Göçmen ve Mülteci Düşmanlığına Karşı Enternasyonal Mücadele Konferansı (Mülteci Konferansı) 22 Şubat 2025 tarihinde Almanya’nın Köln kentinde başarıyla gerçekleştirildi.
Avrupa’nın farklı ülkelerinden mültecilerin ve mültecileri sahiplenen, sorunlarıyla ilgilenen kurum ve örgütlerin, duyarlı insanların ve mültecilerin katıldığı Konferans’ta aşağıdaki başlıklarda oturumlar gerçekleştirildi:
1. Mülteciliğin emperyalist politikalarla olan bağlamları, sorunlar, güncel uygulamalar ve ırkçılığın zemini.
2. Biz de buradayız: Mülteci kadınlar ve LGBTİ+’lardan hayatta kalmak ve yeniden başlamak.
3. Sınırların ötesindeki sesler: Mülteci deneyimlerinin tanıklıklarıya gerçek hikayeleri.
4. Irkçılığa ve sömürüye karşı mücadele perspektifleri, örgütlenme-dayanışma politikaları.
Oturum başlıklarından da görüleceği gibi, Konferansı’mız mülteci sorununu hem somut yaşanmışlıklar ve yaşananlar, karşılaşılan sorunlar, devletlerin uygulamaları ve hem de siyasi ve hukuki açıdan ele almıştır. Konu uzmanlarının yaptıkları sunumlar ve katılımcıların katkılarıyla Konferansı’mız şu sonuçlara ulaşmıştır:
Dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan savaş, yoksulluk, sömürü, baskı, şiddet ve ekolojik yıkımdan dolayı göç yollarına düşmekte, hayatta kalabilmek veya daha iyi bir yaşam için yerini, yurdunu ve sosyal ortamını terk etmek zorunda kalmaktadır.
Göç olgusu, sömürgecilik ve emperyalist küreselleşmenin tarihsel olarak bugüne taşıdıklarıyla doğrudan bağlantılıdır.
Hem siyasi göç ve hem de ekonomik göç sınıf mücadelesinin doğal bir mecrasıdır. Hangi düzlemde gelişirse gelişsin, her düzeydeki nüfus hareketliliği dünya işçi sınıfı ve ezilenlerinin, haklarından mahrum bırakılanların, emperyalist-kapitalist sömürü sisteminin, savaş ve işgallerinin büyük yıkımlara sürüklediği geniş ve çok değişik toplumsal kesimlerin yeni bir yaşam ve gelecek arayışlarının bir ifadesidir. Bu bakımdan mültecilik siyasi, insani ve bir insan hakları bir sorunudur; yerel ve bölgesel olmanın ötesinde dünyasal bir sorundur.
Zenginlikleri ve refahları başkalarının emeği ve sefaleti üzerine kurulu olan dünyanın başlıca emperyalist ve eski sömürgeci devletleri Abya Yala, Afrika ve Asya’daki insanların çoğunluğunun geçim kaynaklarının yok edilmesinden ve emeklerinin sömürülmesinden sorumludur.
Mültecilik sorununun bir başka nedeni de, ekolojik yıkım ve çevresel bozulmaların (iklim değişikliği, doğal kaynakların tükenmesi, ormansızlaşma, su krizleri gibi) insanların yaşamlarını sürdüremeyecek hale getirmesidir. Ekolojik yıkım kaynaklı göç, küresel bir krizdir ve yalnızca çevresel değil, aynı zamanda ekonomik, sosyal ve politik boyutları da vardır. Bu durum, genellikle geniş çaplı göç hareketlerine neden olmayı sürdürmektedir.
Savaşlardan, geçim kaynakları yok edilen insanların Avrupa ya da Kuzey Amerika’ya ulaşmaya çalışırken, Kale Avrupası’nın sınırlarında ya da ABD’nin güney sınırlarında saldırı, tecrit, ilticasının ret edilmesiyle karşı karşıya kalıyorlar. Avrupa’ya ulaşmayı başardıklarında ise, kamplarda adeta tecrit koşullarında tutulmakta, sınır dışı edilmekle tehtidi altında ırkçı yasalar ve nefret söylemi yoluyla aşağılanmaktadırlar.
Halihazırda 3. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na hazırlanan ve iki emperyalist blok olarak cepheleşen dünya egemenleri arasındaki çelişkiler keskinleşiyor. Ukrayna’dan Afrika ülkelerine, Kürdistan’dan Filistin’e süren ve giderek Ortadoğu’ya yayılan savaşlarda on binlerce insan katledilmekte, yerleşim birimleri ve yaşam için gerekli tüm altyapı yok edilerek milyonlarca insan göçe zorlanmaktadır. Emperyalist devletlerin bu yönelimleri gelecekte milyonlarca yeni göç dalgalarına yol açacaktır.
Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmaya çalışan ABD, AB ve diğer emperyalist devletler İsrail
aracılığıyla Filistin soykırımını ve Filistin halkının göçünü derinleştirmeye çalışmakta, RojavaDevrimi’ni yok etmeyi hedefleyen faşist Türk devleti Rojava’ya işgal saldırılarını sürdürerek yüzbinlerce insanı göçe zorlamaktadır.
Göç yollarına düşen ve Avrupa’ya ulaşmaya çalışan yüzbinlerce insan denizlerde, AB sınırlarında ölüm çemberlerinden geçerken, on binlerce insan öldürülmekte veya kaybolmaktadır. 2000’den 1.10.2019’a kadar 41.094 mülteci sadece Akdeniz’de boğulurken, 2019’dan sonra da her yıl binlerce insan Akdeniz ve Ege Denizi’nde, Avrupa kara sınırlarında öldürülmekte, ölüme gönderilmekte, denizlerde kaybedilmektedir.
Mültecilerin haklarını düzenleyen, devletlere kendilerine başvuran mültecilere koruma yükümlülüğü getiren ve mücadele ile kazanılmış Cenevre Sözleşmesi ve diğer sözleşmeleri uygulamayan, çiğneyen Avrupa Devletleri, mülteci haklarını sürekli yeni yasal değişiklerle de yok ederken, pratik uygulamalarda mültecileri koruyan değil, insani olmayan uygulamalarla, saldırılarla, işkence ve cinsel saldırılarla, sınır dışı merkezlerinde gözaltında tutarak ve hızlandırılmış prosedürlerle, hukuka erişimi de engelleyerek, sınır dışı etmektedirler. 2020’de yapılan yeni Göç ve İltica Paktı ile bu saldırılar derinleştirilmiştir.
AB sınırlarını korumak için kurulmuş olan ve bütçesi iki katına çıkarılmış olan Frontex’in mültecilerin denizde ya da karaya ulaştığında öldürülmesinde sorumluluğu olduğu kanıtlarıyla ispatlanmıştır. 2023 yılında 2 binden fazla geri gönderme vakası vardır. Botlara bindirilen insanların botları delinerek denize itilmekte ve insanlar karşıya ulaşamadan ölüme gönderilmektedirler.
Mültecileri denizlerde boğulmaktan kurtarmak için gemilerle denizlerde arama-kurtarma çalışması yürüten SEA-EYE’nin mültecilere ölüme gönderen AB devletlerinin 2017’den bu yana bu çalışmalarının kriminalize edilmeye çalışıldığını, arama-kurtarma faaliyetlerinin engellemek için birçok yola başvurduklarını belirtmiştir. Arama-kurtarma faaliyetinde kurtarılan insanların olduğu gemilerin yakın limanlara girmelerinin engellenmesi, denizde bekletilmesi ve uzak limanlara gönderildiğine vurgu yapan SEA-EYE, 2014’ten bu yana denizlerde kaybolan 30 bin kişinin kayıtlara geçtiğini ve gerçek sayının bunun çok üzerinde olduğunu belirtmiştir.
Tüm bu badireleri aşıp bir ülkeye ulaşan insanlar mülteci olarak hayata sıfırın altında başlamak zorundalar. Hiçbir yasallığın olmadığı koşullarda, gittikleri kurumlarda, sokakta, ırkçı söylemlerle, saldırılarla karşılaşılmaktadır.
Tüm bu sorunları kadınlar ve LGBTİ+lar daha fazla yaşamaktadırlar. Kadınlar ve LGBTI+’lar emperyalistlerin, kapitalistlerinin paylaşım ve iktidar savaşları ve faşist baskılar, yoksulluk, ekonomik, politik veya daha başka gerekçelerin yanı sıra, erkek şiddetinden, gerici, feodal, dinsel geleneklerden, kadın düşmanı, politik islamcı iktidarların ve çetelerin baskılarından dolayı ülkelerini terk etmek zorunda kalmaktadırlar.
Dil bariyeri, kültür farklılıkları dikkate alınmamakta, nefret saldırıları ve ırkçı saldırıların yanı sıra transların sağlığa erişim sorunları, hormon gelişimini engellemekte ve sağlıklarını kaybetmeye yol açmaktadır.
