Kadın özgürlük mücadelesinin gücünün nedenlerinden biri de, kadınların birbirlerinin mücadelelerinden ve deneyimlerinden öğrenmesidir. Dünyanın herhangi bir yerinde kadınlar lehine olan en küçük bir değişimi bile tüm kadınların kazanımı olarak görmeleri ve bunu güce dönüştürmeleridir. Bu nedenle de son üç yılın bize gösterdiği “kadın grevinin mümkünlüğü” gerçekliği üzerinden ilerlemeliyiz. O zaman, İspanya ya da İsviçre’deki kadınların deneyimlerinden öğrenerek, kolları sıvayalım ve işe başlayalım.
2019 yılına kadın isyanları damgasını vurdu. İran’dan Bolivya’ya kadınlar, hem halklara yoksulluk ve ölümden başka bir şey vermeyen gerici kapitalist iktidarlara karşı süren ayaklanmaların temel öznelerinden biri oldu, hem erkek şiddetine karşı direnişini bu ayaklanmaların bir parçası haline getirmeye çalıştı, hem de kadın grevinden “beyaz çarşamba” eylemlerine kadar çeşitli biçimlerde kadın direnişini kendi kulvarında örgütledi. İran’da kadınların 2017 yılında beyaz çarşamba eylemleri ile rejimin giyim dayatmasına karşı başlattıkları direniş, 2019 yılında da farklı biçimlerde sürdü. Üstelik bu eylemlerin bedeli ağır oldu. İdam cezasının çok yoğun uygulandığı ülkede, kadınlar ağır hapis cezaları ile karşılaştı. “Erkek kılığında stadyuma maç izlemek için girdiği” gerekçesiyle hapis cezasına çarptırılan Seher Hudayari ise, 1 Eylül günü İslam Devrimi Mahkemesi’nin önünde bedenini ateşe verdi.
Kadınlara karşı en gerici yasakların dayatıldığı Sudan’da İslamcı Beşiri diktatörlüğüne karşı ayaklanmanın başını da kadınlar çekti. “Toplum ahlakı için müstehcen ya da tartışmalı” giyindikleri gerekçesiyle kadınların kırbaçlanarak cezalandırıldığı bu ülkede de kadınlar başörtülerini çıkartarak eylemler yaptı. Bolivya’da Morales iktidarını devirmek için gerçekleştirilen Amerikan darbesine karşı ilk direnen de yerli kadınlardı. Şili’deki ayaklanmada yoksulluğun simgesi olarak kullandıkları tencereler ile kadınlar öne çıktı. Las Tesis şarkısı ve dansı ise tüm kadınların isyan şarkısına dönüştü. Şili devleti, isyanı bastırmak için özel olarak kadınları hedef aldı, tecavüz işkencesi yaygın olarak kullanıldı. Polisin şiddetini belgeleyen kadın gazeteci Albertina Martinez Burgos, evinde ölü bulundu. Ayaklanmaya katılan dansçı Daniela Carasco’nun ölümü de hala aydınlatılmadı. Polis tarafından öldürüldüğü tahmin ediliyor. Tüm bunların yanı sıra bu yıl ki 8 Mart kadın grevi, önceki yıla göre çok daha kitlesel ve yaygın geçti.
Kadınları bu kadar çok ve yaygın bir şekilde isyanın öznesi haline getiren nedir? Başka bir ifadeyle, neden kadın devrimi sürecindeyiz? Bu sorunun yanıtını Markist Teori’nin 39. sayısında yayınlanan MLKP Eş Genel Başkanları Berçem Güneş ve Kerim Gökdeniz ile yapılan röportajdan bir alıntı yaparak verelim. Eş Genel Başkan Berçem Güneş, kadının, cins bilincini elde ederek başlı başına bir maddi kuvvet haline gelişinin en ileri düzeyinin yaşandığını belirttikten sonra emperyalist küreselleşme dönemine dikkat çekiyor: “Emperyalist küreselleşme öncesi dönemde kadın emeğinin, kadın işgücünün yaygın bir şekilde kullanımı ile evsel köleliğin, modern burjuva ailenin pekiştirilmesi arasında oluşturulmuş denge taşınabilir durumdaydı. Emperyalist küreselleşme bu dengeyi bozan, parçalayan, burjuva aileyi krize sokan, kadın işgücünü, nicelik olarak şimdiye kadar hiç olmadığı ölçüde toplumsallaştıran, dolayısıyla cins çelişkisini bütün yönleriyle büyüten bir dönem. Maddi temelinin merkezinde bu gelişme duruyor. Yani işgücünün daha kitlesel bir biçimde, esnek çalışma koşullarında, en ucuz sömürü koşullarında pazara çıkışı. Bu pek çok dengeyi bozuyor. Zaten toplumsal üretime katılım arttıkça, kadın hareketinin gelişimi doğal olarak kuvvetleniyor.”
