“Normalleşme paketi ile Mart öncesine dönmeyeceğimiz kesin fakat ezilenlerin dünyayı saran 2019 isyanlarına dönüş şaşırtıcı olmayacaktır” diyen ESP Eş Genel Başkanı Gümüştaş, “Salgına karşı halk sağlığı, faşizme karşı halk iktidarı” perspektifiyle hareket ettiklerini söyledi. Pandeminin emekçi solun bağışıklık sistemini de ölçümlediğini vurgulayan Gümüştaş, solun görevinin rejime alternatifler sunmak değil, onu yıkmak olduğunu belirtti.
AKP iktidarı bir taraftan ‘normalleşme’ planını açıklarken, diğer taraftan ‘çarkların dönmesi’ için işçi ve emekçileri salgınla yüz yüze bırakmaya devam ediyor. Bununla birlikte, salgını bahane ederek toplumsal/siyasal talepler de baskı ve zorla bastırılmaya çalışılıyor. Pandemi krizinin işsizlik ve yoksulluk olarak etkisini daha da artıracağı öngörüldüğünde, önümüzdeki dönemin işçi sınıfı ve ezilenler açısından daha zorlu geçeceği anlamına geliyor. Bu aynı zamanda kendi mücadele dinamiklerini de biriktiriyor.
ETHA’nın sorularını yanıtlayan Ezilenlerin Sosyalist Partisi Eş Genel Başkanı Özlem Gümüştaş, mücadele perspektiflerini “Salgına karşı halk sağlığı, faşizme karşı halk iktidarı” şeklinde belirlediklerini söyledi. Emekçi sol hareketin de bu süreçte teste tabi tutulduğunu vurgulayan Gümüştaş, “Pandemi emekçi solun da nabzını, bağışıklık sistemini ölçümlüyor. Yaşam belirtisi gösterilmezse virüs önce bu hareketsizleri sahneden çekecek” şeklinde konuştu.
İktidarın ‘normalleşme’ adımını “Halk sağlığı pahasına sermayenin kârı için sosyal mesafelenme kuralları kalkıyor; ‘Evde kal’ çağrısı devrimci, demokrat, yurtsever güçleri baskı altına tutmanın, her türlü itirazı sindirmenin aracı haline getiriliyor” şeklinde değerlendiren Gümüştaş’ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
VİRÜS ÖNCE BU HAREKETSİZLERİ SAHNEDEN ÇEKECEK
Koronavirüs pandemi sürecinin ekonomik ve siyasal sonuçları ile devrimci-ilerici güçlerin burada nasıl konumlandıklarını kısaca değerlendirir misiniz?
En esaslı durum, kapitalizmin varoluşsal krizinin Covid-19 salgını ile iç içe girerek derinleşmekte olduğu ve pandeminin kapitalist-burjuva toplumun varoluş biçimini sarstığı. İktisadi, toplumsal ve siyasal yaşamın bütün yönleri salgından etkileniyor. Salgın burjuva toplum yapısını da zorunlu bir değişime tabi tutuyor. Değişim meselenin ayrı bir boyutu, ezilen milyonları etkileyen ise sermayenin, burjuva iktidar yapısının, faşizmin değişmezleri. Salgın emperyalist rekabet gerçeğini, hegemonya mücadelesini, savaş-işgal planlarını, sermayenin kârı için dönen çarkları etkilemiyor, değiştirmiyor. Burjuvazi ve hükümetler sermayenin kârı uğruna milyonlarca insanı çalıştırmaya devam ederek, işçi kırımı, toplumsal yıkım örgütlüyor. Salgının yarattığı durum fırsat bilinerek, mücadele ile kazanılmış hakları gasp edecek yasalar yapılıyor. Üretim için binler sokağa çıkarılırken, hak için çıkanlara yasaklar, saldırılar devam ediyor. Bütün bunlar ‘aynı gemideyiz’ yalanını üreten burjuvaziye, onun ideologlarına rağmen değil, başka türlüsü olmadığı için böyle oluyor. İşte bu yüzden pandemi, kapitalist sistemin insanlığa verebilecek hiçbir şeyi olmadığını, işçi sınıfı ve ezilenlerin sırtındaki yükün sermaye sınıfı olduğunu tüm çıplaklığıyla ortaya seriyor.
