Emperyalist rekabet ve hegemonyanın bir sonucu olarak devam etmekte olan Rusya-Ukrayna savaşı, her iki halklar bakımından olduğu kadar, Avrupa gibi dünyanın değişik bölgelerindeki işçi ve emekçilerin yaşamlarını direk veya dolaylı biçimde etkiliyor. Savaş öncesi dönemde korona salgını nedeniyle ulusal sermayenin güçlü tutulması için açılan devlet kasaları ve artan günlük ihtiyaç maddesi ücretleri nedeniyle daha da fazla yoksullaşan emekçi sınıflar, savaşın getirdiği enerji, gaz, yağ, un dahil olmak üzere, yaşamı sürdürmek için gerekli tüketim maddelerin tedariki sorunları nedeniyle çok daha fazla ekonomik bunalımın içine sürüklenmiş durumda.
Temel gıda maddeleri başta olmak üzere birçok kalemde yapılan zamlar, artan enflasyon ve buna rağmen aynı düzeyde seyreden ücretler gerçeği, kapitalist merkezlerde sömürü çarklarının işçi ve emekçiler nezdinde daha da ağırlaşmasını getiriyor. Bu ülkelerdeki küçük burjuva sınıfların erime oranı kat be kat artarken, bu kesimden emekçiler her gün binlerle işçi sınıfının saflarına katılıyor.
Kapitalist-emperyalist rekabetin kaçınılmaz bir sonucu olarak yaşanan savaş gerçeği, egemen sınıflar ve onların ellindeki burjuva devletler nezdinde ırkçılığı, militarizmi geliştirmenin bir aracı olarak kullanılıyor. Emperyalist Rusya’nın, saldırıya uğrayan mağdur pozisyonuna bürünerek savaş istemeyen Rus halklarına hunharca saldırdığı, cezaevlerine attığı bir ortamda, batı emperyalizmi ise tarihsel olarak halklar nezdinde mahkum edilmiş olan ırkçı ve faşist hareketi büyütüyor, kurumsallaştırıyor; Almanya örneğinde olduğu gibi silahlanmaya ayırdığı bütçeyi işçi emekçilerin yoksullaşmasını mutlak hale getirecek biçimde bir anda dudak uçuklatan miktarlara yükseltiyor. Biden, Macron ve Jhonson’un ağzından bir yandan nükleer savaş riskini diline pelesenk ederlerken, öte yandan örtük bir biçimde gönüllüler adı altında savaşa emekçi çocuklarını mobilize ediyorlar.
Çılgınlığı öyle sınırlara vardırdılar ki on yıllarca propagandasını ede geldikleri burjuva özgürlükleri, kültürel çeşitliliği bir kenara iterek, Rusya halkına, Rus müzisyene, yazara vb. ırkçı düşmanlığı örgütlüyorlar. Yılların edebi eserleri, sanat üretimleri, anıtlar bu linçin hedefi haline getiriliyor. Putin Rusya’sını Lenin’in, Stalin’in Sovyetleriyle birlikte etiketleyerek hem sosyalizme hem de Berlin’deki Sovyet anıtlarına yapılan saldırılarda görüldüğü gibi sosyalist değerlere saldırıyı da meşrulaştırma ereği güdüyor.
Bir yandan dünyanın değişik bölgelerinden gelen göçmenlerin yaşamlarını hapishaneye çevirmeye, yeni gelişlere kapıları kapamaya çalışırken, öte yandan savaştan kaçan Ukraynalı mültecilere sahip çıkma çağrıları emperyalist ikiyüzlülüğü gözler önüne sermekte. Değişik faşist güçlerle ittifak halindeki Zelensky’i kendi parlamentolarında konuştururken, (dahası Neo-Nazi bir Ukraynalı askerin faşist propaganda yapmasına da göz yumulurken) aynı Zelensky’nin Yunanistan’da olduğu gibi göçmen katliamlarıyla ünlü faşist kesimlerle ilişki kurma ve faşist partileri meşrulaştırma girişimlerine kol kanat germekteler.
Tüm bu aleni gerçekler, Rusya-Ukrayna arasında süren emperyalist savaşın Avrupa ve dünya halklarının yaşamlarını direk etkilediğinin verileridir. Bu nedenle söz konusu emperyalist savaşın son bulması için Rusya’daki savaş karşıtı hareketin desteklenmesinin yanı sıra, batıdaki emperyalist savaş baronlarına karşı da mücadelenin sokakta güçlendirilmesi ihtiyacı ertelenemez bir görevdir.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 15 Nisan 2022 tarihli Avrupa Gündemi köşesi