Faşist lider Jean-Marie Le Pen’in geçen hafta öldüğü gece Paris sokaklarında insanlar sevinç gösterileri yapıyordu. Binlerce kitle “Pis ırkçı öldü” ya da “Güzel bir gün” yazılı pankartlar arkasında yürüyüşler yaptı.
Ana akım burjuva siyasetçiler, mutlu protestolar karşısında dehşete düştüklerini açıkladılar. İçişleri Bakanı Bruno Retailleau “Hiçbir şey, kesinlikle hiçbir şey bir cesedin üzerinde dans etmeyi haklı gösteremez” dedi. “Bir insanın ölümü, siyasi bir rakip bile olsa, sadece itidal ve haysiyet telkin etmelidir. Bu sevinç gösterileri son derece utanç vericidir.” dedi.
Peki Ulusal Cephe’nin (FN) eski lideri kendi düşman gördüklerine karşı hiç saygı gösterdi mi?
Örneğin, Nazi gaz odalarının varlığını reddettiğinde “saygılı” mıydı? 1987’de bir basın toplantısında şöyle demişti: “İkinci Dünya Savaşı ile ilgili 1000 sayfalık bir kitabı ele alırsanız, toplama kampları sadece iki sayfa, gaz odaları ise 10 ila 15 satır yer kaplar. İşte buna ayrıntı denir.”
Ya da İkinci Dünya Savaşı sırasında yaklaşık 76.000 Fransız Yahudisinin ölüm kamplarına gönderildiği Fransa’nın Alman işgalini “özellikle insanlık dışı değil” olarak tanımlamasına ne demeli?
Peki Le Pen’in Fransa’nın Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne karşı yürüttüğü savaşta paraşütçüyken kendilerine işkence yaptığına tanıklık eden çok sayıda insana ne demeli? Örneğin Cezayirlilere saygı gösterilmemeli mi?
Peki ya Le Pen’in defalarca hedef aldığı göçmenler, Müslümanlar vb. Mahkemeler 2003, 2005, 2008 ve 2011 yıllarında onlara karşı ırkçı nefreti kışkırttığı gerekçesiyle Le Pen’i para cezasına çarptırdı.
Le Pen gibi ırkçı bir faşist hiçbir biçimde saygıyı hak etmiyor.
Le Pen, siyasi hayatına üniversite yıllarında sola karşı sokak mücadelesiyle başlamış, ikna olmuş bir Nazi’ydi. FN’yi kurmadan önce, Nazi savaş yürüyüşlerini müjdeleyen ve Alman işgaliyle iş birliği yapan Fransız entelektüellerini kutlayan albümler üreten bir plak şirketi işletiyordu.
Le Pen’in arzuladığı Fransa’ya ulaşmak için devletin kontrolünü ele geçirecek ve onu kendi imajına göre dönüştürecek bir hareket gerektiğini biliyordu. Bu hareket şüphesiz ki faşizmdi.
Ancak İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ve özellikle de Nazi ölüm kamplarının ortaya çıkmasından sonra faşizmi satmak, ona alıcı bulmak zordu. Nazilerin sonuçlarını ilk elden gören milyonlarca insan faşizmin ırksal saflık fikirlerini ve demokrasiye olan nefretini deşifre etti. Dolayısıyla FN 1970’lerin başında doğduğunda, liderleri Le Pen burjuva siyasi ana akımdan dışlanmamak için “faşist” olarak etiketlenmekten kaçınmaları gerektiğini biliyorlardı.
1990’larda FN, sözcülerinin ve aktivistlerinin durmadan tekrarlamaları için kendi göç sloganlarını yarattı. Bu sloganlar arasında “göçmenlerin Fransa’yı istila ettikleri” yer alıyordu.
Sonraki dönemde birçok burjuva parti temsilcilerinin faşist ifadeler ve konuşmalar yaptıklarında Le Pen “Hangisini tercih edersiniz-orijinalini mi kopyasını mı?” diyebiliyordu. Burjuvazinin gittikçe gerici söylemlere sarılması FN’nin de Fransız siyasetinin merkez sahnesine, yani cumhurbaşkanlığı seçimlerine girmesini sağladı.
Dolayısıyla bir yandan evet Le Pen’in ölümü milyonlarca insan tarafından sevinçle karşılanması ne kadar haklıysa, faşizmin bir tehlike olarak Fransa ve tüm Avrupa’da varlığını koruduğu ve geliştiğini görüp, mücadeleyi süreklileştirme ihtiyacına yanıt olmak gerekiyor.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 17 Ocak 2025 tarihli Avrupa Gündemi köşesi