İbrahim Gökçek’in naaşının başına getirilenleri şaşkınlıkla karşılayanlar hiç de az değil. “Bu kadarı da olmaz, cenazeyi mezardan çıkararak yakmak da ne demek”, “ne ara bu hale geldik” mırıldanmaları duyuluyor. Bir grup faşist bunlar, diyerek geçiştirilecek bir durum değil bu. Eğer bir toplumda ırkçılık varsa sadece bu ırkçılığı pratikleştirenler değil bu ırkçılığa karşı savaşmayanlar ve ırkçılığa maruz kalanların saflarına geçmeyenler de kendilerini hangi sıfat ve ideoloji ile nitelendirirlerse nitelendirsinler, ırkçılığın suç ortaklarıdır.
Mardin Nusaybin’de polisler sokaktaki çocukların üzerine kurşun yağdırıyor, çocuklardan biri kaçamıyor, “kahraman Türk polisi” onu yakalıyor ve tokatlayarak fiziksel ve psikolojik işkence uyguluyor.
Bu basit, sıradan herhangi bir olay mıdır?
Eğer söz konusu olan Kuzey Kürdistan’sa bu basit, sıradan, herhangi bir olaydır. Tesadüf eseri bir bunu görüntülemeseydi kimsenin haberi olmayacaktı. Türkiye’de Kürt ikinci sınıf bir insan yerine bile konmaz. Kürdistan sadece sömürgeci boyunduruk altında değildir, Kürtlerin bir ulus olarak varlıkları inkâr edilmekte, dilleri, kültürleri yok sayılmaktadır; mezar taşlarına dahi tahammül edilmemekte, cenazelerinin camide yıkanmasına izin verilmemektedir.
Son birkaç günde Kuzey Kürdistan’da yaşanan birkaç durumu hatırlayalım.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın adını skandallarla duyuran uzaktan eğitim sistemi EBA, Jiyan ismini, “uygunsuz ve yasaklı” şeklinde tanımlayarak, öğretmenin öğrenciye göndermek istediği ders ve etkinlik programını reddetti.
Kürt siyasetçi Mahmut Alınak hakkında müebbet hapis cezası istemiyle hazırlanan iddianamede, Kürtçe’nin Türkçe ile aynı statüde yer alması için BM’ye dilekçe vermek, suç sayıldı.
Van, Diyarbakır, Muş ve Hakkari’nin ardından bu kez de Şırnak’ta kimi mezarlar askerler tarafından tahrip edildi. İdil ilçesine bağlı Yarbaşı (Hespist) Köyü’nde, farklı tarihlerde yaşamını yitiren PKK’lilere ait 6 mezar paramparça edildi. 4 Nisan’da zırhlı araçla köye gelen askerlerin, mezar taşlarını balyozlarla parçaladığı öğrenildi.
Dersim’de 6 Mayıs’ta çıktığı belirtilen bir çatışmada şehit düşen HPG gerillası Musa Yılmaz’ın cenazesi ailesi tarafından Malatya Adli Tıp Kurumu’ndan alındı. Aile cenazesini Silvan ilçesinde bulunan Feridun Mahalle Mezarlığı’na götürdü. Polis ablukasının bulunduğu mezarlıkta, ailenin cenazeyi camide yıkaması engellendi. Diğer camilerde de cenazenin yıkanmasına izin verilmemesi üzerine aile, cenazeyi akrabalarının evinin önünde yıkamak zorunda kaldı.
2017’de Dersim’de ölümsüzleşen HPG gerillası Agit İpek’in cenazesi iki yıl sonra ailesine kargo yoluyla gönderildi. Savcılıkta PTT memurlarından kargo paketini alan anneye savcılık yetkililer pakette oğlunun kemikleri olduğunu söyledi. Cenazelerini Diyarbakır’dan memleketleri Mardin’e götüren aile burada da birçok engele takıldı, cenazenin dini vecibelerinin yerine getirilmesine müsaade edilmedi, aile, çocuklarının cenazesini imam olmadan kendi imkânları ile gömmek zorunda kaldı.