Herkesi ve her şeyi eşitleyecek biçimde gündeme giren salgın sosyalist ve emekçi sol harekette de bir karmaşa, pozisyon almakta bir gecikme hali yarattı. Denilebilir ki; salgının herkesi eşitlediği yanılsaması virüsten daha hızlı yayıldı. “Evde kal”, “Hayat eve sığar” çağrıları ile bireysel tedbire işaret eden 14 davranış kuralı siyasi söylemlere dönüştü. Emekçi sol “Evde kal” çağrıları ile hareketsizlik üretirken, devlet faşist baskı ve yasaklarıyla boylu boyunca sokaktaydı. Binlerce işçi, emekçi salgınla burun buruna çalıştırılmaya devam etti. 1 Mayıs, 6 Mayıs, Soma pratiklerinden, infaz yasına karşı eylemlerden bakarak emekçi sol hareketimizin önemli bir bölüğü için denilebilir ki, hayat da, mücadele de eve sığmıyor, görülmüştür! Bu nedenle politik canlanma belirtisinden bahsedebiliyoruz şimdi. “1 Mayıs Platformu” deneyiminde, tek tek imzalarla yapılan ortak eylemlerde, kayyum protestolarında görüldüğü gibi, sokakta politika üretenlerin birleşik hareketin yollarını arama gayesinde olduğunu görüyoruz. Bu sol’un dönem içinde inisiyatif almak kadar, kitlelerde bir bilince dönüşmekte olan ‘başka türlü bir şey’e yanıt üretme sınavı aynı zamanda. Tabloyu eksik bırakmamak adına; gönüllü bir hareketsizlik içine çekilenleri, tümden bir dayanışma ağına ya da sosyal medya örgütüne dönenleri atlamamamız gerekir. Pandemi emekçi solun da nabzını, bağışıklık sistemini ölçümlüyor. Yaşam belirtisi gösterilmezse virüs önce bu hareketsizleri sahneden çekecek.
MART ÖNCESİNE DÖNMEYECEĞİMİZ KESİN, İSYANLAR ŞAŞIRTICI OLMAYACAK
Erdoğan, geçtiğimiz hafta ‘normalleşme’ planını, daha sonra da detaylarını açıkladı. Gerçekten bir ‘normalleşme’ olacak mı? Plan ne içeriyor, siyasal iktidar neyi amaçlıyor?
AKP-MHP faşist bloku halk sağlığını hiçe saymak pahasına ekonomik sömürü politikalarını sürdürüyor. Açıklanan ‘normalleşme’ paketi, öncelikle hizmet sektörü de dahil olmak üzere işçilerin, kamu emekçilerinin mesailer ve ödenekler yeniden düzenlenerek azgınca çalıştırılması anlamına geliyor. Normalleşme söylemi ile halkı AVM’lere, turizm bölgelerine, tüketime yönlendirecek bir toplumsal algı örgütlenmeye çalışılıyor. İç turizm canlandırılarak, üretim hızlandırılarak burjuvaziye krizden çıkış imkânı yaratılmak isteniyor. Halk sağlığı pahasına sermayenin kârı için sosyal mesafelenme kuralları kalkıyor; “evde kal” çağrısı devrimci, demokrat, yurtsever güçleri baskı altına tutmanın, her türlü itirazı sindirmenin aracı haline getiriliyor. Sokak eylemlerine sosyal mesafe bahane edilerek saldırılıyor, gözaltılar sürüyor. Devrimcilerin cenazelerine, cemevine saldırmaktan geri durulmuyor. Kayyumla, gözaltılarla Kürt halkına dönük saldırganlık sürüyor. Siyasi iktidar beka sorununu bu saldırganlık üzerinden çözmeye, toplumsal meşruiyet krizini böyle aşmaya çalışıyor.
AKP-MHP’nin ‘yeni normal’inden; hızla derinleşecek bir iktisadi kriz, görülmemiş oranlara ulaşacak işsizlik, milyonları etkileyecek yoksulluk, gıda krizi ve kıtlık tehlikesi ve toplumu girdabına alacak güvensizlik, gelecek endişesi hali çıkacak. Bu sınıf çelişkilerini katmanlı biçimde keskinleştireceği gibi, burjuva-faşist iktidarın rıza üretme yöntemleri ve baskıları, yasakları da devlet halk çelişkisini derinleştirecek. Bu haliyle ‘eski normal’e dönüşü hedefleyen bu paketten, dizginsiz sömürü, faşist baskı ve halkların haklarını-hayatlarını geri alma hareketi beklemek mümkün. Normalleşme paketi ile Mart öncesine dönmeyeceğimiz kesin fakat ezilenlerin dünyayı saran 2019 isyanlarına dönüş şaşırtıcı olmayacaktır.
DEVRİMCİLERİN GÖREVE REJİME ALTERNATİF GÜZERGAH SUNMAK DEĞİLDİR
AKP’nin ‘normal’ diye sunduğu projeye karşı toplumsal muhalefete düşen rol nedir?
Pandemi ile daha da keskinleşen çelişkiler ve biriken toplumsal gerilim alanları emekçi halkımızı da, politik özneleri de yaşamak için tercihe, yaşamı üretecek yola doğru itiyor. Bu yolun politik tavrı, tarzı, eylemi ‘muhalefet etmek’, rejime durumu yönetme imkanı sağlayacak alternatif güzergahlar sunmak ya da halkın karnını doyuracak üretim-dağıtım ağları kurmaktan değil, düpedüz örgütlenmek, mücadeleyi büyütmek ve faşizmi yıkmaktan, sömürü çarklarını kırmaktan geçiyor. Biz; faşist iktidara karşı antikapitalist ve antifaşist birleşik mücadelenin örgütlenmesinin dönemin temel görevi olduğunu düşünüyoruz. Bu temel perspektifimizi “Salgına karşı halk sağlığı, faşizme karşı halk iktidarı” şiarında somutlaştırıyoruz. Yeni bir kriz biçiminde yaşanacak salgına, kitlesel düzeyde yaşanacak açlık ve işsizliğe karşı “Durma haykır sosyalizm yaşatır” diyoruz.
