Krizin faturasını üniversitelilere ödetmek isteyen faşist şeflik rejimi, her geçen gün üniversitelilerin geçimini zorlaştıracak yeni bir zammı gündeme getiriyor. İstanbul Üniversitesi ile başlayan yemekhane zamları artarak devam ederken; üniversitelileri açlık, geçim derdi ve gelecek kaygısıyla sınayarak sindirmeye çalışan rejimin tek saldırısı elbette zamlar değil. Özellikle devrimci gençlik mücadelesinde özel anlam taşıyan ve hala rejimin tehdit olarak gördüğü DTCF ve ODTÜ’de özel konsept olarak tertiplenen faşist provokasyonlar bu saldırıların başında gelmektedir. Her dönem gençlik mücadelesinin gelişimi açısından özel anlam taşıyan üniversiteler olan Ankara Üniversitesi ve ODTÜ’yü düşürmenin, gençlik mücadelesinde büyük bir kırılmaya yaratacağına inanmış AKP-MHP faşizmi, atadığı kayyum rektörler ve akrabalarından oluşturduğu üniversite yönetimleriyle işbirliği halinde bu saldırıyı genişletmenin ve hedefine ulaşmanın her türlü yolunu denemektedir.
Dönem başında DTCF’de başlayan faşist saldırılar Türk Eğitim-Sen örtüsü altında ODTÜ’ye sızma girişimleriyle devam etti. Aynı stratejinin parçası olarak yine aynı dönemde Cebeci’de kadınların LasTesis eylemlerine yönelik saldırılarla karşımıza çıkan çetelerin tezgahları, geçtiğimiz günlerde ODTÜ’de faşist TGB provakasyonu ve Konur’daki saldırılarıyla şehir merkezine kadar taşınmış oldu. ODTÜ, DTCF ve Cebeci’de yaşanan saldırılar elbette birbirinden bağımsız olarak ele alınamaz. Bizzat faşist şeflik rejiminin polis laboratuvarlarında tertiplenen saldırıların sahadaki uygulayıcıları ise Saray’a biatını açık açık beyan etmekten geri durmayan faşist Vatan Partisi’nin gençliği olan, paramiliter çete örgütlenmesi gibi çalışan Türkiye Gençlik Birliği ile birlikte MHP’ye bağlı Ülkü Ocakları ve AKP Gençlik Kolları’dır. Değişik ilçelerden devşirilip araçlara doldurularak bir araya getirilmiş bu toplam en net ifadeyle söylemek gerekirse Saray’ın talimatıyla hareket eden paramiliter çete örgütlenmeleridir. ODTÜ ve DTCF’de yaşanan saldırıları organize eden bu faşist örgütlenmeler, kapısından dahi geçemeyecekleri DTCF ve ODTÜ’de düzenlendikleri faşist provakasyon ve saldırılarını “sefer” olarak tarif ederken artık kimsenin yutmadığı yöntemin, “vatan-millet-sakarya” edebiyatının ardına sığınmaktadır. Herkes her şeyin farkında! Mesele ne vatandır ne de millettir. İşin özü tehdit olarak gördükleri üniversiteleri düşürerek, politik islamcı ideoloji etrafında şekil vermek ve akademiyi biat etmeye zorlamaktır.
Faşist provakasyon ve saldırıları organize edenler, üniversitelileri kayyum rektör ve emniyet soruşturmalarının cenderesine çekerek gençlik mücadelesinin öncülerini saf dışı bırakmayı hedeflemektedirler. DTCF’de onlarca öğrenciyle açılan soruşturmalar ve yağdırılan cezalar ve ODTÜ’de TGB üzerinden örgütlenen provokasyonlar açıkça gösteriyor ki, faşist şeflik rejiminin planı, büyük korkusu olan gençliğin iradesini kırmak ve biat eden kendi gençliğini buralarda konuşlandırmaktır. Üzerinden atlamadan belirtmek gerekir ki, yine bu stratejinin bir hamlesi olarak geçtiğimiz hafta Ankara Konur sokakta yaşanan faşist saldırının Doğu Perinçek’in televizyonda HDP ve devrimci-demokratları hedef gösterdiği dakikalarda yaşanması tesadüf olarak okunamaz.
AKP teşkilatlarından, ülkü ocakları ve TGB bürolarından toplanıp getirilmiş faşistlerden oluşan bu örgütlenmelerin üniversitelerle hiçbir ilişiği olmadığı defalarca ispatlanmıştır. Bu saldırı yöntemi ve planı yeni değildir. Yapılan saldırılar, geçtiğimiz yıllarda İstanbul Üniversitesi’nde özel olarak örgütlenerek devrimci öğrencilerin üzerine salınan ve DAİŞ’e eleman yetiştiren “Müslüman Gençlik” örgütünün faaliyetleriyle aynıdır ve sonuç ortadır; AKP hedefine ulaşamamıştır.
Faşist saldırıları püskürtmek ve üniversiteleri bu çete örgütlenmelerinin avucuna bırakmamak için üniversite bileşenlerinin ortak tavır almasını sağlamakla birlikte, kulüp-topluluk ve akademisyelerin dahiliyetinin örgütlendiği geniş bileşenli mücadele ağı örgütlerken diğer taraftan da antifaşist direniş pratiklerinin örgütlenmesi en temel ihtiyaçların başında gelmektedir. Bu zeminde düşündüğümüzde, artan bu saldırıların püskürtülmesi gençliğin birleşik direnişinin örgütlenmesini kaçınılmaz kılmakta ve zorunluluk teşkil etmektedir. Faşist şeflik rejiminin değişik biçimlerdeki kuşatma taktiklerini ve doğrudan gelişen faşist saldırıları püskürtmek için başta gençlik mücadelesinin öncüleri olan gençlik örgütleri olmak üzere üniversite bileşenlerinin bir araya getirilmesi ve ortak talepler etrafında sonuç alıcı mücadele hattının örgütlenmesi rüzgarımızı kasırgaya dönüştürecektir.
(Özgür Gençlik)