Son kırk yıldır yaşadıkları göz önüne alındığında bunların hiçbiri Kürtler için şaşırtıcı değildir, ırkçı sömürgeciliğin sıradan tezahürleridir. Bütün bunlar Kürtlerin Türk sömürgeciliğine karşı nefretini çoğaltmakta, antisömürgeci politik bilincini bilemektedir.
YA TÜRKLER İÇİN
Denebilir ki bütün bunlar sömürgeci faşist Türk devletinin sıradan uygulamalarıdır. Ya Türk toplumuna, bu politikaya destek veren ya da en iyi ihtimalle sessiz kalan, bütün bu insanlık dışı ırkçı durumları görmezden gelenlere ne demeli?
Kürtlere uygulanan ırkçı sömürgecilik Kürt ulusunu alçaltmaz ama sömürgeci vahşete karşı çıkmayan bütün bir ezen ulusu alçaltır, ezen ulusun her bir bireyinin haysiyetini çürütür, vicdanını kurutur ve tüm bunlar dönüp kendisini vurur. Ezen ulusun şu ya da bu bireyi değil ezen ulusun bütünü için için çözülür, çürür ve dağılır.
Ölüm orucunda ölümsüzleşen İbrahim Gökçek’in cenazesinin başına getirilenler bu çözülme çürüme ve dağılmanın son görünümüdür.
Gökçek’in naaşı Gazi Cemevi’ne getirildi. Ertesi sabah Cemevi’nin etrafı polislerce ablukaya alındı. Gökçek’in naaşının defin için Kayseri’ye götürülmesi öncesinde Gökçek ailesi tarafından cenaze töreni düzenlenmek istendi, ancak polis törene izin vermedi. Tören için cemevine gelen kişi ve gruplara yönelik saldırılar gerçekleşti, aralarında Grup Yorum üyelerinin de bulunduğu kişiler gözaltına alındı. Çıkan olaylarda polis plastik mermi ile gaz bombası kullandı. Atılan gazlardan etkilenenler cemevine sığınarak kapıları kapattı. Polisler kapıları kırdı ve binanın içerisine de gaz bombası atarak Gökçek’in cenazesini kaçırdı.
Cenaze Kayseri’ye götürülmek üzere yola çıkarıldı. Gece saatlerinde aralarında MHP Kayseri Milletvekili Mustafa Baki Ersoy ve parti il başkanının da olduğu Ülkü Ocaklarına bağlı bir grup faşist, cenazeyi gömdürmemek için girişimlerde bulunacaklarını ve gömülürse çıkarıp yakacaklarını söyledi.
11 Mayıs günü faşistler Gökçek’in mezarına gece saldırı girişiminde bulunuldu ancak polis grubun mezarlığa girişini engelledi, gruptakiler “Polis bir gün bekler, iki gün bekler, sonra gider. Polis giderse çıkartıp yakacağız” ifadelerini kullandı.
‘NASIL BU HALE GELDİK’
İbrahim Gökçek’in naaşının başına getirilenleri şaşkınlıkla karşılayanlar hiç de az değil. “Bu kadarı da olmaz, cenazeyi mezardan çıkararak yakmak da ne demek”, “ne ara bu hale geldik” mırıldanmaları duyuluyor.
Bir grup faşist bunlar, diyerek geçiştirilecek bir durum değil bu. Doğru, görüntüye girenler MHP’li faşistler tarafından sevk ve organize edilenlerdir. Ya görüntüye girmeyenler, onlarla aynı duygu ve düşünceleri paylaşanlara ne demeli?
Yine de denebilir ki bütün Türkleri aynı kefeye koymamalıyız, bu durumdan acı çeken milyonları nasıl olur da hiçe sayabiliriz? Bir ulusu nasıl toptan yargılayabiliriz?
Böyle düşünenler ve bu düşünceye göre davrananlar farkında olmasalar da, “çıkartıp yakacağız” diyenlerle suç ortaklığı içindedirler.
