Dünya üçüncü kez emperyalist paylaşım savaşı tehlikesiyle karşı karşıya. Kapitalist sistem, yaşadığı krizleri aşmak için yüzyılın ilk çeyreğinde bölgesel savaşlarla saldırganlığını yoğunlaştırıyor. Kürdistan, Filistin, Suriye, Ukrayna, Yemen ve daha birçok ülkede süren bölgesel savaş ve işgallere her geçen gün yenileri eklenerek devam ediyor.
İkinci emperyalist paylaşım savaşında paylaşılan pazarlar, yaşanan kriz ve yeni güç dengeleri vesilesiyle yeniden paylaşılmak isteniyor. Hangi coğrafyada, hangi güçler arasında yaşanıyor olursa olsun, çatışmaların, savaşların ve gerilimlerin arkasında başını ABD- AB’nin çektiği NATO ve Çin- Rusya’nın öncülük ettiği Şangay Beşlisi arasındaki rekabeti görüyoruz. İki emperyalist kutup arasındaki paylaşım ve hegemonya mücadelesi tüm dünyayı adeta yok oluşa sürüklüyor.
Emperyalist merkezler bölgesel vesayet savaşlarıyla, halklar arasındaki yarattıkları kutuplaşmalar ve çatışmalarla, destekledikleri işgallerle pazarlarını ve hegemonyalarını muhafaza etmeye veya genişletmeye çalışıyorlar. İşgal edilen ülkelerin yer altı ve yer üstü zenginliklerine el koyup oradaki pazarları denetimlerine geçirerek, yaşadıkları mali ve ekonomik krizi atlatmaya çalışıyorlar. Örneğin, Afganistan, Irak ve Suriye’deki işgal saldırılarından sonra, bu ülkelerin yer altı ve yer üstü kaynakların büyük kısmı NATO ülkelerinin denetimine girdi.
Dışarıya savaş, çatışma, kutuplaşma ve sömürgecilik ihraç eden emperyalist- kapitalist merkezler, ülke içinde ise militarizmi, milliyetçiliği, ırkçılığı ve cinsiyetçiliği körüklüyorlar. Yaratılan bu atmosfer aynı zamanda bu ülkelerin işçi sınıfı ve emekçilerin ekonomik, sosyal ve siyasal haklarının kolayca gasp edilmesinin de yolunu açıyor.
Dünyanın neredeyse tüm kapitalist-emperyalist merkezlerinde burjuvazinin desteklediği sağcı ve faşist partiler, politikalar yükselişe geçmiş durumda. Sol, sosyalist, ilerici güçler farklı ve etkili alternatifler yaratamadıkça, militarizm, ırkçılık ve cinsiyetçilikle zehirlenen kitleler sağcılaşıyor, faşist hareketin etkisine giriyor.
Burjuvazi göçmenlere karşı geliştirdiği ırkçı ve ayrımcı siyaseti kullanarak ülkesindeki işçi sınıfını da sağcı, faşist partilere, politikalara yönlendiriyor. Göçmenler yoksulluğun, işsizliğin, ekonomik krizin gerekçesi olarak gösterilip hedef haline getiriliyor. Artık göçmenlere yönelik saldırıların yaşanmadığı tek bir gün yok gibi.
Militarizmin ve ırkçılığın yükselişi var olan cinsiyetçiliği, kadına yönelik erkek ve devlet şiddetini daha da tetikliyor. Kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık sadece bölgesel savaşların sürdüğü topraklarda değil, Avrupa’da da artarak sürüyor. Dünyada kadın ve LGBTİ+’ların yüzde 30’u cinsiyetlerinden ve cinsel yönelimlerinden dolayı şiddete maruz kalıyor. Almanya’da, 2023 rakamlarına göre sadece kayıt altına alınan rakamlara göre 130 binin üzerinde kadın cinsel ve fiziki şiddete maruz kalmış. Tüm dünyada gerçek oranın çok daha yüksek olduğu kuşku götürmez bir gerçek.
Bu sebeple Sosyalist Kadınlar Birliği’nin faşizme ve savaşa karşı Kasım ayı sonuna kadar sürdüreceğini duyurduğu politik kampanya değerli bir yerde duruyor. Sadece kadınları değil, aynı zamanda erkek işçi ve emekçileri de konuya duyarlı hale getirmeyi amaçlayan kampanya, yükselen emperyalist savaş ve faşizme karşı kitlesel, süreklileşen bir mücadelenin gerekliliğine ışık tutuyor.
Dolayısıyla başta yaşadığımız Avrupa ülkeleri gelmek üzere, emperyalist odakların dünyayı savaşçı, militarist, ırkçı ve cinsiyetçi bir dünyaya çevirme heveslerine karşı işçi sınıfı ve emekçilerin, kadın ve gençlerin eşitlikçi ve özgürlükçü enternasyonalist mücadelesini geliştirme ihtiyacı, her düzeyde sosyalistin-komünistin dönemin devrimci görevi olarak kavrayacağı ve tutacağı halkayı oluşturuyor.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 31 Ekim 2025 tarihli Perspektif köşesi











