Pratik politik düzlemin ‘sıratı müstakim’i ekonomik ve siyasal özgürlük mücadelesini devlet-halk çelişkisi cepheleşmelerini esas alarak mevzilendirmektir. Kendi sözünü söylemek, kendi gündemini toplumsallaştırmak, çeşitli ‘an’lara bütünsel bir süreç analizi üzerinden müdahale etmek bunun doğal devamıdır. Bunun güncel örneği halihazırda kapatılması için psikolojik ortam hazırlanan ve bu yönde pratik hazırlıkların başlatıldığı anlaşılan HDP’ye dönük düşman hukuku konseptidir.
Osmanlı ‘fetih’ politikası, II. Mehmet’e kadar İlhanlı-Moğol yönetim tarzından etkilenmişti ve esası şuydu: ‘Fethedilen’ yerdeki dini inançla ve iç örgütlenmelerle uğraşmamak, özerkliğe esaslı müdahaleden uzak durmak. Yıkılışa doğruysa merkezci tutum bunun aksi yönünde oldu. Sonuç ortada.
Ecdada atfa bayılan iktidar koalisyonuysa muhalefet namına taş üstünde taş bırakmamaya yeminli. Günden güne dozajı artan bu düşmanlığın bir yanı seçimlerle ilgili fakat daha önemlisi iktidarın ideal toplum idealini ele veren nokta atışı.
Anketler, post-AKP dediğimiz durumu doğruluyor. Henüz ‘dip’ bulunmuş değil, bunu da kaydedelim, eğilim hızlanarak sürecektir. İç-yatay çatışma hamleleri bunu ne kadar geciktirebilir, göreceğiz.
Rejimin kutsal ideolojisi milliyetçiliktir. Yüz yıla yaklaşan Cumhuriyet pratiğinin her dönemi bunu doğrular. Siyasal İslam montajı, orada da o ideolojiyi sorgulamadan kabullenmek, üretmek ve siyasal İslamcılıkla devlet İslamcılığını melezleştirmek ekseninde bir parkurda kendisini yaşatıyor. AKP’nin zayıflığına dönük vurgulamaların bir ayağı budur. AKP bugün bunu reddettiğinde ayağının altındaki halı çekiliverir. AKP’nin can havliyle sarıldığı bu yolun sonu devletin kadim ve kutsal ideolojisi tarafından asimile edilmektir.
Bir süredir iki hizip devlet ideolojisinin işletim sistemi olarak çalışıyor. Rejimin krizi ve tükenişi burada. MHP ‘komando kampları’ ile sokağa salınan sivil faşist bir organizasyondu devletçe ve ABD emperyalizminin çıkarları uyarınca kullanıldı, atıldı, hapsedildi ve sonra 90’larda bu kez Kürdistan özgürlük mücadelesine düşmanlık üzerinden tekrar yapılandırıldı. Devletin aparatıydı ve şimdi devlet görünümüne terfi etmiştir. ‘Devlet’in hazin halidir bu.
ABD-TSK/geleneksel faşizm çekişmesinin kanlı bıçaklı anında, ABD’den el alan, bunu da kitle gücü sağlayarak süreklileştiren AKP, ‘milliyetçiler’ için ‘yıkıcı’ydı ve şimdi MHP ile devleti koruyup kolluyor, buradan yol alıyor. Daha fenası, dün Veli Küçük’lerin postacılığını yapan, istihbarat şebekesinin psikolojik savaş unsuru olan faşist Perinçek de arada bir bu koalisyonu takdis ediyor. Halka yaşatılan bunca acı olmasa bu üçlü sitcom götürebilirdi.
Peki devletin gerçek sahibi olduğuna inanan, şu veya bu partiye militanca bağlanmayan kadroların bu koalisyonla ilişkisi katlanma mı, mecburiyet mi ve abartılmış Kürdistan düşmanlığı bu mesafeyi gidermek-pekiştirmek için daha ne kadar iş görecektir.
