Tam da burada işbirliği ile işbirlikçiliği birbirinden ayırmak gerekir. Öyle ki bazen savaş cephesini genişletmemek için, ekonomik, siyasi ve askeri nedenlerle taktik olarak, taktik uzlaşmalar anlamında işbirliği zorunlu hale gelebilir. Eğer bu işbirliği bir başka sömürge parçasındaki ulusal kurtuluş savaşçılarına yönelik olursa açıktır ki bu işbirliğini aşan bir durumdur ve buna işbirlikçilik denir. Öncesi bir yana bağımsızlık referandumu çok açık biçimde göstermiş olmalı ki Kürdistan’ın bütün parçaları özgürleşmedikçe, Kürdistan’ın hiçbir parçasındaki kazanımlar güvence altında değildir.
Kürdistan Cumhuriyetinin İngiliz emperyalistlerinin gözetiminde İran sömürgecileri tarafından yıkılmasının ardından Qazî Mihamed mahkemeye çıkarıldı. Sömürgeci güçler Cumhuriyeti kuşattıklarında Qazî Mihamed Mela Mistefa Barzanî’ye gitmesini söyler. Barzanî Başûr’da ayaklanmış başarısızlığa uğrayınca savaşçıları ve aileleri ile birlikte Rojhilat’a geçmiş, burada ilan edilen Mahabad merkezli Kürdistan Cumhuriyeti’nin savunmasına katılmıştı. Barzanî Qazî Mihamed’in de kendisiyle birlikte Mahabad’ı terk etmesi istemiş, Qazî Mihamed asılacağını bile bile bunu reddetmiş, halkını ve vatanını ne pahasına olursa olsun bırakmayacağını söylemiştir.
Bunun üzerine Mistefa Barzanî Îran sömürgecilerinin bütün tuzaklarını atlatarak önce Başûr’a oradan Bakur’a oradan tekrar Rojhilat’a geçerek sonunda Sovyet ülkesine varır.
Qazî Mihamed ve Cumhuriyetin diğer yöneticileri ise İran sömürgecileri tarafından yargılanır, sömürgecilerin mahkemelerinin birer psikolojik savaş aracı olduğu biliniyor. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Qazî Mihamed’e nedamet getirtmek için bir hayli uğraşırlar ama Qazî Mihamed yargılayanları yargılayarak yurtsever duruşunu son ana kadar sürdürür.
Bu uzun bir mesele, şimdilik ele aldığımız konu ile kendimizi sınırlayalım.
Sömürgeci hâkim Qazî Mihamed’e sorar:
“Gerçekten de bu soruya cevap vermeni istiyorum, madem ki vatanına bu kadar bağlısın, neden ve nasıl yabancıların bu topraklara girmesine ve halkına komutan olmasına izin verdin?”
Qazî Mihemed, “bu kaçıncı kezdir soruyorsunuz, kastettiğiniz Ruslar ve İngilizler midir?” dye sorar.
Sömürgeci hâkim, “Hayır, kastettiğimiz Mistefa Barzanî’dir” der.
Qazî Mihemed gülerek, “Daha önce bu sorunuza cevap vermiştim, tekrarlamaya gerek yok size söylemiştim, ne ben ne de yabancılar ne de Kürtler Barzanî’yi getirdi. Mela Mistefa Kürt’tür ve Kürdistan her Kürdün evidir. Mela Mistefa bir Kürt olarak evinin bir bölümünden bir başka bölümüne geçmiştir. Evinin şu ya da bu bölümünde yaşamak herkesin hakkıdır.”1 yanıtını verir.
Yurtseverlik budur. Emperyalistler ve sömürgeciler Kürdistanımızı parçaladılar, onların çıkarı bunu gerektiriyor, ama bir yurtsever için Kürdistan’ın bütünü her Kürdün vatanıdır. Kürdistan’ın şurasında ya da burasında yaşamayı tercih edebilir, bu onun en doğal hakkıdır. Bir Kürt yurtseveri için emperyalistlerin ve sömürgecilerin bölüşmek için çizdiği sınırlar yok hükmündedir, Qazî Mihemed, sömürgeci İran hakimlerinin yüzüne çarpmıştır bu gerçeği.
KÜRDİSTAN’DA ULUSALCI GÜÇLER ARASINDAKİ İLİŞKİ
Kürdistan’da ulusal sorunların her daim ikili bir karakteri olmuştur. İlki sömürgeci politikalara karşı tutum ikincisi ulusalcı güçler arasındaki ilişkidir.
