COVİD 19 Salgını, kapitalizmin varoluş krizinin bir anlık tablosunu yansıttığına göre, apolitik bir olgu değil, sınıf mücadelesinin bir konusudur. COVİD 19’un burjuva devletler ve onların dönüşümü bakımından 2007-2008 ekonomik bunalımınıda aşacak sonuçlar doğuracağını, hatta bugünden doğurduğunu söylemek abartılı olmaz.
Avrupa mali oligarşileri, salgını adeta bir politik silaha dönüştürmüş durumdalar. OHAL, “sosyal mesafe” adı altında eylem ve etkinlik yasakları, sokağa çıkma yasakları ve kısıtlamaları, ordunun içte “görev almasının” önünün yasal olarak açılması, sayısız sıkıyönetim tatbikatları örnek olarak gösterilebilinir.
2015’te doruğuna ulaşan politik krizler sonucu Fransa ve Belçika’da DAİŞ saldırıları kullanılarak OHAL ilan edildiği için ve OHAL uygulamalarının kalıcılaştırılması sonucu, söz konusu ülkelerde sokağa çıkma yasaklarını devreye sokmak zor bir iş değildi. Almanya ise bu konuda komşu ülkelerinin arkasında kaldığı için hem devletin kontrol gücü, hem de “yurttaşların” psikolojisi bakımından hazırlıksız yakalandı, sokağa çıkmayı sadece kısıtlandırdı. Yine de Almanya bakımından “baskı rejimi” konusunda ileri bir eyalet olan Baverya sokağa çıkma yasağını ilan edebildi.
Sağlık çalışanları sonuna kadar özelleştirilmiş ve tüketilmiş “sağlık(sızlık) sektörüne” rağmen insan hayatı kurtarmaya çalışırken, burjuva devletler politik özgürlüklere saldırmakla, olağanüstü hal koşullarını parça parça olağan yaşama entegre etmekle meşguller.
EVDE KALAMAYANLAR
Dünyanın dört bir tarafında durum aşağı yukarı aynı: Evde kalma çağrıları havada uçuşurken işçiler fabrikalarda ve işyerlerinde çalışmaya zorlanıyorlar. İşten atılıyorlar, esnek çalışma koşullarına razı ediliyorlar, kısa iş uygulaması devreye sokuluyor ve kalıcılaştırılıyor, kazanılmış ekonomik-sendikal haklar parça parça “alınıyor”.
Sistem için gerekli işler (sağlık emekçileri, market çalışanları, kasacılar, eczacılar, toplu taşıma emekçileri vb.) kategorisindeki işçi ve emekçilerin ezici coğunluğu yoksulluk sınırına yakın ücretlerle çalışanlardan oluşuyorlar. Bütün emekçiler içinde özellikle iki katman krizin yükünü çekiyor: emekçi kadınlar ve göçmen/mülteci emekçiler. “Sistem için gerekli işler” kategorisine giren sağlık emekçilerinin, market çalışanları ve kasacıların, bakıcı ve eczane emekçilerinin ezici çoğunluğu kadın emekçilerden oluşuyor. Bu kategori içine girmese de, durdurulmayan inşaat, çöpçülük, kargo, paket dağıtımı ve posta işlerinde, tren ve toplu taşıma temizliğinde çalışan işçilerin belirgin bölümünü göçmen emekçiler.
Mülteciler, kamplarda hijyeni son derece sorunlu koşullarda,odaların ve kampların kapasitelerini aşan sayılarla yaşamak zorunda bırakılırken, tutsaklar ise hijyen ve sağlık koşulları bakımından ciddi risklerle karşı karşıyalar.
Küçük esnaflara sınırlı yardımlar ile toplu iflasın önüne geçen Almanya, “onları kurtarmakla” kalıyor, kirayı ödemeye yetecek kadar veriyor. Bu duruma karşın H&M ve Adidas gibi küresel tekeller bayilerine geçici olarak “kira” ödeme zorunluluğundan muaf tutuluyor.
GERİ ÇEKİLİŞİN ZAMANI MI?
