Sucul ekosistemlerin ciddi tehdit altında olduğunu kaydeden Doç. Dr. Gündoğdu, İklim krizinden kaynaklanan ek ısının yüzde 90’ından fazlası okyanuslarda depolanmaktadır. Bunun daha da artması sonucu denizlerin bu hizmeti ortadan kalkarsa, dünya sıcaklıkları yaşamı destekleyemeyecek kadar dengesiz hale gelecektir” dedi.
Koronavirüs salgını tüm dünyada can almaya devam ediyor. Birçok ülkede salgına karşı alınan sözde önlemlerle ölümler engellenmeye çalışılıyor. Salgınla mücadele kapsamında yürütülen politikalar sayesinde istemsiz şekilde sucul ve karasal ekosistemde gözle görülür bir iyileşme yaşandı.
Pandeminin ilk gününden bu yana temiz havanın önemine dikkat çekildi. Ancak havaların ısınmasıyla birlikte gözler denizlere çevrildi. Bulaş riski nedeniyle plajlar yasaklanırken, yüzmenin salgına zemin hazırlayıp hazırlamayacağı tartışılmaya başlandı. Fakat salgın günlerinde dahi deniz kirliliği sürdü.
Mikroskobik planktondan en büyük memeli balinaya kadar zengin bir yaban hayatına ev sahipliği yapan denizler, dünyanın biyolojik çeşitliliğini ve ekosistem hizmetlerinin de önemli bir kaynağı, iklimi düzenleyen birincil ekosistemlerdir.
Bütünsel bakıldığında dünyanın ekosistemi birbiriyle bağlantılı. Yani bir parçasında gerçekleşen değişimin etkisi ekosistemin tüm parçalarında hissediliyor. Avustralya ve ABD’deki orman yangınlarından Hindistan’da yaşanan su sıkıntısına, Alaska’daki buzul erimelerin karasal ekosistemlerde yaşanan felaketler olsa da sucul ekosistemleri etkiliyor. Çünkü atmosfere sera gazı salımı miktarı ile mercan resifleri beyazlıyor, plastik tüketimi ile iklim krizi, petrole bağımlılık ile de denizel kirlilik, tüketim kültürü ile biyoçeşitlilik kaybı birbiriyle doğrudan ilişkili olarak ilerliyor. Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Mirkoplastik Araştırma Grubu üyesi Doçent Doktor Sedat Gündoğlu ile birbiriyle bağlantılı olan bu sistemde denizel ekosistemi konuştuk.
‘SUCUL EKOSİSTEMLER CİDDİ TEHDİT ALTINDA’
Denizel ekosistemin birer alıcı ortam olmasından kaynaklı diğer ekosistemlere göre ciddi tehdit altında olduğuna dikkat çeken Gündoğdu, bunun nedenini her tür insan aktivitesinin denizel ortamda son bulan bir çıktı yaratması olarak açıkladı. Beslenirken tükettiğimiz atıklar ve bu atıkların sözde bertarafı, giyim tarzımız, kişisel bakımımız başta olmak üzere attığımız her adımın denizel ekosistemler için bir maliyet olduğunu söyleyen Gündoğdu, “Hatta son zamanlarda gündeme gelen ve artık denizel ortamlar için ciddi tehdit olarak görünen yeni farkına varılmış bir kirletici türü olan ilaç kirliliği bu etkinin boyutunu anlamak açısından önemli bir örnek olabilir. Çünkü tedavi olmak için, güneşten korunmak için, cildimizi nemlendirmek için ve benzeri birçok anlamda kullandığımız tüm ilaçlar bir şekilde lavabolarımız üzerinden denizel ortamlara akmaktadır. Üstelik bu kirleticilerin (mikro kirleticiler olarak bilinirler) atık su artıma tesislerinde tutulmaları da oldukça zordur. Çünkü ciddi teknolojik yatırımlara ihtiyaç duyarlar. Birçok farklı kirletici türünü (florlu yüzey aktif maddeleri/deterjanlar, ilaç etken maddeleri/farmasötikler, antibiyotikler, pestisitler, hormon bozucular/plastik eklenti maddeleri) kapsayan mikro kirleticiler grubu diğer ekosistemlerde olduğu gibi sucul ekosistemler için de önemli riskler oluşturmaktadır. Kulanım alanı oldukça yaygın olan bu kirleticilerin sucul ekosistemlere ulaştıklarında çok az miktarda dahi ciddi risk yaratabildikleri ve biyo-birikim yoluyla da üst basamaktaki canlılara ve su ürünleri tüketen insanlara kadar ulaşabilmektedir” ifadelerini kullandı.
