Tehlikelerle dolu bir zamanda yaşıyoruz. Avrupa genelinde aşırı sağ büyüyor, isçi sınıfının ve gençlerin güvenini kazanıyor. Almanya’da 8 yıl önce kurulan Alternative für Deutschland (AfD), radikalleşerek 2021 federal seçimlerinde beşinci güç olma hakkını elde etti, Fransa’da iki faşist aday (Eric Zemmour ve Marine le Pen) anketlerin başında geliyorlar, Avusturya’da eski SS subayları tarafından kurulan Özgürlük Partisi (FPÖ), merkez sağ ile koalisyon halinde hükümete girdi. Bu tür örnekleri ülke ülke sıralamak mümkün fakat faşizm sadece zemin kazanmaya devam etmiyor. Medyada katlanarak büyüyen bir alan işgal ediyor, siyasi tartışmaları dikte ediyor, yaklaşımını ve takıntılarını göçten kadın haklarına kadar her şeye dayatıyor. Aynı zamanda, en radikal yanları, terörizmle flört eden şiddet eylemleri etrafında boy gösteriyor.
Burjuva devletlerden ve reformist partilerden yanıt beklemek, bir hatadan başka bir şey olmayacaktır. Yunanistan’da, geçen yıl faşist Altın Şafak partisinin yasaklanması, faşistlerin son aylarda artan saldırılarına engel olmadı. İtalya’da, 9 Ekim’de faşist Fuorza Nuova partisinin militanları tarafından saldırıya uğrayan ve tahrip edilen İtalyan Genel İşçi Konfederasyonu’nun (CGIL) ulusal karargahıydı. Bu saldırılara karşın gençliğin tepkisi hızlıca örgütlendi ve ertesi gün, ülke genelinde CGIL’a bağlı kuruluşlarda spontane destek nöbetleri düzenlendi. Ertesi hafta sonu, bir protesto gösterisi düzenlendi ve yaklaşık 200 bin kişiyi Roma sokaklarına döktü.
İtalya’da, Yunanistan’da veya Fransa’da faşistlere karşı burjuva devletlerden beklentilere sahip olmak anlamsızdır. Sözünü ettiğimiz saldırıların birçoğu, polisin önünde ve desteği ile gerçekleştirildi. Faşistlerin poliste ve genel olarak burjuva devlet aygıtında pek çok sempatizanı ve üyeleri olduğu bilindik bir konu. Burjuva devletler, faşist grupları yedekte tutup, onları işçi hareketini, gençlik hareketini vurmak ve aralarında ırkçılık tohumlarını ekmek için tamamlayıcı bir güç olarak kullanır.
Gençlik, bu saldırılara karşı kendi özsavunmasını örgütlemeli, işçi sınıfını ve gençliği faşist örgütlere karşı siyasi bir mücadelede seferber etmelidir. Çünkü hiçbir şey yapılmazsa, faşizm, sosyalist ve ilerici gençlik hareketlerinin faaliyetleri üzerinde kalıcı bir tehdit gibi asılı kalacaktır. Bu nedenle faşistlerle savaşmalıyız, ancak kendi silahlarımızı ve kendi güçlerimizi kullanarak. Bu, İtalya’da, Yunanistan’da, Fransa’da ve Almanya’da yapılmıştır. Almanya’da bunun örneği, Hanau katliamı sonrasında kendiliğinden ortaya çıkan yerel hareketler ve örgütlenmelerde görüldü. Fakat, genç kitleler arasında biriken öfkenin somut bir dışa vurumu olan hareket ve örgütlenmeler, devrimci bir içerik taşımayan, post modern akımlara saplanmış, devleti ve sistemi hedef almayan bir politikanın işe yaramayacağını hepimize gösterdi. Bu da antifaşist mücadelede daha ileri gitmemiz gerektiğini ortaya çıkardı. Faşizme karşı mücadele, ancak faşist saldırganları besleyen ve koruyan kapitalizme yönelik olursa başarılı olabilir.
Faşizmin yükselişine, işlediği bütün saldırı ve katliamlara karşı antifaşist mücadele de sokaklarda sürüyor. Bugün Avrupalı devrimciler, sosyalistler, göçmenler ve ilericiler olarak mücadeleyi sahiplenmeli, sokakları mesken tutmalıyız. Fransa’da Zemmour’a karşı sokaklar, antifaşistlerin öfkesiyle sahiplenilmelidir. Hanau katliamının 2. Yıldönümü yaklaşırken, faşist katillerden ve arkasındaki devletten hesap sorma iddiası, kendini sokakları ve meydanları zapt eden binlerle göstermelidir.
Bütün bu mücadelelerde yerimizi alalım, faşizme karşı birleşik mücadeleyi sahiplenelim!
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 31 Aralık 2021 tarihli Avrupa Gündemi köşesi