Burjuvazi, COVİD 19’u aynı zamanda bir ideolojik kaldıraç olarak da kullanmanın yollarını arıyor. Fransa bunun öncülüğünü yapıyor, Belçika, Yunanistan, Almanya, İngiltere gibi politik kitle dinamikleri canlanan ülkelerde aynı yoldan ilerliyorlar.
Kapitalizmin varoluş krizi sonucu gelişen politik krizler en belirgin biçimde parlamenter demokrasiye ve düzen partilerine güven yitimi biçiminde açığa çıkmaktadır. Bir tarafta neofaşizm ve düzendışı toplumsal hareketlenmeler ve ayaklanmalar gelişirken, burjuva düzen de “sağa kayar”, politik özgürlükleri kısıtlamaya çalışır.
Alman Devletine bağlı Robert Koch Enstütüsü’nün Başkanı Wieler, “kısıtlamalar iki yıl sürebilir” derken, uygulamarın geçici uygulamar değil, emekçilerin yaşamlarını uzun vadeli kısıtlayacak bir düzenin oluşumuna işaret ediyordu.
Bu süreçte burjuvazi ve onun devletleri iki başlıca amaç güdüyorlar.
Birincisi, burjuvaziye derinleşen güven yitimini durdurmak, “Korona versus İnsanlık” denklemi etrafında bir nevi Kautzkyci “iç barışı” örgütleyerek restorasyona girişmek istiyor. Bunu bir tarafta devlete ve onun temsilcilerine güveni arttırarak, kitle hareketlerini düzene çekerek yaparken, diğer tarafta burjuvazinin politik otorite boşluklarını onarmaya çalışıyor.
İkincisi, kendiliğinden kitle hareketlerini (Sarı Yelekliler, Yunanistan’da semt isyanı, gençliğin FfF’ı) sokaktan geri çekmek, sokaktan koparmak istiyor.
Avrupa’da emekçi sol, kimi ideolojik sorunlardan ötürü etkili politik bir varoluş sergileyemiyor. Fransa ve Yunanistan’daki kendiliğinden kitle hareketleri “Korona’nın politiğini anlama ve politik olarak karşı koyma” düzeyinde olmadıklarından – şimdilik – geri çekildiler. Keza gençliğin iklim hareketi de “dijital alana” çekildi.
1 Mayıs etkinliklerinin iptalini Mart ortasında ilan eden Almanya Sendikalar Birliği (DGB), kısa iş koşullarını da erkenden kabul ederek, “işveren” kurumlarla ortak planlar oluşturdular. Ücretli izin hakkını savunmak yerine işçiler alehine kısa iş uygulamalarını sendikal başarı olarak kutladılar. Olağanüstü Hal koşullarında sendikaların ve işyeri temsilciliklerinin “bir işyerinde her türlü uygulama konusunda onay verme zorunluluklarını/haklarını” fiilen rafa kaldırıldı.
Halk sağlığını gözeterek “sokakta ısrar etmek” bugün gerekli politik bir tavırdır. Zira “sokaktan geri çekilmek” örgütsüzleştirir ve COVİD 19 geçtiğinde “sokağa geri dönüşü” zorlaştırır, dağıtır.
Devrimci sosyalistler, salgının yayılmasının esas nedeninin “sokağa çıkma”, eylem yapma, komşu ziyaretleri, tatiller değil de, herkese yetecek kadar solunum cihazının olmayışı, yaygın test yapabilecek kitlerin olmayışı, yani halk sağlığını esas alan değil, karı esas alan bir sağlık sisteminin varlığı, tekelci tarımlaşma, karbona dayalı kapitalist üretimin nedeni olduğu iklim krizi, doğal ekosistemlerin parçalanması, kısacası doğanın ve emeğin sınırsız sömürüsü üzerinde kurulan bu düzen olduğunu bilirler. Verili koşulları sonuna kadar zorlamak, fiili meşru mücadele bilinci ve pratiğini, “yasal” olanı sonuna kadar zorlamak geçtiğimiz bu salgın dönemlerinde de mümkündür. Ve eğer burjuva yakın zaman tarih ve gelecek dilimini “Korona öncesi ve sonrası” olarak ayırmak istemiyorsak bu zorunludur.
