Henüz tasarı ortada yokken ortaya çıkan manzara ve avukatların genel tavrı ise önümüzdeki dönem hem yerel baroların muhalif pozisyonunun devam edeceğini hem de tartışmaların artarak süreceğini göstermektedir. Önümüzdeki süreçte avukatlık faaliyeti, hem siyasal iktidarın hem de TBB’nin mesleki bağımsızlığı ve hak savunuculuğunu yapılması imkansız hale getirebilecek olumsuz uygulamalarına karşı mücadele içerisinde şekillenecektir.
10 Mart’ta coğrafyamızda ilk vakanın görülmesiyle günlük yaşamımızın merkezine oturan koronavirüs 11 Mart itibariyle Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) küresel çapta salgın (pandemi) ilan etmesiyle önümüzdeki süreci de belirleyeceğini göstermiş oldu. Bu belirleyiciliğin farklı boyutları üzerine konuşulmaya muhtemelen önümüzdeki aylar ve hatta yıllar boyunca devam edilecek.
Coğrafyamızda salgın ise siyasal iktidarın fırsatçı uygulamalarını hızla gündeme soktuğu bir dönem olarak ortaya çıktı. Bu uygulamalardan biri 23 Nisan sonrasında Diyanet İşleri Başkanı’nın Cuma hutbesinde LGBTİ+ lara karşı ayrımcılık ve nefret içeren konuşmasından sonra avukatların meslek örgütü olan Baroların bu söylemlere karşı tepki geliştirmesiyle yeni bir boyut kazandı. Hutbe sonrası Baroların tepkisi küllenmiş görünen bir tartışmayı yeniden alevlendirdi. Tartışma Baroların seçim usullerinin değişmesi üzerinden Avukatlık Kanunu’nda yapılacak değişiklikler üzerine gelişti. Kısa aralıklarla hem Adalet Bakanı hem de Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu ayrı ayrı açıklamaları ile böyle bir değişikliğin ya da taslağın gündemde olmadığını açıkladılar. Fakat bu açıklamalardan kısa bir süre sonra Cumhurbaşkanı meslek örgütlerinin seçim sisteminin değişmesi için gerekenlerin yapılmasına yönelik “talimat” verdiğini bir konuşmasında dile getirdi. Söz konusu talimatın ayrıntılarını siyasal iktidara yakın gazetecilerden Abdülkadir Selvi’nin kaleminden “kulis bilgisi” olarak öğrenmiş durumdayız. Buna göre; baroların TBB’ye delege göndermesinde nispi temsil sistemine geçilmesi ile isteyenin tıpkı sendika gibi kendi mesleki örgütünü kurması gibi değişikliklerin söz konusu olduğunu gördük. Selvi bu değişiklerde önceliğin gayri milli faaliyet odağı haline gelmiş Barolar ile meslek odalarında olduğunu salgın sürecinde yoğun emek gösteren Türk Tabipler Birliği’nin bu değişikliklerden şimdilik etkilenmeyeceğini tehditvari bir üslup ile satır arasında söylemiş bulundu.
Şu aşamada somut bir taslak metin olmadığı için bu kulis bilgilerinin olası sonuçları değerlendirilmekle yetinilecektir. Ancak öncesinde avukatların ülke çapındaki çatı örgütü olan Türkiye Barolar Birliği (TBB) ile siyasal iktidar arasındaki gerilimli ilişkinin seyrine bakmakta yarar bulunmaktadır.
