Tunus’ta başlayan halk isyanlarının Suriye’ye gelişi, özellikle emperyalistlerin müdahalesi sonucu gerici bir iç savaşa dönüştü. Özgürlük, adalet ve insanca bir yaşam arzusu içerisinde olan halklar, emperyalizm kışkırtması gerici politik islami güçlerce etki alanına çekilerek halklar arası boğazlaşmanın kapısını araladı.
Gerici Esad diktatörlüğünün bölge dengeleri içerisinde Rusya ve İran gibi güçlerce desteklenmesi sonucu geçici olarak yenilgiye uğratılan bu güçler, faşist Türk devletinin ciddi rolü sonrası Suriye ve Rojava’nın işgal edilen Afrin gibi kentlerinde toplanarak, bir sonraki sıraları gelinceye kadar beslendi, askeri olarak eğitildi.
ABD ve tüm batı emperyalistlerinin de desteği ve gözetimi altında devam eden bu süreç, gerici güçlerin Esad rejimine tekrar saldırtılması sonucu, rejimin devrilmesiyle bugün Suriye topraklarında zafer nidaları atmakta.
Ancak toplamda 13 yıl süren bu iç savaşta binlerce Suriyeli yaşamını yitirirken, milyonlarcası da topraklarını terk ederek dünyanın değişik ülkelerinde yaşamak zorunda kaldı. Önemli kesiminin de Akdeniz ve Ege gibi denizlerde ölümü göze alarak çıktıkları bu yeni yaşam arayışı, her halükarda topraklarında kalarak ölümle yüz yüze gelmeye tercih edildi.
Resmi rakamlara göre nüfusu yaklaşık 25 milyon olan Suriye halkının toplamda 10 milyonu göç etti. İki milyonunun Lübnan, Irak ve Ürdün’e göç ettiği düşünülürken, en az 5 milyonun ise, ülkedeki iç savaştan en başta gelen sorumlulardan olan Türkiye’ye geldiği tahmin edilmekte. Geri kalan kesim ise başta Batı Avrupa olmak üzere, dünyanın değişik ülkelerine dağılmış durumda.
Emperyalistlerin, sömürgeci faşist rejimin gerici islamcı DAİŞ artığı güçlere dayanarak Esad rejiminin yıkılmasının ardından bütün ülkeler Suriyeli göçmenlerin artık ülkelerine geri dönebileceğinden dem vurmaya başladı. Sözde insan hakları ve demokrasi bayraktarlığı yapan Batı Avrupa ülkeleri hiç vakit kaybetmeden yasalarında gerekli değişimleri yaparak, geri göndermelerin yolunu açacak hukuksal değişimler yapmaya başladılar.
AB verilerine göre, Suriyeliler tarafından AB’ye ilk kez yapılan sığınma başvuruları 2015 ve 2016 yıllarında en yüksek seviyeye ulaştı – bu yılların her birinde 330 binden fazla – ve sonraki üç yılda Erdoğan’a verilen mali destek ve Ege’de gerçekleştirilen zoraki geri itmeler nedeniyle önemli ölçüde azaldı. Ancak yıkıcı bir depremin ardından şiddet ve ekonomik zorluklar devam ederken, başvurular 2020 ve 2023 yılları arasında üç katına çıktı. Sonuç olarak bu başvuruların binlercesi, bu hafta içerisinde askıya alındı ve sonuçları AB’nin yapacağı Esad sonrası Suriye’nin güvenli olup olmadığı değerlendirmesinin sonuçlanmasına bırakıldı.
Onlar için bugün Suriye’de hâlâ kanın akıyor oluşunun, ülkenin alt yapısı dahil, tüm yaşam gereksinimlerinin aktif destekleri altında yok edilmiş olduğunun, ya da 10 yılı aşkın bir süredir bu insanların farklı bir yaşam kurmuş olmalarının, 13 yaşında olan yüzbinlerce çocuğun kendi dillerini dahi bilmediklerinin hiçbir önemi yok.
Öyle görünüyor ki Suriye’nin 3 ay sonra nasıl bir rejim altında olacağı, şu an durulmuş olan iç savaş tehlikesinin yine farklı gruplar, hatta politik islamcı gerici güçler arası dahi, yaşanma ihtimali yüksek düzeyde bir risk olarak varlığını koruması da batı emperyalistlerinin hiç de dikkate almak istemediği gerçekler.
Onlar için varsa yoksa kendi sömürü çarklarını ağırlaştırmaları sonucu yaşam düzeyi düşmüş yerli işçi ve emekçilere dönük, ırkçılığı da geliştirerek “bakın göçmenleri gönderiyoruz” diyebilmek ve buradan doğru siyasi rant kazanmak.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 20 Aralık 2024 tarihli Avrupa Gündemi köşesi