POLİTİK MÜCADELENİN GÜNDEMLERİ VE ARAÇLARI
Şu geçtiğimiz günler, kapitalizmin teşhiri ve politik kitle çalışması bakımından ciddi olanaklar içinde barındırmaktadır.
Süreç içinde öne çıkan en belirleyici gündem ücretli izin talebi ve emekçilerin çok düşük ücretlerle en kötü koşullar altında çalışmak zorunda bırakılmalarıdır. Kısa iş uygulamasının kalıcılaştırılmaması, sendika ile işyeri temsilciliklerinin haklarının fiilen kısıtlanmaması için mücadele gibi gündemler ekonomik bakımdan öne çıkarken politik özgürlüklerin ve hakların savunulmaları politik mücadelenin başlıca gündemi olmaya adaydır.
Mültecilerin yaşam hakkını savunmak için konutlara geçişin önünün açılması ve tutsakların serbest bırakılmaları gibi talepler ise bu sürecin ayırt edici talepleridirler. Sosyalist kadınların cins mücadelesi eksenli talepleri ise karantina koşullarında artan cinsel şiddet ve ev içi köleliğin katmerleşmesi bakımından politik gündemlerin başında yer almaktadır.
3 Nisan ve 24 Nisan’da gerçekleştirilecek İklim Grevleri’ne “Sermayeyi değil, insanı ve iklimi koru” sloganıyla müdahale ederek iklim kriziyle kapitalist üretim ilişkilerinin dolayısız bağını açığa çıkarmak, iklim hareketi içindeki antikapitalist eğilimleri güçlendirmek bakımından önemli olanaklar sunmaktalar.
5 Nisan’da ise Yunanistan’da ve Avrupa sınırlarındaki göçmenlerin sağlıksız yaşam koşullarını #leavenoonenehind [kimseyi arkamızda bırakmayalım] sloganıyla gündemleştirmek için Akdeniz’de faaliyet yürüten mülteci koruma örgütü Seebrücke’nın bir çağrısı var.
“Bu yıl dayanışma evde kalmaktır” sloganıyla 1 Mayıs eylemliklerini iptal eden ve evde kalamayanları yanlız bırakan sendikalara karşı 1 Mayıs’ta sokakta ısrar etmek, 1 Mayıs’ı halk sağlığını gözetecek bir biçimde sokak etkinlikleriyle, fiziki mesafeyi koruyan küçük gruplu eylemlerle, kitle ajitasyonlarıyla, fiili meşru mücadelenin farklı biçimleriyle karşılamak ve salgının esas sorumlusu teşhir etmek bakımından daha da anlam kazanmaktadır.
Keza 8 Mayıs’ta planan “Irkçılığa karşı genel grev genel direnişi” neofaşist yükselişe ve devletlerin faşist yapılanmalarla ilişkilerine karşı bir öfke patlamasına dönüşmesinin imkanlarını şu geçtiğimiz salgın dönemlerinde de zorlamanın ihtiyacı ortada.
Kapitalizme karşı toplumsal sağlığı ve yaşamı esas alan sosyalizmi çözüm olarak göstermek ise her ekonomik-siyasal talebimiz ile birleşmeli. COVID 19 bir kez daha sosyalizmin acil ve güncel olduğunu bütün yıkıcılığyla ortaya çıkardı.
Semt dayanışmalarımızı işlevlendirir ve güçlendirirken, dayanışmayı aşan politik mücadelelere de girişmek her dönemin olduğu gibi COVİD 19 sürecinin de bir görevidir. Türkiye’de işçileri havzalarda greve çağıran sosyalistler, Flensburg’da 20 kişiyle, maskeleriyle, fiziki mesafeyi koruyarak politik kısıtlamalara karşı sokağa çıkan eylemciler, Köln’de yaşamak üzere konut işgal eden evsizler, Fransa’da yaşam hakları için greve çıkan sağlık emekçileri yol gösteriyor.