Gün geçtikçe Maraş merkezli yaşanan depremin işçi sınıfı ve ezilenler cephesinde yarattığı ölüm ve yıkım daha net görünür olmaya başladı. Felaketin sonuçları, kapitalizmin kural tanımazlığını gözler önüne sermenin yanı sıra, bu depremin enkazında aynı zamanda faşist şeflik rejiminin kaldığına da delalettir. Yıkılan binalara, kaybolan hayatlara devlet enkazı da eklendi.
Acı içerisinde bir babanın sözlerinde yansıyan “devletiniz batsın” haykırışı, genel işçi sınıfı ve ezilenlerde oluşan öfke düzeyine işaret ederken, Erdoğan rejimi yine OHAL’e sarıldı.
Ancak devlet katında hiçbir tehdit ve saldırganlık halklarımızın dayanışma iradesinin önüne geçemedi; ezilenler insanlık değerlerini birbirine uzattıkları yardım eliyle yeniden ve yeniden yıkıntılar arasında yeşerterek acıyı sağaltmasını bildiler. Devrik binalardan bir yandan çıplak elle yeni yaşam arayışlarına devam ederken, diğer yandan erken vedalaşanları uğurladılar, yaralıları tedavi ettiler, aç ve açıkta kalanları kucakladılar. Ancak daha çok iş var, hâlâ yardımların gitmediği alanlar, salgın hastalık tehlikesi ve tabi ki depremin yarattığı toplumsal travma çok canlı olarak varlığını sürdürüyor.
Avrupa’da yaşayan komünistler depremin ilk gününden itibaren bir yandan tüm duyargalarıyla halklarımızın durumunu takip ederken, diğer yandan da hızla yapılabilecek ne varsa yapmayı kendisine amaç edindiler. Çalışmalara katılacak delegasyon faaliyetinden yasakları alt edecek yöntemlerle ihtiyaç duyulan eşyaları gönderme, mali destek çıkarma ilk elden akla gelenler oldu. Birleşik bir hareketin ortaya çıkmaması çeşitli bakımlardan güçten düşürücü rol oynasa da, bağımsız eylem ve etkinlik hattı hemen oluşturularak hızlı hareketi sağlamak başarılan bir çizgi oldu.
Şimdi, örgütlenmeyi aksatmadan, çalışmaları yeni evreye göre yeniden planlamak, öncelikleri tespit etmek, sonuç alıcı yöntemleri geliştirmek görevleri bizi beklemekte. Felakete duyarsız kalmayan yüz binlerce göçmen işçi ve emekçinin kendi en yakınlarından başlayarak dayanışmada bulunmaları kaçınılmaz olarak bu kesimden ekstra destek örgütleme olanaklarını belli ölçüde daralttı. Ancak yapılan alanlarda görüldü ki hem yerli Avrupa halkları hem de diğer uluslardan göçmenler de depreme duyarsız değiller. Hali hazırda büyük felaketten haberdar olan bu kesimler içerisinde her türlü çalışma pekâlâ örgütlenebilir. Kent merkezlerinde açılacak çadırlar, metro önlerinde dağıtılacak bildiriler, semtlerde genel esnaf ziyaretleri, değişik demokratik kurum ziyaretleri, sendikalarla görüşmeler vb. sonuç almada etkin yöntemler olarak değerlendirilebilir.
Atlanmaması gereken ikinci konu ise bu felaketin gerçek sorumlusu kapitalist sistemden ve bugün kü iz düşümü olarak faşist şeflik rejiminden hesap sorma bilinç ve iradesinin aksatılmadan, süreklilik içerisinde canlı ve diri tutulmasıdır. Sömürgeci faşist diktatörlüğe karşı oluşan öfke sadece felaketin yaşandığı bölgelerle sınırlı değil. Milyonlarca göçmen işçi ve emekçinin yanı sıra Erdoğan rejiminin muhtevasından haberi olan Avrupalı halklar da büyük öfke içerisinde. Oluşan bu öfkeyi sokağa yansıtmak, her durumda faşist şeflik rejimine karşı politik atağa geçmek kendini kadir-i mutlak görenlere devrimci yanıtımız olmalıdır.
Marksist Leninistlerin çabalarına rağmen birleşik platformların bu konuda şimdiye kadar tutuk davranmış olması söz konusu platformları ısrarla harekete geçirmemizi engellememeli. Fakat buradan doğru bir beklemecilik de asla tercih edeceğimiz yöntem olamaz. Paris’te, Köln’de, Viyana’da olduğu gibi, gerektiğinde kendi öz gücümüze dayanarak faşist diktatörlüğü teşhir etmek, ona karşı mücadeleden başka yolun olmadığı, acılardan faşizmden kurtularak çıkılabileceği gerçeğini eylemli haykırmak gelen günlerin temel görevleri arasında olmalıdır.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 17 Şubat 2023 tarihli Perspektif köşesi