MLKP Eş Genel Başkanı Berçem Güneş röportajda, toplumsal mücadele bakımından yüzyılın en görünür gelişmelerinden birinin büyük kadın mücadeleleri dalgası olduğunu belirttikten sonra dikkat çektiği kadın grevini niteliksel bir gelişme olarak değerlendiriyor: “Verili bir durumda başvurulmuş rastgele bir araç gibi de görmemek lazım bunu. Kadın emeğinin bütünsellik kazanması. Evde ve toplumsal üretimdeki sömürülme koşullarının daha ileri bir bilincini elde edişinin de yansıması. Benim, fabrikadaki gibi evde de emeğim var, bütün alanlarda var. Benim emeğimin bu şekilde örgütlenişi akıldışı. Buna isyan ediyorum. Bu çok büyük bir dalga ve geçici bir dalga da değil. Nesnel bir durumun ürünü olarak da gelişen bir dalga. Dolayısıyla, bir kadın devrimi programı bu bakımdan da özel olarak önemli.”
Berçem Güneş’in altını çizdiği kadın grevi, somut bir gerçeklik kazanmış oldu. 2019 yılında kadın grevi, 50’yi aşkın ülkede gerçekleşti. Kadın özgürlük mücadelesinin en önemli kazanımlarından biri de bu oldu. Kadınların grev çağrısına sendika ve sol partilerin olumlu yanıt verdiği İspanya, 2019 yılında da öne çıktı. Madrid’de yaklaşık 400 bin, Barselona’da 250 bin ve Valensiya’da 200 bin kişi yapılan yürüyüşe katıldı. Toplu ulaşım dururken, uçak seferleri de grevden etkilendi. Diğer bir çok iş kolunda da üretim durdu. İspanya’nın önde gelen gazetelerinde El Pais’in kamuoyu araştırması, halkın yüzde 82’sinin grevi desteklediğini gösterdi.
Genel olarak, 2018 yılına kıyasla sokak eylemlerine katılım artarken, Arjantin, Filipinler, Meksika, Brezilya, Paraguay, Şili, Almanya, İsveç, Belçika, Fransa’da da kadın grevi çağrısı değişik düzeylerde karşılık buldu. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da ise greve hazırlık, genel çağrıların dışına çıkamadı. Sosyalist Kadın Meclisleri’nin verdiği bilgiye göre İstanbul’da iki küçük tekstil atölyesinde kadınlar grev yaptı. Ev işleri yapmayı durduran kadınlar da mutfak tezgahları ya da kapı ve pencerelere “Bu evde grev var” yazılı dövizler, pankartlar asarak, bunları sosyal medyada paylaştı. Ayrıca 2019 yılında AKP faşizmine rağmen 8 Mart’a bir önceki yıla göre katılım daha çok oldu.
Sosyalist Kadın Dergisi’nin Kış 2018 tarihli 23. sayısında Sema Duru Boran’ın “20 Soruda Kadın Grevi” başlıklı yazısı kadın grevinin hangi tarihsel mirastan yükseldiği, daha önce nasıl ve ne zaman hayata geçtiği, nasıl sonuçlar aldığı ve kadın örgütlerinin greve ilişkin gündeminde olan güncel tartışma konularına ilişkin detaylı bilgiler içeriyor. Söz konusu yazıdan özetlersek; Arjantin, Polonya ve ABD’nde 2015-2017 yılları arasında yaşanan üç büyük kadın isyanı, kadınlara esin kaynağı oldu. Polonya’da kadınlar 3 Ekim 2016’da kürtaj hakkının tamamen yasaklanmasına karşı grev yaptı. Arjantin’de ise 16 yaşındaki Lucia Perez’in katledilmesi üzerine kadınlar 19 Ekim 2016’da tüm ülkede bir saatlik grev gerçekleştirdi. Aynı yıl Arjantinli kadınlar, 2017 yılının 8 Mart’ını kadın grevi ile karşılama çağrısını yaparken, ABD’nde, kadın ve göçmen düşmanı, ırkçı Trump’a karşı bir kadın grevi gerçekleştirildi.