Sömürgeciliğe karşı tutum bellidir: siyasi ve ekonomik ilhaka karşı ulusal statü (politik özerklik, federasyon ya da bağımsızlık) için direnişe geçmek. Bu direniş biçimi barışçıl ya da silahlı yasal ya da yasadışı biçimlerde, reformcu ya da devrimci içerikte olabilir. Burada önemli olan sömürgeci politikaları reddetmektir. Sömürgeci baskıya karşı mücadele eden bütün güçler “ulusalcı”dır. Bu mücadeleye katıldığı sürece sömürge boyunduruk altındaki ulusal burjuvazi de ilerici karakter taşır. Bu ulusalcı güçlerin yanı sıra sömürgecilerle işbirliği yapan onların yerel dayanakları da her zaman var olmuştur, bunlar ulusal hain ve işbirlikçi olarak anılır ve lanetlenir.
Kürdistan söz konusu olunca denklem bu kadar basit kurulamaz. Ulusalcılık ve işbirlikçilik arasındaki ayrım hemen öyle kolayca yapılamaz. Bazen ulusalcılıkla işbirlikçilik arasındaki çizgi bir hayli incelir ve söz konusu kişi ya da örgütün çizginin hangi tarafında olduğunu tespit etmek bir hayli zorlaşır.
Bunun başlıca nedeni Kürdistan’ın özgün durumudur. Kürdistan emperyalistlerin onayı ve izni ile dört parçaya bölünerek sömürgeleştirildi. Yakın zamana kadar Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesine mülk sahibi sınıflardan gelenler önderlik etti. Kaçınılmaz olarak sömürge boyunduruğu altına girdiği her parçada Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi farklı şekillendi. Her parça kendi sömürgecisine karşı mücadeleyi esas aldı. Hal böyle olunca birleşik ve birleştirici bir ulusal önderlik yaratılamadı. Dahası bir parçada ulusal kurtuluş mücadelesine girişenler diğer parçadaki sömürgeci güçleri karşılarına almamak için onlara iyi geçinmeye çalıştı. Her parçadaki sömürgeci güç de sömürgeci boyunduruğa vurduğu Kürdü ezerken bazen başka parçada isyan eden Kürt’ten nasıl yararlanabileceği hesabını yaptı. Bu koşullar altında yaşadığı vatan parçasındaki sömürgeciye isyan eden bir örgüt diğer parçadaki sömürgeci ile işbirliği yapabiliyordu.
Tam da burada işbirliği ile işbirlikçiliği birbirinden ayırmak gerekir. Öyle ki bazen savaş cephesini genişletmemek için, ekonomik, siyasi ve askeri nedenlerle taktik olarak, taktik uzlaşmalar anlamında işbirliği zorunlu hale gelebilir. Eğer bu işbirliği bir başka sömürge parçasındaki ulusal kurtuluş savaşçılarına yönelik olursa açıktır ki bu işbirliğini aşan bir durumdur ve buna işbirlikçilik denir. Ne yazık ki zaman zaman ulusal kurtuluşçu örgütlerden bazıları işbirliği sınırını aşarak işbirlikçiliğe yeltenmişlerdir.
Ulusal kurtuluş mücadelesine girenler Kürdistan’ın diğer parçalarının sınır şeridini bir karargâh olarak ve bazen de bir sığınak olarak kullanagelmiştir. Tıpkı Mela Mistefa Barzanî’nin Rojhilat’i ve Bakur’u kullanması gibi. Ne var ki karargâh haline getirilen parçadaki örgütler bunu her zaman olağan karşılamamış, onların kendilerini ve kazanımlarını tehlikeye attığını ileri sürmüşlerdir. Bununla da kalmayarak onları “sınırdışı”na çıkarmak için silaha başvurdukları da görülmüştür. PKK ile PDK arasında geçmişte yaşanan çatışmalar bunun en yakın örneğidir. Kürtler “birakuji” olarak adlandırdıkları bu savaşın sadece sömürgecilerin işine yaradığını yeterince tecrübe etmiş olmalılar.
QAZÎ MIHEMED YOL GÖSTERİYOR
Zînê Wertê’de yaşanan olaylar bu gerçeklikler ışığında okunabilir.