Irkçılık, ayrımcılık, dışlanma ve öldürülme tehlikesi Avrupa ülkelerinde mülteci düşmanlığı üzerinden yapılan politikalar, gelişen ırkçı ve faşist partilerin sorunların mağduru olan mültecileri sorunların kaynağı olarak gösteren propagandaları ve saldırıları mültecilere yönelik düşmanlığı artırmaktadır.
Avrupa’nın birçok ülkesinde mültecilere yönelik polis şiddeti ve katliamları ırkçılığın sistematik bir biçimidir. Yabancı düşmanlığı ve ırkçı saldırılarla hareket eden kolluk güçleri, mültecileri ve göçmenleri kriminalize etmeyi, onları toplumdan izole etmeyi ve caydırmayı amaçlayan politikaların bir parçası olarak işlev görmektedir. Polis şiddeti, ırkçı yasalar ve politikalarla desteklenmektedir. Almanya’daki Yabancılar Yasası, Fransa’daki Göç Yasası gibi yeni dönemde güncellenen yasal uygulamalarla, ikamet zorunluluğu ve kamp sistemi, mültecilerin günlük yaşamlarını birer hapishaneye dönüştürmektedir. Bu sistem, mültecilerin hem fiziksel hem de psikolojik olarak baskı altında tutulduğu bir düzen yaratmıştır. Burjuva medya, mülteci düşmanlığını körükleyen en önemli araçlardan biri haline gelmiştir.
Her seçim dönemi, burjuva medya göçmen ve mültecileri “suç oranlarının artışı”, “ekonomik yük” veya “entegrasyon sorunu” gibi manipülatif söylemlerle hedef haline getiriyor. Bu propaganda, halkı bölerek dikkatleri işsizlik, enflasyon ve barınma krizi gibi gerçek sorunlardan uzaklaştırmayı ve ırkçı politikaların ve mültecilere karşı artan düşmanlığın zeminini genişletmektedir.
Sonuç olarak neler yapılmalı?
Bu sorunları ve saldırıları doğrudan yaşamış olan mültecilerin ve başka mültecilere yardımlarından dolayı hapislikler yaşayanların doğrudan tanıklar olarak söz alıp karşılaştıkları sorunları ve yaşadıklarını aktardıkları Konferansı’mız, tartışmalar sonucunda şu sonuçlara ulaşmıştır:
- Ötekileştirilmiş, ezilmiş ve haklarından mahrum bırakılmış insanlar olarak ancak birbirimize güvenebiliriz. Bunun için örgütlenmeli ve birlikte mücadele etmeliyiz. Bölünme, ayrı durma çizgilerini aşmalı ve ortak çalışmayı geliştirmeliyiz.
- Ulusal ve uluslararası mülteci hakları ve sözleşmelerinin uygulanması için mücadele etmeliyiz.
- Mülteci örgütleri bir araya gelerek ortak hareket etmeli, kamuoyu yaratabilecekleri uluslararası bir inisiyatif oluşturmalı ve bir iletişim aracı kurmalıdır. Bu merkezi iletişim aracı ve dayanışma ağlarının geliştirilerek merkezileşmesi, mültecilerin sorunlarını, yaşadıkları zorlukları, baskı ve şiddete karşı mücadele eden bir örgüt gibi işletilmelidir.
- Mülteci kadınlar ve kamplarda yaşayan kadın ve LGBTI+lar için kadına yönelik şiddete dair şikayetlerin bilgisini merkezinde toplayacak, resmi kurumların müdahale öncelilğini denetleyecek, şikâyet merkezleri kurulmalıdır. Kadınların ulaşabilecekleri şiddet hattı kurulması talep edilerek, şiddet uygulayıcısı erkekler hakkında önlemler alınması sağlanmalıdır.
- Kadınların sağlık hizmetlerine erişimini ve psikososyal desteklerini güvence altına almak için sağlık bakanlığına bağlı “mülteci kadın, çocuk, LGBTİ+ların sağlığı” büroları kurulmalıdır.
- Mülteciler olarak kriminalize edilmeye, saldırılara karşı mücadele ederken, politik mülteciler olarak mülteciliğin olmadığı, özgür ve eşitçe yaşayacağımız bir dünya için mücadelemizi sürdürmeliyiz.
- Dayanışmamızı pekiştirmek, mücadele deneyimlerimizi birleştirmek için bu konferansları süreklileştirmeliyiz.
Mülteci Konferansı
Köln, 22.02.2025
Avrupa Ezilen Göçmenler Konfederasyonu (AVEG-KON)