“Salgın” riski bu kampların varlığı için hem bir kılıf hem de gayrimeşru bir neden olarak iş görüyor. Kılıftır, çünkü amaç sadece salgında üretim yapmak değil, işgücünü daha da ucuz kılacak bir uygulamayı yerleşik kılmak ve faşizmin taşradaki dayanağı olan orta burjuvaziyi büyütmektir. Gayrimeşru bir nedendir, çünkü salgında çalışacak bu kamplar gıda, sağlık gibi zorunlu üretimleri değil, Türkiye kapitalizminin motoru olan ihracat sektörlerini korumayı hedeflemektedir.
Normalleşme adı altında faşizmin gemi azıya alacağı yeni bir uygulamaya daha şahit oluyoruz: “İzole Üretim Üsleri”.
Faşist şefin dolaysız temsilcisi olduğu sermaye bloğunun sınıf örgütü MÜSİAD tarafından kurulacak olan ve salgın halinde kapılarını kapatıp, tamamen izole bir biçimde üretime devam edebilmesi planlanan bu üsler tam anlamıyla birer modern çalışma kampı olacak. Kendi arıtma tesisi, konaklama alanları, okulu, kreşi vb. olan ve kendi kendine yetebilen bu kampların her birine 5 bine yakın işçi kapatılacak ve bu işçiler dünyadan kopuk bir şekilde yaşayıp, çalıştırılacak. Sanayi ve Teknoloji, Çevre ve Tarım Bakanlıkları’ndan gerekli izinleri almış olan bu çalışma kamplarının ilki 15 Haziran’da Tekirdağ’da açılacak. Daha sonra da İstanbul-Hadımköy, Hatay-Hassa ve Karadeniz’de 3 kamp daha açılacak.(1)
Elbette bu, salgın sebebiyle ve halk sağlığı düşünülerek hazırlanmış bir proje değil, 7 yıl önce tasarlanmaya başlanan ve 81 ilde kurulması planlanan “Orta Ölçekli Sanayi Siteleri” (OÖSS) projesinin bugünkü koşullara uyarlanmış hali. MÜSİAD bu projenin amacını küçük sanayi sitelerindeki KOBİ’lerin büyüyüp, çok daha büyük çaplı üretimlerin yapıldığı Organize Sanayi Bölgeleri’ne (OSB) geçişlerini sağlayacak bir ara mekân sağlamak olarak duyurmuştu.(2)
Nereden çıktı?
Emperyalist küreselleşme evresinde ülke kapitalizmleri 1975-80 öncesi dönemin aksine esas olarak kendi iç pazarları için değil, uluslararası tekeller için, yani dış pazarlar için üretim yaparlar. Bu durum, yeni-sömürgelerin mali-ekonomik sömürgeler haline gelmesini koşullar. Bir mali-ekonomik sömürge olan Türkiye kapitalizminin bu yeni küresel üretim işbölümündeki yeri de ucuz (tutulan) işgücü sayesinde uluslararası tekellerin üretim süreçlerinin düşük teknolojili emek-yoğun kısımlarını üstlenmek, yani bir “taşeron kapitalizmi” olmaktır.
Bu taşeronluk ilişkisi ülke kapitalizmleri içerisinde de devam eder. Orta burjuvazi, işbirlikçi tekelci burjuvaziye parça üretir veya daha küçük ölçekli olarak ihracat yaparlar. Küresel üretim işbölümündeki rolün etkin bir şekilde oynanmasının rakip ülkelerden daha ucuza üretim yapabilmeye bağlı olacağı ortadadır. İşte, OSB’ler bu kapsamda orta burjuvaziyi mekânsal olarak bir araya getirip, onları ölçek avantajından faydalandırmak yoluyla kapitalistlerin arsa, altyapı ve tedarik maliyetlerini düşürmeye yaramaktaydı. Bundan daha da önemlisi, yüksek güvenlikli ve sıkı denetimli bu mekânlar işçilerin birliğini, örgütlülüğünü ve mücadelesini daha en baştan parçalayarak işgücünün “ucuzluğunu” garantilemekteydi. Tabii, OSB’lerde işçiler yaşadıkları kent merkezleri ve emekçi semtlerden servislerle çalışma alanlarına taşınıyorlar. Ancak OSB’lerdeki “ağabeylerine” kıyasla daha düşük sermaye birikimine sahip KOBİ’lerin hayatta kalabilmesi işgücü sömürüsünü çok daha yoğun gerçekleştirebilmelerine bağlı olduğu için, görünen o ki, OÖSS’ler altyapı, arsa ve tedarik maliyetlerini düşürmenin yanında işgücü üzerinde mevcudun çok daha üzerinde bir baskı ve sömürü uygulayabilmenin aracı olacak bir çalışma kampı şeklinde tasarlanıyor.
Elbette salt iktisadi bir değerlendirme bu olguyu anlamaya yetmez. OSB’lerin ve OÖSS’lerin faşist şeflik rejimi için önemli bir siyasi rolü vardır. Sanılanın aksine AKP’nin sermaye bloğu sadece bir dev müteahhitler kulübü değildir. Faşizmin taşradaki asıl dayanağı imalat yapan orta burjuvazidir. Söz konusu çalışma kampları projesi de bir yanıyla küçük burjuvaziden orta burjuvazi yaratma, yani orta burjuvaziyi genişletme projesidir.
