Korona salgını son haftalarda Dünya’da ve Almanya’da ki en çok tartışılan gündem. İnsanlığın geleceğine dair düşünceler günlük yaşam ciddi bir toplumsal kaygıya dönüşmüş durumda. Ancak tüm bu kaygılara rağmen toplumsal gerçeklik başka birşeye işaret ediyor. Her biryanda korona virüsünün yayılmasını önlemek amacı ile evde kalın çağrıları yapılıyor. Peki hayatlarını sürdürmek için çalışan ücretli işçiler nasıl evde kalacak? Üretimi hayati olmayan bir çok fabrika hala çalıştırılmakta. Hala milyonlarca insan işini kaybetmemek için işlerine gitmekte, yaşamlarını tehlikeye atmaktadırlar. Onbinlerce posta çalışanı, market ya da benzeri işlerde çalışan emekçiler hem fiziksel hem de psikolojik baskı altındalar.
12 Saat çalışma süresi? 60 Saat haftalık çalışma? BİZ ALMAYALIM!
Alman devleti 31 Temmuz tarihine kadar çalışma saatlerini korona virüsüne göre planladı. Buna göre sağlık, gıda, enerji ve ulaşım sektöründe çalışan emekçiler günlük 12 saate kadar çalıştırılabilinecek. Yani bu sektörlerde çalışan emekçilerin zor koşulları daha da katmerleşmiş oldu. Bu zorunlu alanlarda yapılması gereken çalışma saatlerini artırmak yerine daha fazla kişiye bu alanlarda iş olanağı sağlanmasıdır.
Şirketlere değil, sağlığa bütçe!
Sağlık sistemi onyıllardır neoliberal politikalar kıskacındadır. İnsan temelli sağlık sistemi yerine şirket mantığı ile çalışan hastane ve ona ait sistemler işletilmektedir. Hastane ve kliniklerde farbrikavari bir çalışma düzeni bulunmakta. Hasta insanlarda birer müşteri olarak görülmekte. Hastanelerin baz aldığı sistem gerekli olsun ya da olmasın daha fazla hastanın ameliyata alınması ve sigortadan sağlanacak gelir olmakta.
Şimdi korona salgını sürecinde ne ortaya çıktı? Sağlık hakkı temel haktır, satılamaz. Günler içerisinde tükenen tıbbi maskeler, nüfusa oranla çok komik oranlarda solunum cihazları, yetersiz yatak kapasiteleri, son yıllarda kapanan hastaneler durumu ortaya koymaktadır. Büyük dünya tekellerinin kurtarılması için harcanan ödeneklerin küsuratı bile sağlık sistemine harcanmamaktadır.
İşçi sınıfının kurtuluşu kendi ellerindedir!
Elverişsiz sağlık koşullarında çalışmamıza rağmen ücretlerimiz sürekli olarak hayat pahalılığı karşısında erimektedir. Salgın krizi günleride fırsat bilinerek, birçok işletmede hak gaspları yaşanmaktadır. Sermaye sahipleri sınırsız karar yetkilerini ellerinde bulundururken, sendika ve işyeri temsilcilikleri salgın günlerinde kolektlif karar alma imkanlarından uzak tutulmaktadır. Buzdağının altında milyonlarca yeni işsiz bulunmaktadır. Tüm bu sömürü çarkı devam ederken, protesto etme ve sisteme müdehale etme haklarımız ellerimizden alınmaya çalışılmaktadır. Fiziki mesafe koşullarının yerine getirlmiş olmasına rağmen bir çok demokratik buluşma zor yoluyla engelleme ile karşı karşıya kalmıştır.
1 Mayıs işçi sınıfının ve ezilenlerin mücadele günüdür. Almanya’da işçi sendikalarının bu yıl ki uzlaşmacı tutumuda ortadadır. Ancak nasıl ki milyonlarca işçi ve emekçi sağlıksız koşullarda işlerine gidiyor ise ve buna sessiz kalınıyorsa, 1 Mayıs’ta bu sömürü çarkına hayır demekte meşrudur. Almanya Göçmen İşçiler Federasyonu AGİF ve Young Struggle Almanya olarak, halk sağlığını tehlikeye sokmayacak ve fiziki teması göz edecek her türlü 1 Mayıs eyleminin yapılabilinir buluyoruz.
Mücadele eve sığmaz.
- Herkese eşit, parasız ve nitelikli sağlık hizmeti,
- tüm işçi ve emekçilerin ücretli tatile çıkarılması ve tüm yoksulların temel ihtiyaçlarının karşılanması,
- işten atmaların yasaklanması,
- sınırlardaki ve kamplarda ki mültecilerin sağlıklı yaşam koşullarına kavuşturulması talepleri ile:
Sokağa çıkalım küçük küçük gruplarda olsa yaratıcı eylemimizi ortaya koyalım, tüm demokrasi ve emek güçleri ortak mücadele yürütelim.
Yaşasın 1 Mayıs!
Yaşasın İşçi ve emekçilerin sömürüye karşı mücadelesi!