Seçildiği günden 2014 sonlarına kadar TBB başkanı Feyzioğlu siyasal iktidarın yargıyı kontrol altına alma çabalarına karşı avukatların itirazlarını dillendiren bir pozisyonu benimsemişti. Şimdi tekrar gündeme getirilen seçim sisteminde kanuni değişiklik tartışmaları da o döneme aittir. Feyzioğlu o dönemde sadece avukatlar değil toplumsal muhalefetin bir kısmının nezdinde de siyasal iktidara karşı mücadelenin önde gelen figürü olarak görülmüş ve hatta Cumhurbaşkanlığı adaylığı için dönemin başbakanı Erdoğan’ın karşısında “en makul” aday olduğu dillendirilmişti. Bu dönemin zirvesi Danıştay’ın kuruluş yıl dönümünde gerçekleşen tartışmadır. TBB başkanı sıfatıyla kürsüye gelen Feyzioğlu siyasal iktidarın yargıya ilişkin politikası ile müdahale girişimlerini eleştirince Erdoğan sinirlenmiş ve Cumhurbaşkanı Gül’ün bütün sakinleştirme çabalarına rağmen toplantıyı terk etmişti. Fakat 2014 sonlarına doğru Feyzioğlu ile siyasal iktidar “barıştı”. “Cemaatin” tasfiyesi sürecinde Feyzioğlu siyasal iktidarla daha iyi geçinen eleştirilerini askıya alan bir pozisyon benimsedi. Bu durum da siyasal iktidarın “Cemaat”in yerine ulusalcı güçlerle ittifakı olarak yorumlandı. Bu ittifakın önceliği “milli” bir pozisyonda ortaklıktı. Bu dönemde Baroların seçim sistemine dair tartışmaların rafa kalktığını gördük. O tarihten bugüne kadar da TBB Başkanı Feyzioğlu iktidarın yanında pozisyonunu milli duruşuyla açıklayıp, kendisini eleştirenleri “cemaatçi” ve “bölücü” olarak itham ederek sürdürdü. Cumhurbaşkanlığı Külliye’sindeki Adli Yıl açılışına gitmesi yerel barolardaki Feyzioğlu nezdinde TBB yönetimi karşıtı tavrı güçlendirdi. Hatta Barolar, Feyzioğlu’nu kongreye çağırdı. Kongre olmaması üzerine yerel Baroların yaptığı yürütmeyi durdurma talepli başvuruyu yerel idare mahkemesi kabul ederken, istinaf mahkemesi bu kararı kaldırdı. Bütün bu gelişmelerden çıkan sonuç ise TBB Başkanı olarak Feyzioğlu’nun gelişen taban muhalefeti dolayısıyla bir dönem daha seçilmesinin zora girdiği idi.
Seçim sistemine dair tartışmalar tam da bu dönemde tekrar alevlendi. Önce “böyle bir tartışma yok” diye meseleyi bilmezlikten gelen Feyzioğlu ve Adalet Bakanı’nı bizzat Cumhurbaşkanı’nın açıklaması boşa düşürmüş oldu. Sonrasında Feyzioğlu tasarı ile ilgili görüşmeleri yaptığını tasarıda avukatlık mesleğini zorda bırakacak bir durum olmadığını bilakis sesi duyulmayan kesimlerin sesinin daha rahat duyulacağı çoğulcu bir düzenlemenin söz konusu olduğunu soyut bir şekilde de olsa ifade etti. Ortada henüz bir taslak bile yokken tasarıya dair somut bir tartışma yürütülmesi ne yazık ki mümkün değildir. Yine de siyasal iktidarın uzun süredir devam eden bütün veçheleriyle yargıyı kontrol altına almak düşüncesinin tasarının temel motivasyonunu oluşturacağını görmek de zor değildir. Feyzioğlu için ise mesele daha ziyade delege sayısı çok olup artık kendisine muhalif olan Ankara, İstanbul, İzmir ve Antalya Barolarının delege olarak sayısal çoğunluğunu kırarak bir dönem daha başkanlık koltuğunu korumaktır. Bu noktada “nispi temsil” “herkes kendi barosunu kurabilsin” gibi normal koşullarda çoğulcu yapıyı güvence altına alacağı için koşulsuz desteklenecek öneriler de avukatların kafasında şüphe yaratmaya başlamıştır. Öne çıkan bu noktaları tıpkı son derece eksik ve yargılama bazında sorunlu çıkan Ekim yargı paketine (7188 Sayılı Kanun) karşı tepkileri azaltmak için belirli şartları haiz avukatlara yeşil pasaport verilmesine benzetmek mümkün görünmektedir.
Nispi temsil ile temsilde adalet sağlanacak argümanı çok da gerçekçi görünmemektedir. Bunun olası iki nedeninden bahsetmek mümkündür. Öncelikle siyasal iktidar ülke genelinde seçim barajını muhafaza ederek nispi temsilin somutta inkarı anlamına gelecek çoğunlukçu sistemden gayet memnundur. Dolayısıyla nispi temsil çoğulculuğu sağlayacak argümanının altı siyasal açıdan boştur. Tasarıda geçtiği düşünülen haliyle nispi temsil avukat dağılımının eşitsizliği sorunu çözülmeden daha çok avukat barındıran baroyu daha az avukat barındıran baroyla eşitleyecek böylece temsilde eşitsizliğin önünü açacaktır. Bu da meselenin teknik boyutuna dair sıkıntıdır. Çoğulculuktan ve temsilde eşitlikten yana görünen düzenleme düşünülenin aksine temsilde eşitsizliği artırma riski taşımaktadır. Seçim sistemine dair böyle siyasal kurnazlık içeren düzenlemeler hem de bu siyasal iktidar döneminde ters tepmiş ve siyasal iktidarın hiç istemediği şekilde sonuçlara yol açmıştır. Bu “nispi temsil” meselesinin de öngörülenden farklı sonuçlanması elbette mümkündür. Dezavantaj görünen bir düzenleme güçler dengesindeki kaymalarla birden avantaja da dönüşebilir. Henüz tasarı görülemediği için bu aşamada olası risklere değinmekle yetinilmelidir.
