Çavuşoğlu’nun Berlin Ziyaretinin ardından Nürnberg Medya Kültür Evi basılmış, Nürnberg’de bir, Stuttgart’ta iki yurtsever gözaltına alınmıştı.
Almanya hapishanelerinde toplam 11 yurtsever aktivist tutuklu.
Suçlamalar benzer; yurtdışında faaliyet yürüten “terörist” örgüte mensup olmak, eylem örgütlemek, eylemlere çağrı yapmak, “eyalet”lerden sorumlu olmak, bağış kampanyası sürdürmek vs.
PKK’nin “terör” listesine alınmasıyla başlayan yoğunlaştırılmış kriminalizasyon saldırıları Almanya tarafından kesintisizce sürdürülürken, TC’yle ilişkileri saldırı dozunu belirleyen etkenler arasında.
Dolayısıyla başlıkta ortaya atılan soruların hem yapısal, hem de güncel bir dizi cevabı var.
TC, Almanya, ABD ve AB’nin stratejik bir “küçük” ortağıdır. NATO’da ifadesini bulan söz konusu ortaklık “yapısal” aidiyeti açıklıyor. Mali-ekonomik bakımdan binbir iple Batı sermayesine bağlılık, bu ortaklığın maddi temelini oluşturuyor. PKK’nin TC’ye karşı devrimci mücadelesi dolayısıyla NATO’ya karşı savaş olarak kabul ediliyor.
Dahası, PKK ulusal demokratik ve halkçı programıyla ideolojik bakımdan da neoliberal ve emperyalist küreselleşmeci burjuva ideolojisine ters, onla nesnel olarak mücadele ediyor, bölgenin geleceği bakımından iddia sahibi bir örgüt olarak emperyalistlerin hedefinde. Özellikle “iyi Kürt – kötü Kürt” denklemini kurarak KDP’yi öne çıkarma, Rojava’yı MSAve gerilladan uzaklaştırma taktiğiyle PKK’yi yanlızlaştırmak istiyorlar. Her halükarda TC’nin Güney Kürdistan’a yönelik işgalci saldırılarına onay, hatta destek veriyorlar.
Fakat, Almanya, başta PKK ve MLKP gelmek üzere bir dizi devrimci enternasyonalist partiyi sadece “TC’yle ilişkilerinden ötürü kriminalize etmiyor. Ya da FHKC’nin yasaklanması ve faaliyetlerinin kriminalize edilmesi sadece “İsrail ile ilişkileri”yle açıklanamaz.
Almanya ve bir dizi başkaca emperyalist devlet, söz konusu devrimci odakları “kendisi için” de kriminalize ediyor. Örneğin Kürt Özgürlük Hareketi Almanya’nın en örgütlü devrimci kuvveti. Bu kuvvet Almanya siyasetine henüz “karışma”dığı için böyle algılanmıyor, ama onun potansiyelinin Almanya iç siyasetinde devrimci bir özneye dönüşmesi Almanya’daki sınıf mücadelesi bakımından ciddi bir tehlike olarak ele alınıyor. Aynısı MLKP gibi göçmen işçiler içinde komünist faaliyet yürüten, çubuğu yerli işçilerle devrimci birleşik mücadeleyi yükseltmeye büken komünist partiler için de geçerli.
Güncel olarak AB-TC ilişkisinde öne çıkan yönelim “uzlaşma”.
TC’yle ilişkileri yatıştırma, kimi tavizlerle birlikte Doğu Akdeniz ve Libya’da TC dış politikasını AB-ABD’ye uyumlu hale getirme, mülteci antlaşmasını güncelleme “çıkarı” AB’nin dönem taktiğidir. Dolayısıyla süreç içerisinde Türkiye ve Kürdistanlı devrimci-demokratik örgütlere ve partilere saldırıların ve kriminalizasyonun dozunun artacağı mümkündür, dahası beklenmelidir.
Peki kriminalizasyon nasıl durdurulur veya daha tersinden nasıl durdurulamaz?
Emperyalistler, dışpolitikada tutumu “demokrasi, insan hakları vs” durumuna göre değil, kendi çıkarlarını göre belirlerler. Her yeni gelişme bu yalın ve bilindik gerçeğe işaret ediyor.
Yurtsever devrimci-demokratik ve göçmen sosyalist hareketi, “yabancı”lıktan çıkıp yerli işçi sınıfı ve ezilenlerle, antifaşistlerle ilişkileri güçlendirdiği, birleşik mücadeleyi geliştirdiği ölçüde kriminalizasyon ve yanlızlaştırma siyaseti zorlaşır.
Bu, göçmenlerin ve yurtseverlerin Almanya’da iktidarda olan CDU/CSU-SPD Büyük Koalisyonunun dış politikasına karşı mücadelenin birleşik bir zeminde yükseltilmesidir.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 21 Mayıs 2021 tarihli Avrupa Gündemi köşesi