Emperyalist küreselleşmeyle birlikte yaşamın her alanındaki normal akış değişime uğradı. İlerleyiş, durgunluk, kaos, kriz, felaketler yeni normaller olarak insan yaşamını sürekli bir biçimde etkileyen, yön veren olgular oldu. Bu açıdan mücadele gündemlerinin sürekli bir biçimde değişkenlik göstermesi, komünistler açısından da verili koşulların sık aralıklarla değişime uğramasını beraberinde getirdi. Dolayısıyla hareket halinde olmayan, statik gündemler ve buna bağlı olarak mücadele gündemlerini belirlemeler de giderek ortadan kalkarken, geçmişe ait ve hükmünü yitirmekte olan bir durum olarak varlığını sürdürür hale geldi.
Bu durumu biraz daha somutlamak için sadece içerisinden geçtiğimiz dönemin kimi gündem başlıklarına bakmamız bile yeterli. 8 Mart ve 21 Mart Newroz gibi mücadele dolu yaşam aralığına adım attığımız şu günlerde, bir yanımız Türkiye, Kürdistan ve Suriye’de yaşanan depremin yaralarını sarmaya, doğa felaketinin bir katliama dönüşmesinin temel sorumlusu kapitalist sistem ve faşist rejimden hesap sormaya kilitlenmişken, diğer bir yanımız ise Ukrayna’da süren emperyalist savaş ve bu savaşın daha da görünür hale getirdiği kapitalist kriz koşullarının Avrupa’da yerli ve göçmen tüm işçi sınıfı ve ezilenlerin yaşam koşullarını dolaysız etkilemesi ve buna karşı görevlerle dolu.
Bu tabloya örgütsel ve siyasi özgün gündemleri de kattığımızda durum, dışarıdan bakıldığında çok daha karmaşık hale geliyor. Tam da bu koşullarda sürecin özgünlüklerini açığa çıkartmak, öncelikler belirlemesini doğru yapmak, hızlı makas değişimlerini gerçekleştirmenin koşullarını yaratmak, kimi gündemleri iç içe geçirmek vb. gibi politik ve örgütsel önderliğe ait başlıklarda ustalaşmamızı koşullayan bir sürecin de içerisinde olduğumuzu unutmamak gerekiyor.
Her kolektifin olduğu kadar tek tek politik öncülerin de bu konuda ideolojik, politik ve önderlik kapasitesini yükseltmek zorunda olduğu bir süreçteyiz. Söz konusu kapasite yükseltildiği oranda dönemin ihtiyaçlarına karşılık gelen bir iradi, politik ve pratik duruşu ortaya koyabiliriz ancak. Birbiriyle çok uzakmış gibi görünen mücadele gündemlerini politika yapış tarzımızda ustalaşarak ve hareket tarzımızda ilerleyerek pekala birleştirebilir, döneme ve özgünlüklere göre tasnifleyebiliriz.
8 Mart Kadın Grevi’ne dair kadın kitlelerine dönük ajitasyon propaganda faaliyetinde emperyalist rekabetin dolaysız sonucu olarak derinleşen ekonomik kriz koşulları da pekala gündemleştirilebilir, devrimci Kawa’nın bir Newroz günü tutuşturduğu Newroz ateşi deprem vesilesiyle sömürgeci faşist rejimin kalelerini döven birleşik bir gündeme dönüşebilir. İçe dönük özgün kampanya ise toplam gündem canlılığı içerisinde daha fazla insanla buluşturulabilir. Yeter ki tüm bunlara dair işletilebilir, denetlenebilir bir örgütsel plan ve partili kararlılık açığa çıkartılsın.
Tüm bu tablodan kolektiflerin ve kolektif etkin bireylerin çıkartacağı en genel sonuç ise tek düze, sadece bir gündeme kilitlenmiş mücadele başlıklarının dönemin özgünlüğü bakımından neredeyse imkansız hale gelmesidir. Dolayısıyla ruhsal dünyamızı ve kendimizi var ediş tarzımızı, devrimci pratiğimizi bu yeni koşullara, yeni “normallere” göre ele almak, tasarlamak ve uygulamak durumundayız.
İdeolojik, politik ve örgütsel yönden kendisini donatan kolektiflerin ve kolektif etkin bireylerin bu yeni sürecin görevlerini kavrama ve devrimci mücadelenin gelişim manivelasına dönüştürmede başarıyı yakalaması çok mümkün.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 3 Mart 2023 tarihli Perspektif köşesi