Elbette bir mücadele aracı olarak kadın grevi, kadınların mücadele tarihinde 150 yıldır değişik zamanlarda kullanıldı. 8 Mart’ın kadın özgürlük mücadelesinin önemli bir gündemi olmasını sağlayan 1857 tarihli grev de bir kadın greviydi. O gün, ABD’nin New York kentinde 40 bin dokuma işçisi kadının “16 saatlik iş gününün 10 saate indirilmesi, ücretlerin yükseltilmesi, daha iyi çalışma koşulları ve eşit haklara sahip olmak” için gerçekleştirdiği grev, 120 kadının katledilmesiyle sonuçlanmıştı. Kapitalist barbarlığa karşı Almanya’da ilk büyük grevi gerçekleştirenler de kadın dokuma işçileriydi. Bu tarihsel grevden 55 yıl sonra yine ABD’nin Massachusettes eyaletinde dünyanın en büyük tekstil fabrikası Lawrence’de kadınlar “54 saatlik haftalık çalışma saati, ücret artışı, fazla mesai ücreti ve eşit işe eşit ücret” talebiyle grev gerçekleştirdi. İngiltere’nin ilk kadın grevi, 1918’de Londra’da kadın tramvay işçilerinin “eşit ücret” talebiyle gerçekleştirdiği grevdi. 1968 yılında Ford’un Dagenham imalathanesindeki kadın grevi, 1970 yılında İngiliz Parlamentosu’nun “Eşit Ücret Yasası”nı kabul etmesini sağlayan mücadelenin öncüsü olmuştu.
24 Ekim 1975 tarihinde İzlanda’da gerçekleşen grev ise çok daha özgün bir deneyimdi. Katılımın yüzde 90 oranında olduğu grevde cinsel özgürlük ve eşitlik talepleri iç içeydi, ev içi emek alanını da kapsıyordu. Grev işyerlerinin yanı sıra evlere de taşınmıştı.
İsviçre’de ise 14 Haziran 1991 tarihinde kadınlar, 10 yıl önce Anayasa’ya eklenen “eşitlik” maddesinin uygulanmaması üzerine greve çıktı. Yaklaşık yarım milyon kadın greve katıldı, sokağa çıktı, süpürgeleri evlerin pencerelerinden sarkıttı. Bu grevden 28 yıl sonra, 2019 yılında İsviçreli kadınlar bir kez daha cinsiyetçiliğe karşı grev yaptı. Bu greve de ülkenin tüm kantonlarında kadınların katılımı yüksek oldu.
Türkiye ve Kürdistan’da da kadın grevi deneyimi var. İlk kadın grevi 22 Ağustos 1876 tarihinde Feshane’nin kadın işçileri tarafından yapıldı. O gün kadınlar, dönemin başbakanlık ve bakanlık makamlarının bulunduğu Babıali’ye yürüyerek, sadrazama dilekçe verdi, ödenmeyen ücretlerinin ödenmesini istedi. Daha yakın tarihten ise 26 Eylül 2006 tarihinde başlayan Novamed grevi deneyimi var. 81 kadın işçinin 448 gün sürdürdüğü grevin nedenleri arasında gebeliğin patron tarafından takvime bağlanması ile regl dönemlerindeki ihtiyaçların dikkate alınmaması da vardı. Sendika üyesi oldukları için işten atılan Flormar işçilerinin 297 gün sürdürdüğü grev de tarihe kadın grevi olarak geçti.