Şu nedenle vurguluyoruz: Mevcut koalisyon zoraki birliktir. Herhangi bir aşamada sona ermeye mecburdur. Taraflar bunu kullanmaya adeta mecburdur. Bir kırılma anından itibaren taraflar, yastıklarının altında bıçakla-tabancayla uyuyan koğuş sakinlerine dönecektir.
Herhangi bir birlik hangi nedenle ortaya çıktıysa onun üzerinden ilerler ve sebep ortadan kalkınca devamının anlamı kalmaz. Böyle bir kapışmadan sağ çıkan kim olur? MHP’nin geçmiş deneyimleri bulunuyor. Devlet ideolojisinin ana akımı olan milliyetçiliğe yaslandığı için bir kadro hareketi niteliği var, türlü badireleri yaralanarak da olsa atlattı. AKP’nin öyle bir deneyimi ve şansı yok. İşler yolunda gitmediğinde AKP’yi oluşturan irili ufaklı onlarca koalisyon ve iştirak sebat gösterir mi? Kolayca ‘Hayır’ diyebiliriz. Geleceği olmayan, pragmatik ve reel-politiker bir parti olarak saygın bir hatıra bırakmadan dağılması kuvvetle muhtemeldir.
İktidarın harcı sabit olduğu için bıktırıcı bir tekrarla aynı karşıtlıklar üretiliyor, aynı tehdit dili üretiliyor. CHP’ye dönük hesapla İYİP’e dönük hesap da bu arada görülmek istendi. Ancak o denli deli saçması ifadeler savunuldu ki, halkta tepkiye yol açtı. Bunun üzerine tekrar ‘bölücüler-dış güçler’ gibi her zaman geçerli algoritma devrede. İlkel mi evet, akla zarar mı evet ama yer yer hala çalıştığı da bir o kadar net. Bu dil, üstelik ırkçı milliyetçilik sınırlarında geziniyor çoğu zaman. Hal böyle olunca Yahudileri, Ermenileri tehdit de vakayı adiyeden sayılıyor.
Bu koalisyon döneminde AKP’nin pratik politikada Kürt halkının demokratik taleplerine karşı konumlanmasını sağlamak MHP ve diğerlerinin en büyük başarısıdır. Şunu biliyorlardı; AKP sıkışırsa beş yıl önce MHP’ye dediklerini tekrar ederek, kendi denetiminde ve yedeğinde tutmak isteyeceği bir ‘Kürt’ seçeneğine yönelebilir. AKP için politika ve etik iki ayrı dünyadır. Bir gün “Düşünmesen Kürt sorunu yoktur” der, diğerinde “Kürt meselesi benim meselemdir” diye hançeresini yırtar ve bunlar oy getirmediğinde birdenbire devletleşiverir.
MHP bundan korkuyordu ve bu seçeneği sıfırlamak için verdiği kadrolar ve övmelerine doyamadığı ruh ikizi Bakan aracılığıyla korkusunu giderdi. Ancak mekanik-taşlaşmış zihin dünyası komplocu olduğu için Kürt dinamiğinin kendi bağımsız ve tarihsel sürecini göremediği gibi onun da kendi ayrı planı bulunduğunu hesaplayamadı. Abartılı öfkesi tam da bu nedenle. Denilebilir ki o dinamik olmasa MHP, batıdaki siyasette “kedinin fareyle oynadığı gibi” oynayarak kendini güçlendirirdi. Ama bu imkansız; o dinamik var, üstelik bütün bu saldırı ve tazyik aslında ona batıda da meşrulaşma imkanlarını sonuna dek sunuyor. AKP’nin büyük bir hevesle Kürdistan bahsinde MHP’leşmesi, o dinamik, varlığını sürdürdüğünde kendi aleyhinde olacaktı, nitekim oluyor.
Tam da burada şu MHP’leşme eğilimi akıl dışı gelebilir. Çünkü denklem basit: Toplum ikiye bölündü. AKP ancak ve sadece “İYİP” veya HDP tabanlarına doğru genişlerse, hatta onlardan birinin rızasını alırsa devamlılığını sağlayabilir. Aksi durumda o çok atıf yapılan seçimlerde çoğunluk kaybedilecek. Oysa HDP’ye doğru adım bile AKP’nin altındaki halının kaymasına yeter. Kaldı ki AKP hınç siyasetiyle kendisini Kürdistan halkının gözünde iyice kararttı. Dolayısıyla ve hala milliyetçi saldırgan siyasete abanıyor.
