Emperyalist kapitalizm kitleler üzerindeki ideolojik ve politik saldırılarını en üst düzeyde tutmaya devam ediyor. Bir yandan sistemin alternatifsizliğinin propagandasını gün gün yaparken, diğer yandan ağırlaşan yaşam koşullarına karşı kitlelerde uyanmakta olan öfkeyi dizginlemek, yine sistem içine hapsetmek için çeşitli politik atraksiyonlar geliştiriyor. Derinleşen bir dizi krizler nedeniyle, dünün bireysel kurtuluş propagandasını artık eskisi gibi yapamayan egemenler, geniş kitleleri daha da fazla sosyal yalıtım, dayanışma ruhunu köreltme ve politik çürüme girdabına çekmeye çalışıyor.
Göçmen işçi ve emekçiler de bu saldırılardan azade değil. Onlar, bir yandan gelişen, geliştirilen ırkçılık karşısında korkuya hapsedilmeye çalışılırken, öte yandan en ağır sömürü koşullarına itilerek, en az hakla kendi sınırlarına, dünyalarına büzülmeye zorlanıyor. Göçmen kitlelerde oluşan bu gelecek kaygısı, sınıfsal bilinçle yoğrulmadığında, en hafif ifadeyle daha fazla kendi kabuğuna çekilmeyle; sosyal ve politik ilişkilerini ya tamamen kesmeye ya da en minimuma düşürmeyle sonuçlanıyor.
Oysa bu geri çekilme de onları koruma altına almadığı, saldırılar karşısında daha kırılgan hale getirdiği gibi mutluluğu da daha ulaşılmaz kılıyor, umutsuzluğu derinleştiriyor.
Bugün komünistlerin yürüttüğü yoğunlaştırılmış emek süreci her şeyden önce bu umutsuzluk durumuna karşı ideolojik-politik bir saldırıyı içeriyor. Kapitalizmin insanı lime lime eden bireycilik ve bencilliği göklere çıkartarak örgütlediği, maddi ve manevi kendini “korumayı” her durumda esas davranış haline getirdiği günümüz koşullarında insani değerleri, görevleri en küçük tereddüt göstermeden kitlelere hatırlatan komünistler, toplam insanlığın köhnemiş bu kapitalist sistemde kurtuluşunun yegâne yolu olan devrim ve sosyalizm için mücadeleye, fedakârlık ve dayanışmanın erdemini kuşanmaya çağırıyor kitleleri. Kuraklaşan, çölleşen kalplere kan taşıyor. Yani göçmen işçi ve emekçilerin içerisine sürüklendikleri çorak, mutluluk üretmeyen verili durumlarına devrimci bir müdahalede bulunuyorlar.
Verili durumlarına müdahaleyle yüz yüze kalan her birey söz konusu itki karşısında ya durumundan değişikliğe gitmek için adım atıyor ya da bu müdahale karşısında hapsedildiği sınırlarda yaşamaya devam ediyor. Ama her koşulda müdahalede bulunulan bireylerde içsel sorgulamalar, anda olumsuz olsa dahi, sonrasında da devam ediyor.
Bu nedenle yoğunlaştırılmış emek sürecinin her şeyden önce kitlelerin verili durumuna, sistemin onları hapsettiği sınırlara, mutsuzluğa, umutsuzluğa devrimci bir müdahale olduğunu bilince çıkartmalıdır sürecin her öznesi. Böyle kavrandığında ancak daha fazla insana gitme çağrısı daha fazla işçi-emekçinin umutsuzluğuna dokunma fikri ve duygusu haline gelecek ve öznenin hareketinde galebe çalacaktır.
Bu duygu, ideolojik yaklaşım aynı zamanda yoğunlaştırılmış süreçlerde olmazsa olmaz olan hız ve temponun da çözümü için merkezi bir yerde durmaktadır. Belirlenmiş zaman dilimi içerisinde tamamlanması, sonuçlandırılması gereken bu tarz çalışma süreçlerinde ortaya çıkan ertelemeci, “daha zaman var” diyen yaklaşımlar, sonuçta daha az insanla yüz yüze gelmek anlamına gelmektedir. Ve bu tarz; yürütülen çalışmanın kitlelerin verili durumuna, umutsuzluk ve mutsuzluğuna müdahale anlamına geldiğinin bilince çıkartılamayışında beslenmektedir. Aksi durumda, yürüttüğü çalışmanın ideolojik anlam, zemin ve sonuçlarını güçlü kavrayan her öncü, biran önce daha fazla işçi ve emekçiye ulaşmanın çabası içerisinde olacaktır.
Yoğunlaştırılmış emek sürecinin içinde taşıdığı ideolojik-politik değeri kavrayan her özne ve kolektifin sürecin başarıyla sonuçlanması için kendine görevler çıkarmada, hız ve tempo sağlamada tereddüde düşmeyeceği ise gerçeğin ta kendisidir.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 24 Ocak 2025 tarihli Perspektif köşesi