Son üç yıldır ise “8 Mart’ta kadın grevi” gerçekleştirme çağrısına çok yaygın bir şekilde yanıt geldi. İşyerleri ile evlerde üretim ve hizmetin tüm gün durmasından 1-2 saatlik iş bırakmaya, işyerinde donup kalmaktan işyerini terk etmemeye, alışveriş yapmamaktan cadde ve yolların kapatılmasına, nöbet eyleminden yakaya kurdele takma, fular taşımaya, telefon kullanmamaktan pencere ve balkonlara toz bezi, bulaşık önlüğü asmaya kadar çeşitli biçimleri hayata geçirdiler.
Kadın grevi, tartışma düzleminden kadınların, günlük hayatına indi ve gerçeklik kazandı. Dolayısıyla “Kadın grevi olur mu olmaz mı?” sorusunun yanıtını hayat verdi. Bu konuda Markist Teori dergisinin Temmuz-Ağustos 2019 tarihli 38. sayısında Bahar Özmez’in “Grev Hakkı ve 8 Mart İçin Mülkiyet Mücadelesi” başlıklı yazısı hayli zihin açıcı.
Teori ve Eylem dergisinin Şubat 2019 sayısında, Fulya Ali Koç ve Sevda Karaca imzalı ve “8 Mart Kadın Grevine Esastan İtirazlar” başlıklı yazıya yanıt veren Bahar Özmez, “Kadın grevi neden, nasıl olur?” sorusuna esaslı yanıt veriyor. Yazıdan alıntılarsak: “Evet, grev üretimden gelen gücün kullanılmasıdır ve tıpkı, ‘salt işçi’lerin üretimi durdurmasının, ‘burjuvazi ve proletarya arasındaki çelişkinin kendini dışa vurduğu bir moment olarak grev’ olması gibi, kadınların üretimi durdurmasının, ‘kadınlar ile sermaye ve erkekler arasındaki çelişkinin kendini dışa vurduğu bir moment olması’ pekala mümkün olabilir. Kadın grevi, kadın emeği ile sermaye arasındaki çelişkileri de, cinsler arası çelişkileri de açığa vurabilir.” Yazının devamında Bahar Özmez, kadınların üretimden çekilmesi durumunda yaşanacakları ise şöyle sıralıyor: “Birincisi, kadınların toplumsal üretime katılım düzeyini ortaya çıkarır, ikincisi kadınların üretimi durdurmasının öncelikli olarak etkilediği, eğitim, sağlık, temizlik, tekstil gibi alanlara bakarak, bu toplumsal üretime katılımın ne derece cinsiyetçi işbölümü temelinde gerçekleştiğini ve toplumun ihtiyaç duyduğu pek çok gereksinimin kadın emeği üzerinde yükseldiğini ortaya çıkarır. Üçüncüsü, evdeki üretimini ortaya çıkarır. Bu nedenle, kadın grevi herhangi bir grev değildir ve erkeklerin katılımını talep etmez. Toplamda, sayısız değişik tipte sokak eyleminin yanı sıra, tüketim boykotunu da içeren bir kadın grevi, ‘vardık, varız, varolacağız’ı ortaya çıkarır.”
Kadın grevi çağrısını yapan Ni Una Menos Hareketi‘nden Cecilia Palmeiro da bir röportajda, Bahar Özmez’in altını çizdiği kadın emeğinin gücüne şu şekilde vurgu yapmıştı: “Nasıl, piyasada değersizleştirilen emeğimizle (Arjantin’de kadın-erkek arasındaki ücret farkı yüzde 27 düzeyinde) ve ev içindeki hakkı teslim edilmeyen emeğimizle kapitalist ekonomiyi ayakta tutuyorsak, onu aynı şekilde yıkabiliriz de.”
Bu gücü daha etkin ve yaygın bir şekilde nasıl açığa çıkartacağız? Temel soru bu. Kadın grevi örgütlendikçe ortaya çıkabilecek yeni sorulara, kadınlar yine deneyimlere bakarak yanıt bulacaktır. Ancak şimdi tartışırken, bir adım ötesine geçme zamanı.
Özellikle “Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da kadın grevi”ni nasıl örgütleyeceğiz? Bu sorunun yanıtı da aslında kadınların üç yıllık grev pratiğinde var. Özellikle İspanya örneğinde -14 Haziran grevi nedeniyle İsviçre’de- öne çıkan nokta şu: Kadınlar çok yaygın yerel ve esnek örgütlenmeler oluşturdular. Sonuçta hiçbir politik fikir, örgüt olmadan -esnek ya da katı, merkezi ya da yerel- hayat bulmuyor. Bu nedenle işe, yerellerde grev komite, komisyon vs. kurarak başlamak gerekiyor.