VİCDAN VE ADALET MÜCADELESİ GELİŞTİRMEK DE GÜNCEL
Devrimci, demokratik örgütlenmelerin anın yaşamsal sorunlarına odaklanıp, taleplerin kararlı eylemcisi olmalı. Ücretli izin ve iş güvencesi; üretimin zorunlu olarak sürmesi gereken işkollarında sağlık güvenliği; işten atmaların yasaklanması, işsizlere asgari yaşam ücretinin ödenmesi öne çıkan acil taleplerin başında geliyor. Ücretsiz sağlık, ücretsiz gıda, kira yardımı ve konut giderlerinin ücretsiz karşılanması diğer öne çıkan sorun ve güncel taleplerdir. Karantinada artan şiddet ve ev içi emek yükü kadınların yaşamsal sorunları. Ağırlıklı olarak hizmet sektörlerinde güvencesiz çalıştırılan genç işçilerin iş güvencesi talebi acil. Öğrenci gençliğin eğitim giderleri güncel. Durum bütün yaşamsal ihtiyaçlar için hızla harekete geçmeyi emrediyor. Politika; isteyecek, eyleme geçirecek ve yaşatmaya odaklanacak. Binlerce işçinin yaşamını gasp eden uygulamalara karşı uzlaşmacı bir tutum alan DİSK’in, tablonun siyasi sorumluluğunu alamayan değişik türde ittifakların hareketsizliğine takılmadan yol alınmalı. İktisadi talepler ve emek mücadelesi kadar, salgından ölümler karşısında vicdan ve adalet mücadelesi geliştirmek de mümkün. Toplumsal hareketler bu alanı bırakmamalı. Salgından hayatını kaybeden işçilerin davalarını açmak, koronayı ‘iş kazası-meslek hastalığı’ kapsamına almayan patronlara karşı tazminat davalarına girişmek yeni bir adalet halkası yaratabilir. İktidar, gelişebilecek toplumsal hareketlenmelere hazırlığın parçası olarak meslek örgütlenmelerinin seçim sistemlerinde değişiklik yapmaya hazırlanıyor. Demokratik örgütlenmeler nezdinde örgütlenme özgürlüğü savunulmalı.
BÜYÜK İNSANLIĞIN ‘YENİ NORMAL’İ SOSYALİZMDİR
Pek çok kesim, “Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak” diyor. Bu söylem, tek başına yeterli mi? Yeninin adını (kapitalizme karşı sosyalizmi) koymak ve mücadeleyi buna göre örgütlemek güncel bir mesele değil mi?
Pandemi emperyalist-kapitalist sistemin ve burjuva toplum düzeninin iflasını ilan etti. Üstelik dünyayı saran bir kriz ve keskinleşen çelişkiler içinde. Bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olma imkânı zaten bulunmuyor. Fakat politik sahadan üretilecek böyle bir söylemin elbette olguculuktan ve kendiliğindencilikten öte bir karşılığı yok. Burjuvazi durumu kendi krizini aşacak biçimde yönetmenin bütün yöntemlerini üretiyor. Faşist iktidar durumu fırsata çevirerek yönetememe krizini aşmaya çalışıyor. Durum onlar için net; “ya olacaklar, ya ölecekler”! Devrimci politika yığınların acil talepleri için çözümler geliştirmek kadar, halk sağlığı ve güvenliğini geliştirecek toplumsal-iktisadi-siyasal bir seçenek üretmeli. Biz bu yüzden hemen şimdi, bugünden yığınlarda iktidarın yolunu döşeme düşünüşü-davranışı geliştirmeyi amaç ediniyoruz. Hastaneler, ilaç tekelleri toplumsallaştırılmalı, gıda ve dağıtım toplumsallaştırılmalı, halk sağlığına, güvenliğine bütçe oluşturulmalı, denetimi halka verilmeli… Yani işçinin, emekçinin denetimi sağlanmalı. Söz, eylem, örgütlenme özgürlüğünün önü açılmalı, kirli-sömürgeci savaşa son verilmeli. Bunun yolu, antifaşist, antikapitalist, cins özgürlükçü bir mücadeleden geçer ve büyük insanlığın ‘yeni normal’i sosyalizmdir. Salgın, Türkiye ve Kürdistan’da geniş işçi ve yoksul kitlelerin sorgulamalarını uyandırmış, faşist rejim ve kapitalizmin kendilerini açlık-ölüm çıkmazına atmalarına karşı mücadele isteğinin yükselmesine yol açmıştır. Yeni bir normalin yaratılması, kitlelerin şimdiden sezgisel bilincinde verilidir. Devrimci politikada yapılması gereken bu sorgulama ve mücadele isteğini, devrimci arayışa dönüştürmektir.
Fuat Uygur- ETHA