Aynı durum herkesin kendi meslek örgütünü kurabilmesi tartışması için de geçerlidir. Normal koşullar altında herkesin kendi meslek örgütünü kurmasını çoğulcu demokratik yaşamın gereği görmek mümkündür fakat siyasal iktidarın meslek örgütlerinden iktidarı eleştirenlere yönelik sergilediği hasmane tutum insanlarda herkesin kendisine siyasal olarak yakın hissettiği meslek örgütüne üye olması durumunu iktidara yakın meslek örgütlerini öne çıkartacağı, meslek örgütlerinin kamu görevlerini yapamaz hale getireceği endişesine yol açmaktadır. Bir de seçim grupları ve dernek faaliyetleri tüm zorluklara rağmen faaliyetlerini sürdürürken meslek örgütünü dernek gibi değerlendirmenin iktidar yandaşlarının önünün açılması durumu haricinde değerlendirmek şimdilik mümkün değildir. Meslek örgütlerinde çokluk demokratik ortamı geliştirmeyeceği gibi muhalif meslek örgütlerinin kriminalize edilmesini de mümkün kılacaktır. Bu nedenle siyasal iktidarın genelde meslek örgütlerine özelde barolara karşı hasmane tutumu bitmeden yapılacak bu tarz düzenlemeler bir dönem siyasal iktidar açısından rahatlama getirebilir ama siyasal iktidar verili hukuk tanımaz uygulamalarına devam ettiği müddetçe istediği meslek örgütünü kurdursun kendisine yönelik muhalefeti engelleyemeyecektir.
Kulis bilgisi düzeyinde olan bu tartışmalardan Feyzioğlu mesleğin geleceğine ilişkin olumsuz sonuç çıkartmadığı gibi düzenlemenin temsiliyette eşitlik sağlamaya namzet olduğunu ileri sürmüştür. Bir de yine Feyzioğlu son dönemde genç avukatların ekonomik sıkıntı ve mağduriyetlerini gidermek için sürekli çalıştığını dile getirmektedir. Bu değişikliklerin genç avukatların sorunlarını da çözmek için daha faydalı olacağını satır aralarında soyut da olsa ifade etmiştir. Belirtmek gerekiyor ki TBB özellikle salgın sürecinde ciddi bir biçimde mağdur olan genç ve işçi konumunda olan meslektaşlara dair bürokratik süreçlerden azade kolay ulaşılır bir çözüm sunamamıştır. Bu nedenle Feyzioğlu genç avukatların mağduriyetini bir süredir kendisine yönelik eleştirileri savuşturma aracına çevirmiştir ama bu noktada da esaslı adımlar atmamaktadır. Durum bu iken siyasal iktidarın baro seçim sistemine yönelik muhtemel değişikliklerini Feyzioğlu koltuğunu koruma vesilesi yapacak gibi görünmektedir.
Diyanet İşleri Başkanı ile Ankara Barosu arasında LGBTİ+ hakları ve nefret söylemi ile ayrımcılık üzerinden başlayan tartışma salgın sürecinde yaşanan ve belirli düzeyde siyasal iktidara güvensizliği artıran gelişmelerle birleşip siyasal iktidarın genelde meslek örgütleri özelde de barolardaki muhalif anlayışı kötürümleştirmeye yönelik hamlelerine dönüşmüştür. Henüz tasarı ortada yokken ortaya çıkan manzara ve avukatların genel tavrı ise önümüzdeki dönem hem yerel baroların muhalif pozisyonunun devam edeceğini hem de tartışmaların artarak süreceğini göstermektedir. Önümüzdeki süreçte avukatlık faaliyeti, hem siyasal iktidarın hem de TBB’nin mesleki bağımsızlığı ve hak savunuculuğunu yapılması imkansız hale getirebilecek olumsuz uygulamalarına karşı mücadele içerisinde şekillenecektir.