Başta PDK olmak üzere Başûr yönetimi Türk devleti ile işbirliğini bir hayli derinleştirdi. Onlarca üs ve binlerce sömürgeci asker ve istihbaratçı Başûr’da serbestçe hareket etmektedirler.
Sömürgeci Türk devleti Kandil’i ele geçirme niyetini hiç gizlemedi. Rojava ve Şengal’le birlikte Kandil’de de Kürt özgürlük hareketini etkisizleştirmeye girişti. Güney’de Kürdistan bölgesel yönetiminden destek alamazsa Kandil’e ilerlemesi söz konusu edilemez.
Mela Mistefa Barzanî’nin oğlu Mesût Barzanî Qazî Mihemed’in babasına emanet ettiği Kürdistan bayrağının altında doğduğunu ve ölümü pahasına bu bayrağa bağlı kalacağını söylüyor. Elbette her Kürt yurtseveri ulusal kurtuluş mücadelesinde ölümsüzleşenlerin mirasını onurluca taşımalı ve onların bıraktığı bayrağı daha yükseklere taşımalıdır. Ama miras sadece bayrak mıdır? Onların bize bıraktığı değerler modern Kürt karakterini oluşturan ulusal genetik kodlarımızı oluşturması gerekmez mi?
Mesût Barzanî 2015’te “sivillerin bu savaşın kurbanı olmaması için PKK, savaş alanını Kürdistan bölgesinden uzak tutmak zorundadır”2 diyerek sömürgeci Türk ordu güçleri yerine sivillerin öldürülmesinden PKK’yi sorumlu tutabiliyordu. Aynı haberin devamında Barzani’nin danışmanı Kifah Mahmud, Saddam Hüseyin zamanında Irak ve Türkiye arasında imzalanan ‘sıcak takip’ anlaşmasını da hatırlatarak “anlaşmanın iki taraf ülkesine de PKK militanlarını takip etmek için sınırı 15 kilometre geçmeye hak tanıdığını, sıcak takip hakkının halen geçerli olduğunu” belirtiyordu.
Aradan geçen beş yılda değişen bir şey olmadı.
Bir gazetecinin, Zînê Wertê’ye yerleştirilen birliğin ardından PKK’li yöneticilerin açıklamalarını hatırlatması üzerine bu kez Neçîrvan Barzanî, “PKK’nin Kürdistan Bölgesi’nde hiçbir meşruiyeti yok. PKK’nin bize yardım etmek istiyorsa yapacağı en iyi iyilik Kürdistan Bölgesi topraklarını terk etmek olacaktır. Kürdistan Bölgesi PKK’nin çalışma ve eylem sahası değildir.”3
Bu açıklamaları Qazî Mihemed’in sözleri ile karşılaştıralım, PDK ve Barzaniler için gidişatın hiç de iyi olmadığını herkes gibi onlar da görüyor olmalılar. PDK, Barzaniler ve onların destekçileri bu tutumu kazanılmış statünün korunması ile açıklıyor ve PKK’nin Başûr’daki varlığını bu nedenle kazanımları tehlikeye atan ulusal sorumsuzluk olarak niteliyorlar.
Öncesi bir yana bağımsızlık referandumu çok açık biçimde göstermiş olmalı ki Kürdistan’ın bütün parçaları özgürleşmedikçe, Kürdistan’ın hiçbir parçasındaki kazanımlar güvence altında değildir.
Qazî Mihemed’in sözlerini bir kez daha hatırlamakta fayda var, “Kürdistan her Kürdün evidir. Mela Mistefa bir Kürt olarak evinin bir bölümünden bir başka bölümüne geçmiştir. Evinin şu ya da bu bölümünde yaşamak herkesin hakkıdır.” Farklı parçalardaki ulusalcı güçler arasındaki ilişkilerde tam da bu ilkeyi esas almak gerekir. Zînê Wertê sorunu bu ilke esas alınarak çözüme kavuşturulmalıdır.
NOTLAR:
1) Serkomare Kurdistane Li Ber Dadgeha Îranê, Amadekar: Bedredîn Salih, Samî Ergoşî Ji Soranî Kiriye kurmancî
2) https://www.milliyet.com.tr/dunya/pkk-kurt-yonetimi-topragindan-ciksin-2095999
3) https://ilkha.com/guncel/necirvan-barzani-den-pkk-ye-kurdistan-bolgesinde-hicbir-mesruiyetin-yok-terk-et-bolgeyi-122138