Mikro kirleticiler ile birlikte mikro ve nanoplastikler denizlerdeki canlı yaşam sürelerini azaltıyor, hormonal dengeleri bozuyor ve bulundukları ortamda sonsuza kadar kalıyor. Mikroplastiklerin denizel ortamdaki kirleticilerin yüzde 92’sine yakınını oluşturduğuna dikkat çeken Gündoğdu, mikro ve nanoplastiklerin denizel ortamda yok olmadıklarından ve toplanamadıklarından uzun süreli birikim yaparak ciddi tehdit oluşturduğunu kaydetti.
‘SAĞLIKLI DENİZ EKOSİSTEMİ, SAĞLIKLI İNSAN VE YERYÜZÜ’
Deniz ekosistemlerinin kıyısal ve deniz alanlarıyla dünya üzerindeki biyolojik çeşitliliği destekleyen birçok işleve sahip olduğunu dile getiren Gündoğdu, “Bu anlamıyla insana ve diğer canlılara faydalı birçok kaynağın (gıda, oksijen, nem vb.) bulunduğu bir ortamdır. Denizel ekosistemler dünya nüfusunun önemli bir bölümüne yaşam ve refah sağlamaktadır. Tüm bu önemine rağmen bugün denizel ekosistemler kıyı talanı, aşırı avlanma, iklim değişikliği, yerli olmayan türlerin istilası ve antropojenik faaliyetlerin diğer etkileri nedeniyle ortaya çıkan tehditlerden kaynaklı olarak ciddi baskı altındadır. İnsan faaliyetleri sonucu çevresel koşullar değiştikçe, türlerin gelişmesi ve bu değişen koşullara uyum sağlaması da zorlaşmakta ve denizel ortamlar gittikçe yaşanamaz ortamlar haline gelmektedir. Bu sebeple sağlıklı deniz ekosistemleri demek, sağlıklı insan ve sağlıklı yeryüzü demektir” diye konuştu.
‘DENİZLERİN HİZMETİ ORTADAN KALKARSA…’
Diğer yandan insan açısından denize bağımlı gıda teminin doğrudan 56 milyon kişinin istihdamını sağladığını açıklayan Gündoğdu, denize bağımlı yaşayan nüfusun 900 milyon civarında olduğunu belirtti. Denizel ortamların korunması ve sürdürülebilirliğinin sağlanmasının bir zorunluluk olduğunun altını çizen Gündoğdu, “Buradaki sürdürülebilirliği doğanın lehine olarak anlamak gerektiğini özellikle belirtmek isterim” ifadesini kullandı. Gündoğdu, şöyle devam etti: “Okyanusların insanların atmosfere koyduğu tüm karbondioksitin dörtte birini emdiğini bilinmektedir. Bu da denizleri adeta bir ‘karbon lavabosu’ yapmaktadır. Ancak sera gazı salımının bugünkü düzeyi denizlerin bu özelliğini işlevsiz kılmaktadır. İklim krizinden kaynaklanan ek ısının yüzde 90’ından fazlası okyanuslarda depolanmaktadır. Bunun daha da artması sonucu denizlerin bu hizmeti ortadan kalkarsa, dünya sıcaklıkları yaşamı destekleyemeyecek kadar dengesiz hale gelecektir.”
Pınar Gayıp- ETHA