Kadın grevinin bir başka önemli noktası ise; sadece işyerlerinde -fabrikalar, okullar, bürolar vs.- değil, kadınların ürettiği ve var olduğu her alanda iş bırakması. Grev çağrısını yapan kadın örgütlerinin sıkça kullandığı ifade şu: Kadınların hayattan çekilmesi durumunda ne olacağını gösterelim. Bu fikir, işyerlerindeki ve evlerdeki kadın emeğinin değerinin ne olduğunu hem kapitalist devlete hem patrona hem de kadınların evdeki patronları erkeklere hatırlatmak istiyor. Cecilia Palmeiro’nun da belirttiği gibi, kadın iradesi ve emeğinin yıkıcı gücünü göstermeyi amaçlıyor. Bu nedenle de kadının olduğu her alanda herhangi bir biçimde hayatı durdurmak, “kadınsız bir gün”ünün nasıl olduğunu dünya aleme göstermek amaç.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da bunu nasıl yapacağız?
Kadın cinayetlerindeki tablo ortada. Üstelik bu cinayetler karşısında iktidarın tutumu da. “Kadın erkek eşitliğine inanmadığını” her fırsatta söyleyen faşist şef Erdoğan ile çocuklara yönelik cinsel istismarı olağan gören bakanları, kadın katili erkekleri cezasız bırakmaya hevesli erkek yargı, her gün kadın ve LGBTİ+’lara yönelik nefreti ve düşmanlığı körükleyen ve olağanlaştıran medya ile karşı karşıyayız. Kuzey Kürdistan kentlerinde ise bu tabloya ek olarak Saray rejimi, kayyum yoluyla el koyduğu belediyelerdeki tüm kadın kurumlarını kapattı. Belediyelerdeki eşbaşkanlık sistemi yok edildi. OHAL KHK’ları ile kadın örgütleri zaten kapatılmıştı. Figen Yüksekdağ, Sabahat Tuncel, Gültan Kışanak gibi siyasetin öznesi olma iradesini gösteren kadınlar da hapiste. Faşist şeflik rejimi ile günlük hayatta erkek şiddeti kadınların canına kast ediyor. Adeta her yer suç mahalli. Hele evler kadınlar için bir mezar. Bu şiddete bir de savaş durumu ile de bağlantılı ekonomik krizin yoksulluk, işsizlik gibi sonuçlarını eklemek gerek.
Bu durumda ileri süreceğimiz taleplerimiz neler olabilir? Örneğin; erkeklerin katlettiği her bir kadın için grevdeyiz. Ya da kayyum rejiminin çaldığı kazanımlarımızı geri almak için grevdeyiz.
Bu yıl 8 Mart, pazar gününe denk geliyor. O gün, kamu kurumlarının tamamı ile özel sektöre bağlı işyerlerinin ağırlıklı olarak kapalı olduğu düşünüldüğünde, grev çağrısının hedefi daha çok evlere yönelecek gibi görünüyor. Kadın grevi, kadınların ev içinde “sevgi ilişkisi” dahilinde sundukları bakım hizmeti ile yaptıkları ev işlerinde harcadıkları emeğin görünmesi için çok önemli bir yerde duruyor. Kadınların emeğini çektiğinde hayatın duracağı yerlerden biri de “aile” kurumunun inşa edildiği bu “özel ev”ler olacaktır. Komünist Kadın Örgütü’nün 2. Konferansı’nın belgelerinde ev içi emekle ilgili olarak belirttiği gibi, “Kadının evsel köleliği zemininde hayat bulan ev içi emek, 21. yüzyılda da kadın özgürlük mücadelemizin hem teorik, hem de pratik olarak önemli gündemlerinden biri olmaya devam ediyor.” Bu nedenle de 8 Mart’ta yemek yapmayalım, evi temizlemeyelim, ütü yapmayalım, çocuk, hasta ve yaşlı bakımını üstlenmeyelim, alışveriş yapmayalım, eşimizle ya da sevgilimizle sevişmeyelim. Özetle kadınların ömür törpüsü haline gelen ev işlerini ve bakım hizmetlerini bırakalım.
