilk sıkıştırılan kalemlerden birisi olmaktadır. AB kriterlerine bu yönüyle tabii olan Fransa ve Almanya, sıkılaştırma politikalarına uymadıkları takdirde hükümet bütçesiz bırakılmaktadır. Bu yönüyle, ”borç freni” uygulaması Avrupa burjuvazisinin, Avrupa yoksul ve ezilenlerinin haklarını gasp eden bir uygulama olarak devreye soktuğu bir silahtır. 2008 dünya ekonomik krizi sonrası Almanya ve Fransa öncülüğünde kazanılmış hak gasplarının yasal kılıfı olan bu tür ”mali disiplin” uygulamaları hız kazanmıştır.
Sovyetler Birliği’nin kurulmasıyla emperyalist güçler içerisindeki tedirginlik ve kaygı artmış ve bunun sonucunda Avrupa burjuvazisi, işçi sınıfı ve yoksullara birçok sosyal hak ve imtiyaz sağlamak zorunda kalmıştı. Bu hakların birçoğu 90’lardan itibaren çeşitli kanun değişiklikleri ve yasalarla tırpanlanmaya çalışılmış, özellikle Fransa ve Almanya işçi sınıfının görece korumayı başardığı kazanımlarla emperyalistler açısından tam anlamıyla istenilen sonuçlar elde edilememişti. Sanayi üretimi, Uzakdoğu ve iş gücünün görece daha ucuz olduğu ülke ve pazarlara doğru kaydırılırken, özellikle 90’ların ikinci yarısından sonra çeşitli iş yasaları ve emeklilik gibi kazanılmış hakların tırpanlanmasına hız verilmişti. 3. dünya savaşı denklemi içerisinde özellikle 2008 dünya ekonomik krizi ve ardından yaşanan gelişmeler; Avrupa Birliği içindeki temel emperyalist güç olan bu iki devletin, planlarının istenildiği şekilde gerçekleşmemesi sürdürülebilir bir ekonomik modelleme yaratmasına engellemişti. Uzakdoğu ve Çin pazarının yüksek teknoloji ürünleri üretme ve hammaddeye erişim imkanlarının Almanya ve Fransa gibi batılı emperyalistlerin istenilen düzeyde karlılıklar yakalamasına engel olur bir pozisyon yaratmakta, özellikle Çin’in finansal kapasitesi ve üretimde yüksek teknolojili ürünleri geliştirme gücü Almanya ve Fransa’nın rekabet edemez duruma getirmektedir. Rus-Ukrayna savaşı, Ortadoğu’daki gelişmeler ve uzak sömürgelerdeki ayaklanmalar, yeni süreçte AB ülkeleri içerisindeki ekonomik ve sosyal krizlerin siyasal krizlere dönüşmesini tetiklemektedir. Bölgesel emperyalist çıkarları doğrultusunda Ortadoğu ve Ukrayna’ya silah ve bütçe ayırmak zorunda olan bu iki emperyalist güç, hükümet krizleriyle sarsılırken savaş bütçesi konusu da bir diğer tartışma gündemi olarak hükümetleri köşeye sıkıştırmaktadır.
Avrupa işçi sınıfı, ezilenleri ve göçmenlerinin ortak bir hayatı ve kader birliğini sağlayabilmesi, önümüzdeki dönemde vereceği çetin ve birleşik mücadelelerin imkanlarını sağlayabilmesine bağlıdır. Emperyalist savaşların, sömürünün, faşist göçmen yasalarının ve aşırı sağ iktidarların dayatmalarını yine sokak temelli birleşik mücadele hattı kurabilmesiyle yıkabilir. Bu kader birliği aynı zamanda Ortadoğu’daki emperyalist savaşların, Filistin’in, Rusya-Ukrayna savaşının ve Uzakdoğu’daki sömürü düzeninden de çıkışın anahtarı olabilir.
ETHA