Her bir emperyalist ülke adaletten ve demokrasiden yoksun “terör” yasalarını ortaya çıkarıyor ve bu yasaları her geçen gün gençliğin ve toplumun aklını zehirleyen faşist örgütlenmelere, ırkçı gruplara karşı değil de, ezilen halklara ve devrimcilere karşı kullanmaya devam ediyor.
Bunun en yakın örneğini “terör” yasasını bahane ederek Kürt Kültür Merkezi’ne ve Kürt Kültür Merkezi’nde faaliyet yürüten 7 kişinin evine eş zamanlı olarak baskın düzenleyen İngiltere’de gördük. Bu saldırılarla sınırlı kalmayan İngiliz polisi Kürt halkının kendi derneklerine girmesini 9 gün boyunca engelledi.
İlk günden itibaren merkezin önünde gerek halaylarıyla, gerek sloganlarıyla direniş gösteren halk polis tarafından ağır saldırılara maruz kaldı. Halkın ilk 4 gün boyunca yoğun direnişi ve barikatları kırma mücadelesi, daha sonrasında binlerin desteği ile günlerce süren eylemlere dönüştü. Baskında tutuklanan 7 Kürt yurtsever hâlâ göz altındalar ve sonu belli olmayan bu süreçte içerdeki mücadelelerini açlık grevi ile taçlandırmış durumdalar.
27 Kasım’da gerçekleştirilen bu operasyon şüphesiz ki tesadüf değildir. Göçmenlerin insanlık-dışı şartlarda tutulduğu Bibby Stockholm gemisi ile kurumsal ırkçılığın etkilerinin nereye kadar ulaşabileceğini gösteren İngiliz devleti, ırkçı ve baskı politikalarını bu saldırı ile gün yüzüne tekrardan çıkarmıştır. Emperyalist İngiltere’nin faşist Türk devleti ile sürekli iş birliğinde olması da bu saldırıların tesadüfi olmadığının ve Kürt özgürlük mücadelesinin sadece faşist Türk devletinin tasfiyeci saldırılarının değil, aynı zamanda askeri, siyasi ve ekonomik olarak sömürgecileri destekleyen ırkçı Avrupa devletlerinin de saldırısı altında olduğunun kanıtlarındandır.
Ama unutulmamalı ki Kürt halkı da bu mücadelesinde asla yalnız değildir. Saldırının yaşandığı ilk günden itibaren bütün sosyalist yurtseverler, yerli sol örgütlenmeler ve belediye başkanları Kürt Kültür Merkezi ve göz altındaki üyeleriyle dayanışma içerisinde oldular, olmaya da devam ediyorlar. Enternasyonal mücadelenin parlak bir örneğini gösteren yerli ve göçmen ilerici ve devrimci güçler, ırkçı İngiliz polisinin günlerce verilen mücadele sonucu kurumu sahiplerine bırakarak terk etmesini sağlamış oldular.
Şimdi sıra 27 Kasım’dan beri faşist Türk devleti ve cihatçı çetelerin başlattığı işgal saldırılarına karşı Rojava’yı, Kürdistan’ı savunma pratiğini Avrupa kentlerine yayma devrimci görevini başarmakta. Başta gençlik olmak üzere, tüm güçlerin yaşadığımız ülkelerden doğru Rojava’yla güçlü bir enternasyonalist dayanışma kuvvetini açığa çıkartmak, dünyaya mal olmuş Kobanê direnişini yeniden gündemleştirmek, Rojava’nın direnişçi kuvvetlerinin sesini, çığlığını Avrupa işçi sınıfı ve emekçilerine, gençliğine taşımak durumundayız.
Emperyalistlerin ve bölgedeki sömürgeci, gerici devletlerin cihatçı islami güçler eliyle bölgemizin bir kez daha ortaçağ karanlığına gömülme çabalarına, halkların bir birine karşı kışkırtılması ve bölgemizin kan gölüne çevrilmesine karşı bulunduğumuz her alanda özgürlük mücadelesini geliştirme, başta Rojava olmak üzere bölge halklarıyla enternasyonal dayanışmayı yükseltme görevini başarmak zorundayız.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 13 Aralık 2024 tarihli Avrupa Gündemi köşesi