2020 8 Mart’ı için özel sektörde çalışan kadınların işe gitmemesinden evde bakım hizmeti vermemeye, erkeklerin katlettiği kadınların mezarlarını ziyaret etmekten, kadınların katledildiği yerlere eylemler yapmaya, kapımızın önüne boş tencereleri koymaktan balkonlara, pencerelere toz bezi, bulaşık önlüğü asmaya, mahalle parkında ütü masasını kadın kürsüsüne dönüştürmekten yakalarımıza “grevdeyiz” yazılı kokart takmaya, tenceler ile ses çıkarma eyleminden kent merkezlerinde donup kalmaya bir dizi eylem biçimi ile bu grev ve direnişin bir parçası olmak mümkün.
Kuzey Kürdistan kentlerinde kayyumun kapattığı kadın kurumlarının binalarına grev ile ilgili yazılar ile siyah bezler asmak ya da önünde kadın kürsüleri kurmak, eşbaşkanların görevden alındığı belediyelerin önünde ses çıkartma eylemleri yapmak gibi biçimler de denenebilir.
8 Mart’ta alışveriş yapmamak kadar hediye kabul etmemek de önemli. Hele, kadın özgürlük mücadelesine ilişkin algısı, “Kadınlar çiçektir, ezmeyelim”in ötesine geçmeyen erkek aklının 8 Mart’ı “kadınlara hediye alma günü” olarak algıladığı bu günlerde hediye kabul etmemek çok daha önemli.
Sendikaların kadın grevinin neresinde duracağı bir tartışma konusu elbette. İspanya’da sendikaların çağrı yaptığı greve katılım çok daha yüksek oldu. Bu da bir gerçek. Ancak, kadın grevi herhangi bir grev olmadığı için erkeklerin katılımının talep edilmemesi temel ilke olmalı. Fakat grev hakkının sadece toplu sözleşme dönemlerinde tanındığı -ki bu hak da grev yasakları nedeniyle uygulanamıyor- düşünüldüğünde ara bir formül bulunabilir. Örneğin, kadın üyelerin ağırlıkta olduğu sendikalardan, sadece kadın üyelerinin greve katılımını sağlamak bakımından grev çağrısı yapmalarını istemek de mümkün.
MLKP Eş Genel Başkanı Berçem Güneş, kadın devriminin 60’larda küçük burjuva feminist harekette “soyut ve zihinsel bir devrim” fikri olarak var olduğunu hatırlattıktan sonra, komünistler bakımından “kadın devrimi”nin ne anlama geldiğini şöyle açıklıyor: “Bizim için bu bir ideolojik kavram değil. İdeolojik, politik, teorik, örgütsel karşılıkları olan bir somut politik program. Bizim kadın devrimi anlayışımız, kadın devriminin maddi temelinin, nasıl gerçekleşeceğinin ve bunun stratejisinin, dolayısıyla bunun kuvvetlerinin, ittifaklarının belirlenmesini, programa da bu haliyle yansıtılmasını içeriyor.”
Kadın devriminin programatik olarak bu kadar somutluk kazandığı bir dönemde, kadın komünistlerin de kadın grevini örgütleme sorumluluğu artıyor elbette. Kolay değil zor. Hele zor ve zorlu dönemlerde daha da zor. Ancak imkansız olmadığını biliyoruz.
Kadın özgürlük mücadelesinin gücünün nedenlerinden biri de, kadınların birbirlerinin mücadelelerinden ve deneyimlerinden öğrenmesidir. Dünyanın herhangi bir yerinde kadınlar lehine olan en küçük bir değişimi bile tüm kadınların kazanımı olarak görmeleri ve bunu güce dönüştürmeleridir. Bu nedenle de son üç yılın bize gösterdiği “kadın grevinin mümkünlüğü” gerçekliği üzerinden ilerlemeliyiz. O zaman, İspanya ya da İsviçre’deki kadınların deneyimlerinden öğrenerek, kolları sıvayalım ve işe başlayalım. 8 Mart’a çok bir zaman kalmadı.
* Tezer Marmara – Marksist Teori, Ocak-Şubat 2020, Sayı 40