Eğer bir toplumda ırkçılık varsa sadece bu ırkçılığı pratikleştirenler değil bu ırkçılığa karşı savaşmayanlar ve ırkçılığa maruz kalanların saflarına geçmeyenler de kendilerini hangi sıfat ve ideoloji ile nitelendirirlerse nitelendirsinler, ırkçılığın suç ortaklarıdır.
Eğer bir toplumda kadınlara ve LGBTİ+’lara karşı cinsel saldırı, sömürü ve aşağılanma varsa buna karşı savaşmayan ve ezilen cinslerin saflarında mücadeleye katılmayan erkekler kendilerini hangi sıfat ve ideoloji ile nitelendirirlerse nitelendirsinler cinsel baskı ve şiddetin ortaklarıdır.
Eğer bir toplumda bir ulusun varlık hakkı yok sayılıyor, toprakları işgal altında tutuluyorsa bu ulus en aşağılık saldırılara maruz kalıyorsa, yalnızca bu saldırılara kalkışanlar değil, olan biteni görmezden gelen, egemen ulus ayrıcalığını kullanmaya devam eden, ezilen ulusla birlikte sömürgeciliğe, ırkçılığa baş kaldırmayanlar egemen ulus ve devletinin bütün suçlarından sorumludurlar.
Sıradan bir beyaz, erkek ve ezen ulus mensubu için “nasıl bu hale geldik” sorusunun yanıtı tam da burada aranmalıdır. Sen zulmü siyaha, kadına ve Kürde reva görürsen siyah, kadın ya da Kürt en fazla acı çeker sen ise alçalırsın, insanlığından olursun. Siyahın, kadının ya da Kürdün acısını bir siyah, kadın ya da Kürt kadar hissetmezsen, bu acıyı ortadan kaldırmak için mücadele etmezsen en iyi ihtimalle hiçleşirsin, yalnızca birey olarak değil, bir ırk, cins ve ulus olarak çürürsün.
NASIL İYİLEŞİRİZ
Asıl soru budur. Her Türk işçisi, emekçisi, ilericisi, devrimcisi bilmelidir ki egemen ulus ayrıcalıklarına karşı mücadele etmeden, Kürt ulusunun eşitliği için savaşmadan çürümenin önüne geçilemez.
Suçu politik İslamcılara, ülkücü faşistler atmak kendini kandırmaktan başka bir işe yaramaz. Poltik İslamcı-ülkücü faşist-Ergenekoncu kontrgerilla artıkları bloku elbette hedef tahtasına oturtulmalıdır. Onlar değil de başka bir blok da Türkiye’yi yönetseydi toplumsal çürüme, çözülme ve dağılma yine de baş gösterecekti. Çünkü bu çürüme, çözülme ve dağılmanın bir kaynağı dünya genelinde kapitalizmin varoluşsal krizi ise Türkiye özelinde Kürdistan’ın sömürgecilik boyunduruk altında tutulmasıdır, Türk ırkçılığıdır.
Söz konusu olan Türkiye ise antikapitalist, antifaşist, antiemperyalist, cins özgürlükçü olmak yetmez antisömürgeci olmak zorundasın. Türk işçi ve emekçileri sömürüye ve faşist baskılara karşı ne kadar mücadele ederse etsin, bu mücadele onları devletten ne kadar uzaklaştırırsa uzaklaştırsın egemen ulus şovenizmi onları yeniden faşist devlete yedeklemektedir. Hala bunu kavramayan her Türk solcusu bu yedeklemenin, “sol volan kayışı” olmaktan kendini kurtaramayacaktır.
O halde bir Türk işçisi, emekçisi ve ilericisi için iyileşmenin öncelikli şartı kendisini egemen ulustan bütünüyle ayırması, egemen ulus ayrıcalıklarını bütünüyle terk etmesi, Kürtler ve Türkiye’de ezilen diğer ulusların eşit haklar elde etmesi için savaşmasıdır.
Sıradan bir Türk, “cenaze yakıcısı” bir faşist Türk’ten ancak bu yoldan kendisini ayırabilir.