MHP kadro verirken kadrolaşmayı da sürdürdü. Darbe tartışmalarında, bu adres TSK olacaksa, şu anda TSK’da deklere olarak MHP’li olduğunu saklamayan ve kısa süre sonra TSK’nın başına geçeceği düşünülen isim Kara Kuvvetleri Komutanıdır ve kendisi 15 Temmuz darbe girişimine karşı tutumuyla bilinmektedir. MHP, AKP’ye “Biz devleti tutarız” mesajı vermiş görünüyor, tasfiye edilenlerin yerine kritik alanlarda MHP yer almaktadır ve MHP mesela Sağlık Bakanlığı’nda örgütlenmek gibi “sıradan” işlerle ilgilenmemektedir.
O halde toplumsal-yatay iç saflaşma kadim meseleler ekseninde sürecektir. Kürdistan özgürlük mücadelesi özelinde milliyetçilik ve Alevilerin özgürlük arayışına karşı mezhepçilik. Buna bir konuşma metninde ilk defa “kadın mücadelesinin” de (11 Mayıs tarihli konuşma metni) eklendiğini ve bunun sıradan bir salvo olmadığının altını çize çize kaydetmeli.
Dolayısıyla bir süredir Pelikan medyasındaki kadın karşıtı tazyik ile Vakit’çi lümpenliğin derdinin sıradan olmadığı iyice ortada. Şüphe etmeden söyleyebiliriz: Kadın cephesinin türlü biçimlerde dağıtılması ısrarından tek tek itibar suikastlarına varana dek her yol denenecektir.
Kurgu vaade ve cezaya dayalı. Çin benzeri ucuz işgücü yatağı olma çabası, kitlelere virüs sonrasındaki zamanlarda dünyanın süper gücü olunacağı, buna imkan bulunduğu ancak bölücülük, Alevilik ve cinsiyet eşitliği gibi başlıklar üzerinden huzuru, birliği, dirliği bozmaya çalışanlar çıktığı anlatılıyor. Bu gürültünün sebebi, şayet süper güç olunamazsa bunun, bu iç düşmanlardan kaynaklanacağı sabitesini halkın zihnine kazımak.
Ne var ki son aylardaki pek çok taktik ters tepti. Halkın dikkatini açlıktan bölücülüğe kaydırma hedefi pek tutmuyor. Gerçek yaşamın ağır ve idare edilemeyen sorunları-zorlukları halkta, yer yer AKP-MHP kitlesi dahil, tepki doğuruyor. İlişkideki aşınma ve yıpranma onarılamaz bir hal alıyor.
Geçmiş yıllarda defalarca gördük. İçeriksiz, ne deniliyorsa tersini savunmak gibi zeka isteyen kayıkçı dövüşü pratikleri manipülasyona açık, giderek daha dar insan gruplarına konuşan, toplumda sonuç alamayan protestoculuğun ötesine taşımıyor.
Pratik politik düzlemin ‘sıratı müstakim’i ekonomik ve siyasal özgürlük mücadelesini devlet-halk çelişkisi cepheleşmelerini esas alarak mevzilendirmektir. Kendi sözünü söylemek, kendi gündemini toplumsallaştırmak, çeşitli ‘an’lara bütünsel bir süreç analizi üzerinden müdahale etmek bunun doğal devamıdır. Bunun güncel örneği halihazırda kapatılması için psikolojik ortam hazırlanan ve bu yönde pratik hazırlıkların başlatıldığı anlaşılan HDP’ye dönük düşman hukuku konseptidir. Kendi ‘seçmeni’ ile birlikte bütün emekçi solun, aydınların, yazarların, siyasal demokrasi için ilkesel dayanışma mantığıyla HDP’yi savunması ve olanaklı her yolla birlikte olduğunu ilan etmesi, ‘anda’ en doğru mücadele biçimi olacaktır.