Çin’den faşizm ithali
Aslında biz bu “modeli” tanıyoruz. Apple, HP, Intel, Nokia, Amazon gibi tekellerin ucuz işgücüne dayalı emek-yoğun üretim süreçlerini üstlenen Tayvan menşeli Foxconn’un Çin’de 9 büyük şehirde, içlerinden 1 milyona yakın işçiyi çalıştırdığı ve benzer şekilde “tam teşekküllü” olan kampüsler tam olarak MÜSİAD’ın hayalini kurduğu çalışma kampları olarak faaliyet görüyor. Tekellerin talepleri doğrultusunda esnek üretim yapabilmek için bu kamplara doldurulan yüz binlerce işçi ayda 29 gün çalıştırılıyor, 80 saat fazla mesai yapıyorlar. Yeme, içme, uyuma ve diğer faaliyetleri de tıpkı çalışma süreçleri gibi zamanlanmış olan işçiler 24 saat üretime hazır halde tutuluyorlar. Böylece Foxconn için işçinin işgücünü yeniden üretmenin maliyeti minimuma, mutlak artı değer sömürüsü de maksimuma ulaşmış oluyor. 2010’ların başında yoğun işçi intiharlarına sahne olan bu “model”, uluslararası tekellerin ve onların yerli işbirlikçilerinin dünya proletaryasını nasıl insanlık-dışı koşullarda sömürdüklerinin tek olmasa da en açık örneklerinden.
Uluslararası tekellerin üretimi Çin’den taşıyacağı tahminiyle, küresel üretim işbölümündeki payını arttırabilme hayali kuran ve bu doğrultuda halk sağlığının hiçe sayılarak salgın sürecinde üretimin mümkün olduğunca işler halde tutup, yeni esnek çalışma uygulamalarını devreye sokan Türkiye kapitalizmi şimdi de OÖSS’lerin yeniden tasarlanmış hali olan ve Çin’deki çalışma kamplarını taklit eden “İzole Üretim Üsleri” ile bu iddiasını bir adım daha öteye taşımış gözüküyor.
Normal olan faşizmi yıkmaktır
Kamplar adeta bir kamu hizmeti olarak pazarlanıyor. Hatta bu uğurda sarı sendikalar da borazan olarak kullanılmaya başlanmış bile. Örneğin Hak-İş Genel Başkan Yardımcısı ve Özçelik-İş Sendikası Genel Başkanı Yunus Değirmenci, salgınının birçok sektörde üretime etkide bulunduğunu, böylesi bir salgın durumunda izole bir üretim üssünün varlığının öneminin ortaya çıktığını söyleyerek işçi düşmanlığı ve faşist aparatlık görevini yerine getiriyor.(3)
“Salgın” riski bu kampların varlığı için hem bir kılıf hem de gayrimeşru bir neden olarak iş görüyor. Kılıftır, çünkü amaç sadece salgında üretim yapmak değil, işgücünü daha da ucuz kılacak bir uygulamayı yerleşik kılmak ve faşizmin taşradaki dayanağı olan orta burjuvaziyi büyütmektir. Gayrimeşru bir nedendir, çünkü salgında çalışacak bu kamplar gıda, sağlık gibi zorunlu üretimleri değil, Türkiye kapitalizminin motoru olan ihracat sektörlerini korumayı hedeflemektedir.
İşçi-emekçiler için konu tartışılmayacak kadar nettir. Türk burjuvazisi işçi ve emekçileri yoksullaştırdığı ve yoksunlaştırdığı ölçüde büyüyebilir. Patrona akarken işçiye damlayacak bir şey yoktur. Dolayısıyla patronların çıkarı neyse, işçilerin çıkarı onun tam tersidir. Bu üretim üsleri “sağlık kampı” değil, düpedüz faşist çalışma kamplarıdır. Sosyal olanaklarla pazarlanmaya çalışılan bu mekânlar işçi ve emekçilerin gözünü boyamamalıdır. Zira bu kamplarda işçilerin ne mesaisi belli olacaktır, ne de bir özel hayatları kalacaktır. Dahası, sendikal ve siyasi hiçbir örgütlenme ve eyleme izin verilmeyeceği için, haksızlığa karşı değil ses çıkarabilmek, bu zulmü dışarıya duyurabilmek bile imkânsız olacaktır.
Değil bu kampların çalışmaya başlaması, bu kamplarda bugün taşın taş üstünde duruyor olması bile insanlık onuruna bir hakarettir. Faşizm için normal olan çalışma kampları olabilir. Bizim normalimiz ise faşizmi yıkmaktır.
Kaynaklar
(1) https://www.dunya.com/ekonomi/izole-uretim-usleri-geliyor-haberi-470052
(2) https://www.musiad.org.tr/uploads/projeler/orta-olcek-sanayi/tossi_brosur_r.pdf
(3) https://www.iha.com.tr/hatay-haberleri/genel-baskan-degirmenciden-izole-uretim-ussu-aciklamasi-hatay-2603913/